Yoksulluk hırkası sırtımda benim
Bir garip anadan doğdum doğalı
Kıt yazmış yazımı rızkı verenim
Üç karış kundağa sığdım sığalı
Garibim garipten şeçildi yârim
Mahsun yavrularım yürekte nârım
Helâle talibim, harama körüm
Sabırla nefsimi boğdum boğalı
Kiminin meyveli bahçesi bağı
Türlü nimet dolu eli kucağı
Hanemde gülümün tütmez ocağı
Dertleri başına yığdım yığalı
Ne bahtıma küskün ne de dargınım
Baş üstüne Haktan gelse dar günüm
İcazî şükürle geçer her günüm
Secdeye eğilip yağdım yağalı
11.01.2014.................Elazığ
Osman ErcanKayıt Tarihi : 13.1.2014 11:03:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Osman Ercan](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/01/13/yoksulluk-hirkasi.jpg)
Günün şiiri benzerlerinden farklı bir koşma. İçerik ve kafiye bakımından oldukça zenginlik içinde. 'Yoksulluk Hırkası' konusu ile bütünlük içinde olan, konudan sapmadan finale ulaşabilen ender şiirlerden biridir. Öncelikle seçici kurula teşekkür eder, sonra da Sayın Osman Ercan bey'i bu güzel şiirinden dolayı kutluyorum.
Tasavvuf nazım türlerinden “DEVRİYE” biçimine uygun düşecek güzel ve anlamlı bir şiir.
Tasavvufta “bir hırka, bir lokma” felsefesi, yani verilenle yetinme, verilen rızka şükretme anlayışı, ki bu Anadolu insanının genel bir felsefesidir, vurgulanmakta.
Eğer kaderde yoksulluk varsa, hayatın her gününde azla geçinme, azla karın doyurma varsa ve hayatın tecellisi bu ise yine de nefes alan bu cana, nefes almayı sağlayan Yaratan’a şükürler olsun. Fazlasına zaten gerek yok. İnsanın yiyeceği, her öyünde en fazla midesinin alacağı kadarıdır. Onun için, verilenlere şükredip, sağlıklı yaşamak en güzelidir.
Gariplik; bazen yalnızlıktır, bazen gurbette kimsesizliktir, bazen garip – guraba misali bazen yoksulluk, işsizlik – güçsüzlüktür ve bazen muhtaçlıktır.
Anadolu anaları da gariptir. Üç karış bezle ve kumlu bir toprakla kundaklar bebelerini. Beleklenenler daha doğdukları andan itibaren üç karış beze sığdırılırlarsa gelecekte de ne kadar varlıklı olursa olsun, aslını unutmadan, nereden geldiğini hatırlayarak ve nereye gideceğini bilek güzel davranışlar kazanırlar. Bu davranışları bir hayat biçimi haline getirmeyi de başarırlar.
Duyumsuzlukları, çekemezlikleri, kıskançlıkları, aşırı istekleri ve nefsine yenik düşmeleri yoktur. En azından pek çok duyguları, nefsi arzuları törpülenmiş olur. Zaten tasavvufta da temel düşünce arınmak, dünya malından mülkünden yani maddi bağımlılıktan mümkün olduğunca uzaklaşabilmek ve öze dönmektir. Öz de mânâdan ibarettir.
Kısaca amaç, maddeden uzaklaşıp mânâya ermek, mânâda var olmaktır.
“Maddiyatı isteyene var Allah’ım”
Tasavvufta, “Bana seni gerek seni” anlayışı özün, doğru düşüncenin temelidir.
Yazılan rızkın kıtlığında da bir keramet olacağı muhakkak. Asla isyana mahal olmaz.
Garip olanın yâri de gariplerden olur. Malum olduğu üzere, “yâr” sevgili anlamındadır. Sevgili, maddiden mânâya ermenin yolu, vesilesi değil midir?
Haliyle sevmenin başlangıcı, “Yaratandan ötürü yaratılmışı sevmek”le başlar. Bütün varlıkları sahibinden, halk edeninden dolayı sevmek.
Ne güzel bir hayat felsefesi.
Her şeyde sevilecek bir yan bulmak. Her şeye sevgi gözü ile bakabilmek. Her şeyi gönül bahçesinin varı olarak kabullenmek…
Dedik ya, garibin eşi de kendi gibi olur. Her şey denginde güzel durur. Birlikte yükselirler, ağaçların en uçlarındaki meyvelerin en güzellerine. Birlikte tadarlar, hayatın acısını, hazzını. Birlikte çekerler çilenin zarını, zorunu…
Uyumun güzelliği…
Nefse meydan okuyuşun örneği.
