Ne zaman yürüsem bu sokağın önüne,
Nemli toprak kokusu karşılar beni, hüzün var içinde.
Kırık Arnavut kaldırımları ve her çukurda bir hikâye,
Yağmurun bıraktığı kirli su birikintisi değil bir gökkuşağı,
Yoksulluğun yansımasıdır diye.
Koşan çıplak ayaklar, çınlayan her ses bir yaşama dokunur,
Sessizliğin üstüne atılmış can yeleği sesler yaşamı dokur.
Birbirine yaslanmış evler, yorgun omuzlar gibi,
Sıvaları dökülmüş, tuğlaları aç kalmış sanki.
Çatılarındaki eksik kiremitlerle direnen kalpler,
Zamana karşı bir şiir yazar, zorluklarla baş ederler.
Kapılar eğri, paslı menteşelerle zorla tutunur,
Her kapı bir sırrı fısıldar, içindeki acıyı kusar.
Pencerelerdeki naylon örtüler, yamalı perdeler,
Güneşi değil, utancı saklar, yoksulluğu sergiler.
Plastik şişelerde yeşermeye çalışan fesleğenler, kurumuş sardunyalar,
Tükenmez umutlar gibidir, yaşamaya çalışır, yeşermeye çalışırlar.
Karmakarışık bir kader ağı gibi elektrik telleri,
Sokak boyunca birbirine dolanmış, kuşlar değil yorgunluk konar onlara sanki.
Uzayan direklerin gölgeleri ince çizgiler bırakır taşlara,
Eski afişler, solmuş kâğıtlar, bir unutulmuş şarkı gibi hışırdar rüzgârda.
Gündüzleri cansız duran sokak lambaları,
Gece olunca sarı, loş bir hüzünle aydınlatır, geceleri.
Ve o ışıkta, gölgeler devleşir, büyür,
Tüm dertler, tüm sıkıntılar gölgelerin içinde gizlenir.
Sobalardan yükselen tahta kokusu, bir ana gibi sarmalar sokağı,
Çay bardaklarının şıngırtısı, kırık dökük bir orkestra çalar.
Kadınlar ellerinde örgüler, yamalar, yaşama ilmek atar,
Yaramaz çocukların gözleri sevinçle parlar.
Kahkahaları, yoksulluğun üstüne atılmış bir battaniyedir,
Bir an için unutulur dertler, bir an için dünya döner, akıp gider.
Ama bir duygu, ağır bir duygu sinmiştir, her yerde yorgunluk!
Çalışmaktan yıpranmış eller, borç içinde geçen günler.
Sofrada eksik bir parça, yürekleri sızlatır,
Yırtık lastikler, sökülmüş ayakkabılar, umudu azaltır.
Her kapının önünde bir yaşanmışlık bekler,
Görünmez mürekkeple yazılmış bir mektup gibidir ve dalgın gözler.
Yoksulluk uzun bir gölgedir, ama dayanışma bir filiz gibi,
Taşların arasından sızan bir umutlar gibi.
Bir dilim ekmek komşuya uzanan bir eldir,
Tek bardak çay, paylaşılan bir dostluk ve kalplerdir.
Çocukların teneke kutulardan yaptığı arabalar,
Bir top, bütün sokağın ortak neşesidir, yüzleri güldürür.
O çocuk gülüşleri en güzel oyuncak, en içten, samimi,
Herkesin ortak neşesi, mutluluğu, sevgisi.
Bu sokak, yoksulluğun görüntüsü gibidir ilk bakışta,
Biraz daha bakarsan ama rastlarsın içinde insan sıcaklığına.
Yıkık dökük duvarların ardında, umudun ışığı parlar,
Bir gün daha yaşanacak, bir gün daha direnilecek beklentisi dolar.
Ve ben bu sokakta yürüdükçe,
Senin yüzünde gördüğüm acıyı ve sevinci,
Yüreğimde duyduğum şarkıları hatırlarım, her gün her gece
Kayıt Tarihi : 18.9.2025 16:24:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
YOKSUL SOKAKLAR Dar, kıvrılarak uzanan fakir mahalle sokağına adım attığınızda, önce taşların arasına sıkışmış toprak ve nem kokusu karşılar sizi. Arnavut kaldırımlarının bazıları kırık, bazıları yerinden oynamış; yağmurdan kalma küçük çukurlarda kirli su birikintileri parıldar. Çocukların çıplak ayaklarıyla bu taşların üzerinde koştururken çıkardığı tok ses, sokaktaki sessizliğe hayat katar. Sokağın iki yanına yaslanmış evler birbirine benzer: çoğu sıvası dökülmüş, bazı yerlerde tuğlaları çıplakça ortaya çıkmış, kiremitleri eksilmiş damlarla zamana meydan okumaya çalışır. Tahta kapılar eskimiş, kimi eğilmiş, kimi paslı menteşelerinden zorla tutunuyor. Pencerelerde kimi yerde naylon örtüler, kimi yerde yamalı perdeler göze çarpar. Demir parmaklıkların arasından, çiçek yerine plastik şişelerden yapılmış saksılarda sararmış fesleğenler ya da kurumuş sardunyalar boy verir. Elektrik telleri karmakarışık bir ağ gibi sokak boyunca birbirine dolanmış. Direklerin gölgeleri, gün batımında sokak taşlarına ince çizgiler bırakır. Bazı direklerde eski afişlerin solmuş kâğıtları rüzgârla hışırdar. Sokak lambaları gündüz gözüyle cansız görünür ama gece olduğunda sarımtırak ışıklarıyla sokak taşlarını loş bir örtüye bürür, köşe başlarını yarım yamalak aydınlatır. Sokağın en belirgin sesi, köşedeki teneke sobadan çıkan odun kokusuyla birleşen çay bardaklarının şıngırtısıdır. Evlerin önünde oturan kadınlar, ellerinde örgü ya da çamaşır ipine serilecek giysilerle meşgulken, gözleri bir yandan da yaramazlık yapan çocuklarındadır. Çocukların kahkahaları, mahallenin yoksulluğunu bir anlığına unutturur gibi olur. Ama yine de sokağa sinmiş ağır bir duygu vardır: yorgunluk. Çalışmaktan yıpranmış ellerin, borç içinde yaşanan günlerin, eksik sofraların izleri… Her evin kapısında ayrı bir hikâye gizlenir. Kapı önlerinde ayakkabılar değil, çoğu zaman yırtık lastikler ya da yer yer dikiş atılmış eski ayakkabılar dizilir. Fakirliğin gölgesi ağırdır burada, ama dayanışma da sokak taşlarının arasından filizlenen otlar gibi inatçıdır. Birinin evine ekmek geldiğinde, komşuya da bir dilim ayrılır. Çay, tek bardak olsa bile sırayla içilir. Çocukların oyuncakları ya yoktur ya da çöplerden yapılmıştır; teneke kutular araba olur, eski bir top bütün sokak çocuklarının ortak sevincidir. Bu sokak, ilk bakışta yoksulluğun izlerini acımasızca gösterse de biraz daha dikkatle bakıldığında insanın içinde tarifsiz bir sıcaklık bırakır. Çünkü burada, yıkık dökük duvarların ardında, paylaşılan umutların ışığı vardır. Bir gün daha yaşanacak, bir gün daha direnilecek umudun.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!