Yılmaz Turpcu Şiirleri - Şair Yılmaz Turpcu

0

TAKİPÇİ

Yılmaz Turpcu

Selam olsun şiirleri antolojisinden silenlere,
Selam olsun şiirleri antolojisinden silmek mecburiyetinde bıraktıranlara
Selam olsun şiir katillerine,selam olsun antoloji rütükcülerine
Selam olsun aptalca uygulama kayonlara ve aptalca uygulamay uyanlara
Selam olsun popiletesini kaybettiğinde pasifize edeceğim şiirime
Selam olsun beni şiir yazmaktan soğutan şairlere

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

Bir öykü kitabı yazdım, birkaç tane de yayınlanmamış, dostlarımla paylaştığım şiirlerim var.Yakın dostlarımdan, yazdıklarımla ilgili kullandığım sözcüklerin arı Türkçeden oluşmamış eleştirilerini düşündüm, bu dostlarımın da tıpkı yayın dünyasında da bulunan illa Türkçe (ARI) diye tutturan aydınlardan farkı olmadığını gördüm.İstisnalar dışındakileri kastederek biliyorum ki, ARI Türkçecilerimizin ülkemin yabancılaştırılması durumundaki tavırları, sözcükler konusundaki tavırları kadar sert değil.Şiir ve türküyü birbirine benzetirim.Biri duyguların yazıya dökülmesi, diğeri duyguların seslendirilişidir.Ve de ARI Türkçecilerimiz türküyü de çok sevdiklerini söylerler, hangi türkümüzde sözcükler mozaik değil.’Duygumu seslendiriyorum ben, öteden beri gelen ve de halkın benimsediği sözcükleri o an kullanıverdiysem, şimdi duygumun dışa vurumunu biçimlendireceğim diyemi çalışayım.’ Demezmi türküyü çığırıveren, geleceğe miras bırakan ozan,eleştirildiğinde.Bu sözcük ARI Türkçe değil diye dışlamak, tıpkı bu ARI Türk değil diye Türkiye’de doğup büyümüş, asker olmuş, iş adamı, garson vs. bir ermeni-rum vs. yuttaşı dışlamakla aynıdır.Aynı düşüncedir, ve bu da IRKÇILIKTIR.Aynı düşünce gibi sözcükleri(kelimeleri) dışlamak da ırkçılıktır, bu da sözcük ırkçılığıdır.
Ben, sözcüklerin ırkçısı değilim, devrimci, toplumcu, yazdıklarıyla düşünmeye sevk eden bir şair-yazar olmaya çalışıyorum.İnsan düşüncesinde Arapça, Farsça, Kürtçe, Lazca,…. Nece düşünürse düşünsün, düşüncesini hayata geçirebilecek cesareti de kendinde gören insanları olan bir dünya yaratmaya çalışmalıyız.
Ben yazılarımda, şiirlerimde, toplumun kanayan yarasını dile getirip çıkış yollarının olabileceği düşüncesini verebiliyorsam, sözcüklerimin kimi Arapçadan, kimi Farsçadan kimide ARI Türkçeden olsun ne fark eder.Öz Türkçeden oluşan bir yapıtı okuyup ‘Anlamadım’ diye kenara atılan yapıtlar vermekten iyidir diye düşündüm hep.

