“Sevgili Nilgün Marmara’ya hitaben..
Bir kaç adım daha
ezmeden gölgemi..
Uyandırmamalı Tanrı’yı bu gece..
Göz yaşımdaki yasda
sonsuza kadar düşeceğiz..
Dirilmemeli içimin azılı peygamberi bu gece..
Ruhum, dünyayı yürür
boynumun izi kalsın der yüreğinin ipinde..
Yanmışlığım bu dünyada kaldın Zerda
örtme beni,
bu toprak kokusu bırak yağmurla sevişsin..
Hayır,
başka birisi olmaya çalışmıyorum Zerda..
Ama burada güvendesin
asla dibe çökmeni istemem,
yarı ölü nasıl yaşanır ögrendim Zerda..
“Çünkü sen bütün sözlerini kırdın, bir zamanlar orta kentin müdavimi, şimdi yalnızlar merdiveni..”
Ah Zerda -
bu yas nasıl bir sancı..
Kuşkusuz;
bir yabancıyım senin cennetindeki evine..
Ah Zerda -
bunu bir sır gibi tutacağıma söz veriyorum, asla söylemeyeceğim ama herşeyi kendi başına yapma..
Düşerken sen hiç arkana baktın mı?
Benim orada, üzeri örtülü eşyalar gibi donukluğumu bağışla Zerda..
Bağışla,
bütün acı içime düşüyor..
Bu sefer ne yaptın Zerda?
Denemekten vazgeçmeliyim biliyorum,
pencere önü çicekleride ölür kanatlarında..
- Gökhan Barış Pekşen
- Yitiriş, tiksinti, kayboluş, kopuş, ölüm!
- 18102017
Kayıt Tarihi : 24.8.2018 15:21:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!