Mahiyetin, içime gömdüğün karanlıktan ibarettir. Saatin yok, zamanın şaşkın Yokluğunun her kanayan salisesinde Bir akrep vuruyor gözlerimin yelkovanına. Masamda, yokluğunla sevişmeye ayar sözcükler Dışarıda, gürül gürül hasretin akıyor… Hangi pencerenin buğusuna görünse yüzün Yokluğun dara çeker beni, Eşiklerde eriyik ve bir de suskunluğun. Gördüğümde seni, çığlıkların sessizliğine gömülüyorum. Böyle şerr-i bahar gibi, yeşillikler içinde çorak bir hüzün. Bende varlık belirtisi; Buğularda unutulmuş bir ceset Paramparça bir mitralyöz, Gidenin tenimde serveti; küflenmeye fahişe birkaç söz… Ölümünün bardaktan boşalırcasına ıslak mazeretinde Gözlerini görüyorum ve birde yağmurları Ağır ağır dökülüyorsun böyle salına salına Zorlu yokluklara çarpıyorsun, ufalanıyor bedenin Ve cesedini çağlıyor tüm şelaleler… Terk edilmiş bir kavmin çocuğuyum ben Çorak yağmurlardan topluyorum ıslaklığımı Ve yokluğuna bin yıllık hasret taneleri ekiyorum Ve gözlerim, babamın nasırlı elleri… Kulağıma sıkışan soluğundan başka hiçbir şeyim yok Tutuşturdum tüm hayalleri Tütsüler yaktım cesedine, yokluğunu fethettim. Şah da benim şair niyetli padişah da, Tecelli etsin diye yokluğunun adaleti, Yağlı ilmeklere boğdurdum hayalinin kederini Ve artık varlığın; Ben de Yeryüzü Cehennemi… 05/06/12 Ercan YAVUZER DAĞÖREN/MURADİYE
Ercan YavuzerKayıt Tarihi : 5.6.2012 19:17:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!