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

ZAMAN AKIP GİDİYOR
Önce müzik durdu.Çav bel ‘ la’ diyemedi Gurup Yorumun solisti.Elektrikler kesildi sanırım diye düşündü,duvardaki saate baktı,aa o da durmuş oysa daha dün değiştirmiştim pillerini.Sessizlik vardı,sessizlikte,sesleri dinledi.Günün ikindi saatleri,bahçeden çocuk seslerinin en çok yükseldiği saatlerdi,Cumartesinin hareketli gecen ev yaşamından kendilerini arka bahçeye attıkları saatler.Çocuklar başka yere gitmişlerdir diye geçiştirdi sessizliğin sebepsizliğini,kuş ve kedi,köpek sesleri,komşu kadınlarının balkondan balkona birbirlerine laf atmaları,halı,kilim,bez silkmeleri….Yo yo bişeyler oluyor,bu sessizlik hayra alamet değil.120 metrekarelik evinin arka bahçesi tarafındaydı yatak odası,kitabını elinden bıraktı,ön tarafa,işlek caddenin olduğu taraftaki salona yöneldi.Kulakları, caddedeki sessizliği sezmiş olmalılarki,kendi adımlarının seslerini duyamıyorlardı.Uzakları, çok daha uzakları dinlemekle meşguldular.Balkon kapısını açmaya korkuyordu,dışarıdaki bu sessizliğin sebebiyle aniden duran müzik,saat,çocukların haykırışlarının bitmesi,kuşların,kedi ve köpeklerin adeta ortadan yok olmaları.Araçlar,araçlara ne olmuştu,başka zaman vızır,vızır işleyen,olur olmaz korna çalan o arabalar nereye gitti.Balkon kapısını açtı,ilkin, havada kanatları açık şekilde donmuş duran güvercine ilişti gözleri.yukarılardaki değişik kuşlarda aynısıydı,yerçekimi,yerçekimi….aşağı baktı,iki taksi yan yana yolun ortasında durmuşlar, sanki trafiği kapatıp biri aşağı giderken, diğeride çıkarken karşılaşıp,birbirleriyle sohbete dalan fütursuz magandalar gibi.Karşı apartmanların camlarında,balkonlarında dışarı bakarken durakalan,caddenin sağında,solunda öylece kalakalmış bir sürü insan,çocuk,kedi,tavuk…….Ağaçlardaki kıpırtısızlığı fark etti.Ve hemen ardından kendi hareketliliğini…İyi de dedi kendi kendine..Ben niye hareket edebiliyorum? ..Belki de daha mantıklı bir soru olmalıydı duruma ilişkin.’Her şey neden duruyor? ’gibi mesela…Sessizliğin sesini dinledi bir süre daha.Suskundu her şey, durgun...En iyisi dışarı çıkmalıydı, yakından şahit olmalıydı gördüklerine.Gözü kapıya ilişince aynı korku sardı içini, tekrar yavaş adımlarla ilerledi.Elini kapının koluna götürürken tüm bu olup bitenleri düşünüyordu….Kapıyı açar açmaz irkildi.Kapının önünde duran ve öylece ona bakan bir adamdı karşısındaki.Tanımıyordu ki adamı.Kimdi ki bu heybetli, gözleri çakmak çakmak, hayatın tüm yükünü omuzlarında hisseden insanların ifadesini taşıyan esmer adam…Eli kapının zilinde.Zile basmış mıydı acaba? ! ! Zil sesi duymadığını, duymadığını düşündü sonra.Elinin tersiyle alnındaki teri sildi.Çok garipti her şey, çok garip…Sanki bir masalın içindeydi. ‘Alice Harikalar Diyarında’…ya da onun gibi bir şey..caddenin karşısına geçti adama boş verip.Yetmiş yaşlarında görülen; saçları yarı beyaz, yarı kırmızımtırak, mevsimine göre giyinmiş, boynunda birkaç sıra inci ve zincir karışımını kolye olan bir kadın ve ona elindeki parayı uzatmış simitçi çocuk...onlara bakan ve donakalmış bir kedi..Sessizlikten başını ağrıdığını hissetti..Gülümsedi sonra, deme ki sessizlikten de başı ağrıyabiliyormuş insanın diye geçirdi aklından.Aniden sinirleri bozuldu sonra..Bir ses, bir kıpırtı olsa..Çığlık atmak istedi, tüm gücüyle ağzını açtı….Ama hayır, olmuyordu..Sesi çıkmıyordu.Tekrar denedi, tekrar, tekrar….Çaresizce oturdu yanındaki banka.
Rüya mıydı acaba içinde olduğu durumun sebebi? Gözlerini kapattı uyumak için.Hani belki uyanınca her şey eski haline dönerdi.Kahretsin o da olmuyordu..Uyuyamıyordu bir türlü..Çaresizce kalktı.Tekrar karşıya geçti yine aynı yavaş hareketlerle.Ne yapacağını bilmez bir insanın bitkinliğiyle evine doğru yürüdü..Kapının ziline uzanmış adamın elindeki poşete baktı uzun, uzun.Poşeti adamın elinde alıp, içine baktı.Bir sürü saat vardı poşetin içinde…Kol saati..ve gözüne iki tane pil çarptı…İki kalem pil..Dün aldığı pillerin aynısından.Pilleri alıp, hızlı hızlı saatin yanına gitti…Pilleri değiştirdi…ve saat çalışmaya başladı.Tik tak, tik tak…Adiymiş diğerleri dedi içinde, sövdü hatta içinden bir iki….Arkasından Çav bel ‘la’ yankılandı odanın içinde ve yine ardından bahçeden ve caddeden gürültüler…Bomboştu kafasının içi…Hiçbir şey hatırlamıyordu sanki.Koltuğuna oturup, kitabını eline aldı.Kaldığı satırdan devam etti okumaya hiçbir şey olmamışcasına.Yazar şöyle diyordu göz gezdirdiği satırlarda; ‘Zaman akıp gidiyor, “zaman” la her şey değişiyor...Zaman bazen giderken el sallıyor, bazen de arkasına bile bakmıyor…Saat pili biterken haber vermiyor..Oysa bilmiyor ki…o durunca hayat duruyor.Belki de insanlar öyle zannediyor…’
YILMAZ TURPCU
(yitik78)

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

Yürek vardır içi sevgi,barış,dostluk duygusuyla dolu
Yürek vardır içi nefret,kin,kazanma hırsıyla dolu
Birinci yüreklerin çoğalması için
İkinci yüreklilerle mücadele ederken
Düşünüyorum da bazen
Onlar gibi mi oluyorum NE?