Olanla yetinmek, verilene şükretmek ve kabullenmek…
Haramdan kaçmak, helâlle yetinmek…
İşte İslâm’ın ruhu.
İslâm’ı bilerek yaşamak.
Güzel yavrularını yürek sıcaklığında bağrına basmak. Evlatlarına da aynı masumiyeti, aynı anlayış ve terbiyeyi verebilmek.
Sevmek…
Helalinden yaşamak…
Bağrına basmak…
Şükretmek ve zikretmek…
Derdi olan saz bile inlermiş. Her dokundukça bir teline, bin ah dökülürmüş.
İçi yanık olan ney, yanık yanık feryat edermiş. İçini yakan ateş, bin ahla dışa salarmış nefesleri…
Yemek pişmeyen ocaklarda dert kaynarmış, taş kaynarmış… Yine de acıkan evladına kaynattığı taşın suyunu yedirmeye çalışan inançlı Anadolu kadını isyan etmezmiş Allah’a.
Yakup sabrı ile sabreder, inancından zerre kaybetmeden minnetle ve şükranla zikreder, niyazda bulunurmuş Yaratan’ına…
Kimi duyacak, yüce Rabbim?
Dilinin anmadığı eli bollukta olanı mı?
Elinin dolmadığı, her an dilinin andığını mı?
Gelen dert, sevmekten olsun.
Gelen dert, niyazdan olsun.
Gelecekse dert, Allah’tan olsun.
Gayret senden, nimet her şeyin sahibi Allah’tan.
Bu dergâh (dünya) ümitsizlik dergâhı değil…
Ne zikretmekten vazgeç, ne duadan, niyazdan ve dilemekten…
Haktan gelen her şey baş üstüne.
Darlık da, yokluk da; varlık da, bolluk da… Başım gözüm üstüne.
Kaderime isyandayım sanmayın.
Haktan gelene razıyım.
Binlerce şükür, sağlıkla geçen her güne.
Kalbim bende, aklım gitmez sürgüne…
*
Biraz da şiire dışından bakalım.
Tasavvuf şiirlerini genellemek gerekirse, dinî konularda yazılmış olanlarına “ilahi” diyoruz.
Çoğunda Allah’ı anma, vahdet- vücut ve insan-ı kâmil düşüncesi işlenir. Bunun için “ilahi” demek çok da yanlış olmaz.
Halk şiirindeki “koşma” genel ifadesi gibi sayabiliriz.
1. dörtlükte –abab- şeklinde çapraz uyak düzeni kullanılmış. Halk şiirinin genel özelliklerinden biri.
Diğer dörtlüklerde, ilk üç dize kendi aralarında, son dizeler de kendi ararlında uyaklı (cccb – dddb- eeeb).
Genellikle yarım ve tam uyaklar tercih edilmiş.
Halk şiirinde ahengi oluşturan uyaklar ve rediflerdir. Uyaklar yerli yerinde ve doğru kullanılmışsa veya uyaklarla redifler ses tekrarları bakımından uyum gösteriyorsa ahenk kendiliğinden oluşur.
Bir de bazı seslerin, hecelerin ve bazı kelimelerin tekrarı varsa ahenk üstü ahenk oluşur.
Bu uyumluluk halk edebiyatımızın sevilmesine ve yüz yıllar, bin yıllar varlığını sürdürmesine sebep olmuştur.
Bir de musiki var ise…
Tasavvuf şiirlerinin hemen hemen hepsini kendine has bir makamı vardır. Müzik eşliğinde söylenen nazım türleridir.
Hece sayısının 7’li, 8’li veya 11’li olması da musikîye uygunluğunu artırmaktadır.
Bu şiir de 11’li hece ölçüsüyle yazılmış.
İstenirse besteyle söylenir, istenirse coşku ile okunur.
Saz eşliğinde etkisi muhakkak daha da artar.
Dört dörtlük güzel bir şiir.
*
Günü şiiri olmayı hak eden bir şiir.
Gönül ehline sevgi ve saygılarımla…
Hikmet Çiftçi
24 Haziran 2014
“GERÇEK DOSTLAR BİRLİĞİ”
TÜM YORUMLAR (15)