Yitik Bir Fısıltıdır Dilimizde Yaşamak

Selahattin Yetgin
1613

ŞİİR


34

TAKİPÇİ

Yitik Bir Fısıltıdır Dilimizde Yaşamak

Kayıp bir izin peşinden gider, al yanaklı çocukluğumuza ulaşır, eskimiş anları deşeleriz ya çocuk ellerimizle hani!
Gökler yağmur olup yağar, bulutlar haylaz bir kar olur üzerimize düşer ve hayat bize ağır bir yük olur ya hani! ....
İşte o anlarda bir şarkı tutunur yüreğimize, alır götürür bizi bilinmezliğe. Aşk da, yaşam da, hayat da kırmızı bir topaç olur, yuvarlanır gider önümüzde...
Mutluluk devrik bir şişenin salınarak uzaklara gitmesi ve umut da bizim onu izlememiz olur ve haykırırız bir dağın yamacına çıkarak...
Kime ne! ! ! !

Taşın yüküyle ezilen toprağın, karanlık denizleri koynunda saklayan sırların ve döne döne kavrulan hayatın zembereği boşalacak bir gün. Yıldızlar ısınacak, balıklar göklere taşınacak, umutlar avuçlardan akarak sıradağları aşacak. Düşün ve yalnızlığın kirmenini çevirecek al yanaklı çocuklar, atlar dizginlerini koparıp kırlarda koşacak, tüm canlılar bu garip gezegende alanını koruyacak. İnsan olmaktan utandığımız, hayatı kendi ellerimizle karaladığımız bu yaşam ruleti de bir gün son kez dönecek.

Yosuna sarılan taşı öpüyor göğsümdeki şefkat, dudağımda yangın ayazı var bu aralar. Yorgun demirler atıyorum denizlere, paslı ruhumda uykuya dalmış masallar. Nefret saf değiştirmiş, iyilik kendi ülkesinden kovulmuş nicedir, safran acıları içiyor günahsız çocuklar. Kan gölünden aşkı dolduruyor kadınlar, sarı denizlere akar iken yaşama doymamış canlar. Susturun kötüleri ne olur, avuç içlerimize yuva yapmadan karıncalar...

Ruhumuzun fırtına mevsimlerine göğsümüzü verince bir çocukluk ülküsüyle dolar gözlerimiz, avuçlarımızda sıktığımız çay bardağı üşür. Duman duman olmuş gözlerimizin ütopyasından anılar geçen, denizler gölgeli bir yaşamın şavkını derinlerine düşürür...

Sesimizin kırık dönenceleriyle sükût bir ıssızlığın sicimlerine tutuluruz, goncalarımız rüzgârda titrerken. Yüreğimizdeki şelaleler şebnemler taşır uzak denizlere. Ağlayan yüreklerimiz puslu aynalara baktıkça perçemlerimize dolaşır ellerimiz, küser çocuk yanımız, ışık özlemi taşır, kanar sol ağrımız...

Islak teninde bu şehrin, ben dalgayla kirinden arınan denizine yürüyorum, saçlarımda yağmurun eli. Dünyevi hazların faturasını ödüyor insanlar, minarelerde ruhani ezanlar. Kahrımı kim emzirecek söyleyin n’olur, ruhumun aşka olan raksını sona erdirmeden yalancı yıllar...
Aynı dudakta telve, ayrı dudakta kahveye uzanırdı eller, gözler akarken kendi derinliğine, aşk dokunurdu tülü okşayarak gülün kalbine. Sahra kumlarını taşırdı muson yağmurları, kaygan günler sağardı bir adam sevdanın kentlerinde. Umut üşürdü fincanda, düş uzaklara ışınlanırdı, kalabalık ve yaralı duraklara. Sıradan masalların sayfalarına kar yağardı geceleri, döndürürken hülyalı bakışlı bir kadın sevisiyle en kutsal küreleri...

Solgun bir çayıra oturup uzakları izlemektir Eylül. Açıp bir kitabı rüzgârı içine almaktır gün batımlarında. Çekilip içimizin boşluğuna eskimiş şarkıları dinlemek vaktidir belki de, güneşin kekre ışınları dolaşırken gövdemizde. Eylül gökyüzünü avuçlamaktır, uçan kuşların iç sesleriyle. Yanmış bulutları savurup şiirlerin derinliklerine aşkı beklemektir hazan dediğimiz o kayıp mevsimlerde..

A/sırları adımladıkça biz, dalında açar çiçek, boy verir sevgiye gönül çiçeğimiz. Adımladıkça tozlu yolları, hayat harman olur ufkumuzda, dolar akıp gittikçe günlere gözlerimiz. Yaşamdır adı konulamayan mutlulukların en doygun ismi, açtır yüreğimizdeki güzelliklere sevimiz, gerçeğimiz. Umutlar yalpalı denizlerde süzülen bir yelkenli gibidir, el sallarız ardından, kayıp giderken ömür, susar ardından sözlerimiz...

Korkuyla köpürüyor gökyüzü, dilinde öfke, belinde şimşek narası. Birazdan sular taşar yollardan kırılır dallar, taşar kuru ırmaklar taşkınlarla. Kulak ver göğün sırrına, damla suskuyu emzirir, dökülür sırlar toprağa. Avuç açmak vaktidir semaya, kavrulmadan diller...

Duayla aralanan dudakları bekliyor derinlerde ölüler, hayatın arka sokaklarında adresini arar iken zamansız devrilişler. Umut az katıklı ekmek arası, ruhumuzun uzak bahçelerinde kavuşmayı dileyen sevgililer. Hangi pencere açılan aşka, hangi rüzgârgülü dönen yürekte! Avuçlarımızı ısıtmıyor artık düşler. Unutulduk kayıp mezarlarda daha ölmeden, kalabalıklar içinden geçer iken biz, önce kendi içimizde yittik...

Devrildi yine ardına gün, kayıp tasaların erteli davalarıyla. Gül koklamayı unuttu insanlar, yaşayıp küfleniyorlar yalan ekranının hayali görselleriyle. Aynı kuyunun içindeki ayrık dalgayız, göçüyor yaşam hızla kendi eksenine. Unuttuk sevgiyle sarılmayı, kuruttuk yaşam şarabı yaptığımız asmayı, kuruttuk umutla, aşkla ve sevdayla akan gözyaşı pınarlarını.

Selahattin Yetgin
Kayıt Tarihi : 26.2.2015 11:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Selahattin Yetgin