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

canın, canım
canım da canın
olmayacaksa
hadi eyvallah!

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

Başkalarının yüzünden
Kendimi düşünmedim
Kendimi düşündüğüm gün
Başkalarını düşünmedim

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

Kaldırımlar
YOSMA'lık olmuş
Beyinde bitirilmiş NAMUS
APIŞ arası
Köfte ekmek fiatına
31/3/2007

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

İlk okuduğum kitapta
''Ali yat yat uyu''yu
Öğrettin
Uyur gezer dolanır olduk.
Nasihat etme artık
Dinlemem

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

Küçücük bir çocukken
Önce babamdan öğrendim adını
El tarlalarında,anamla çapa yaparken
Gördüm ki
Sadece babama değilmiş kastın

Devamını Oku
Yılmaz Turpcu

YEDİ KAT YERLİ UZAYLI


Eren, on üç yaşında sekizinci sınıfa giden bir çocuktu. Kasabanın sessizliğe gömüldüğü, yabancıların ortalıkta şortlarla dolaşmadığı, bakkalın, manavın, lokantacının ve hediyelik eşya satıcılarının suratlarındaki gülümsemelerin gittiği, hatta somurtkan olduğu bir dönemdi.Yaz sezonu bitmiş.Ağustos sonlarıydı.Eren evden çıktı, çocukların yemekten önce anlaşıp top oynamak için gittikleri Alilerin evlerinin arkasında, bu sene ekilmeyen boş bir tarlaya doğru yöneldi, durdu, düşündü, tam tersine sahile doğru döndü. Mayosunu alsa mıydı? Vazgeçti.’Kimse yoktur oralarda’ dedi.Top oynarken giydiği şort vardı kot pantolonun içinde, yürüdü, sahile indi, tahmin ettiği gibi kimsecikler yoktu. Açıkta birkaç kayık ağ atmış her birinin içinde sigaraların yakılarak, sessizce beklendiği bir dönemi yaşayan balıkçılar vardı. Eren biliyordu onların neler hissettiğini, babası da balıkçıydı. O farklıydı diğerlerinden, ya erkenden çıkar ya da güneş batımını tercih ederdi. “Deniz benimmiş gibi geliyor bana, suyun üzerinde sallanan kayıkta suyun çırpıntı sesi ve derinden gelen yosun ve balık kokusu, tatlı tatlı esen rüzgar, beni denizin tek sahibi gibi yapıyor, en çok sevdiğim an ağları atıp beklediğim an” derdi. Ağabeyinin yanına gitmişti şimdi babası. Ağabeyi askerdi. Sekizinci sınıfı bitirmiş okumamıştı. Sevdiği vardı, askerlik sonrası evlenecekti. O da balıkçı olacaktı ya da esnaf. Okumayan ne yapabilirdi ki bu kasabada, “Ama ben okuyacağım, okuyup gemi mühendisi olacağım. Bu uçsuz bucaksız görünen suyun öteleri mutlaka vardır. Üzerinde çalışacağım, her şeyini yaparken öğreneceğim gemi ile açılıp uzaklara giderim”, diye düşündü. Silkindi, kendine geldi. İleride bir köpek, burnu ile yerleri koklayarak geziniyordu. Belki o da hayal kuruyordur. “Ne güzel geleceği düşünmek, insan düşlerini gerçekleştirse, burnunu kıvırıp ya da ellerini şaklatıp düşlerine gitse, mutlu olsa tekrar tekrar düşler kursa elini şaklatıp o düşlerine gitse ne güzel olurdu”, diye düşündü. Köpeğe doğru yaklaşıyordu. Köpek onu fark etti. Kafasını yerden kaldırdı, geriye döndü ve Eren’le göz göze geldiler. Eren irkildi, gözlerini köpeğin gözlerinden alamıyordu. Köpek, bildiği hayvansal bakışlarla bakmıyordu. Köpeğin gözlerindeki gülümsemeyi fark etti. Şoktaydı Eren. Köpek yaklaştı.
-Merhaba merhaba Eren.
-Sen sen kimsin? Nesin sen? Konuşuyorsun da. Beni nereden biliyorsun? Rüya mı bu?

Devamını Oku