Kayıp bir izin peşinden gider, al yanaklı çocukluğumuza ulaşır, eskimiş anları deşeleriz ya çocuk ellerimizle hani!
Gökler yağmur olup yağar, bulutlar haylaz bir kar olur üzerimize düşer ve hayat bize ağır bir yük olur ya hani! ....
İşte o anlarda bir şarkı tutunur yüreğimize, alır götürür bizi bilinmezliğe. Aşk da, yaşam da, hayat da kırmızı bir topaç olur, yuvarlanır gider önümüzde...
Mutluluk devrik bir şişenin salınarak uzaklara gitmesi ve umut da bizim onu izlememiz olur ve haykırırız bir dağın yamacına çıkarak...
Kime ne! ! ! !
Taşın yüküyle ezilen toprağın, karanlık denizleri koynunda saklayan sırların ve döne döne kavrulan hayatın zembereği boşalacak bir gün. Yıldızlar ısınacak, balıklar göklere taşınacak, umutlar avuçlardan akarak sıradağları aşacak. Düşün ve yalnızlığın kirmenini çevirecek al yanaklı çocuklar, atlar dizginlerini koparıp kırlarda koşacak, tüm canlılar bu garip gezegende alanını koruyacak. İnsan olmaktan utandığımız, hayatı kendi ellerimizle karaladığımız bu yaşam ruleti de bir gün son kez dönecek.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim