Sen, yaşamın acılarını sağaltırken
bedeninin yangın yerinde, ben
kavuşulmak istenen bir düştüm kirpiklerinin ucunda. Yangınlar içinde, seninle kendi alazlarımızla eriyip bir bütün olmayı arzularken ben, sen bin yıllık sırlarını taşıdığın yüreğinde, yakarışlarını duyardın da azad kuşlarının, bırakıvermezdin onları öylece özgürlüğün maviliğine... Ölüm kör bir kuştu, yağmur birikintilerinde dövüşürdü kendi izdüşümüyle.
Sevinç çığlıkları atan kimdi, yitip giden her aşkın ardından? Kimdi? Çığlıklar uzar giderdi sonsuza, biz kalırdık yine bir başımıza... Yaşardık. Yaşardık sözde. Acılarımız tam ortadan ikiye bölerdi yaşadığımız kent, yitikti seviler hep, kentin ayak uçlarında...
Görmezdik, gözlerimizin önünden telâşla gelip geçen insanları. Her biri, bir yöne taşırdı acılarını .Ne denli kaçsalar da peşi sıra gelirdi kaygıları, korkuları, yalnızlıkları.
Öncesi olmazdı hiç bırakıp gitmelerin, hasret hep göz kırpardı geçmişin siyah beyaz fotoğraflarında. Ne denli uğraşsak da sabırla, kendimizi öğrenemezdik bir türlü. Acılar b i l e s e y d i bilincimizi, yineleyebilir miydi örselemesini acımasızca zaman? Ya da biz atar mıydık kendimizi acının kucağına yeniden yeniden? Ele avuca sığmayan yürek atışlarımız nasıl dayanır terk edilmelere apansız? Nasıl?
Sevi, tel tel dokurken kendini acının gergefinde, bilir miydi, kozasını örüp ölüme kanat açan kelebekten farksız olduğunu? Boş yere beklemelerin kaçıncısı bu? Getirmedi seni yine gecenin son otobüsü. Hüznün kaçıncı kilometresindeyim şimdi kim bilir? Gece aydınlığını örtünürken, karanlıklara bürünüyorum ben, çünkü yoksun...
Ne garip, aslında hiç olmadın sen. H i ç...
Kayıt Tarihi : 7.10.2011 09:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!