Milyoner olayım diye piyango almadım,
Kestane, tombala… Alış veriş yapmadım!
Eğlence için tatil köyü aramadım,
Yılbaşı dedikleri neyse anlamadım!
Sıradan bir gün işte, sınav hala çetin
Dertlerim hala benle, gerdeğimde gelin
..
İsa AS ve Yeniyıl
Büyük Peygamberlerimizden İsa AS Kudüs yakınlarında doğmuştur.Doğumu ile ilgili Kur'an-ı Kerimde bilgi vardır.
Doğum günü belli değildir.Katolik Hıristiyanlar 24 Aralık günü doğduğunu kabul edip bu günü NOEL veya Weichnachten olarak kutlarlar.Saygılı bir kutlayışları vardır.Kiliselerde törenler yapılmakta,hıristiyan aileler bir araya gelmekte,dede-torun bütün sülale birlikte kutlamaktadır.(Ewangelisch'ler veya protestanlar da 24 aralığı doğum günü olarak kabul ederler. Şunu da söyleyim.Ülkemizde sık sık hıristiyan batı dünyasında aile ilişkilerinin zayıflığından bahsedilir...Zayıf olan alanlar varsa da sımsıkı bağlarını sürdürenler de az değil.)
Ortodoks Hıristiyanlarda doğum günü 6 ocak kabul edilir,kutlamalar 6 ocakta yapılır.
1 Ocak günü Ortodoks ve Katolik hristiyanların birleştikleri noktadır ve takvimi bu günde başlatırlar.
..
Yılbaşı ve bayram
hüzün ve sevinç
yaşandı iki bin altı senesinin sonunda.
Tekrar aynı olay yaşanacak;
İki bin yetmiş bir yılının sonunda.
Saçaklarda gezeceğiz biz o zaman
..
Tüylerim diken diken olması için bir kaç yazı okumak yetermiş... Nedir bu yılbaşı komikliği... Noel geliyor dostlar, hindileri kestiniz, çamları devirdiniz mi? ... Eee devirmişseniz süsleyin püsleyin güzelce... Gece çocuklarınız pencere kenarına yatırın... Noel babaları kızağıyla geçecek ya kaçırmasınlar... Ve hmmmh nefis gibi kızarmış domuz etini ne zaman koyacağız...? Reklamlarda bunlar işleniyor, filmlerde, dizilerde işleniyor. Halkımız kendisine arz edilen bu seçenekli hayattan şimdilik memnun, ses çıkarmıyor... Ha yakında cadılar bayramı da gelir, siz de kutlamayı unutmayın... Bazıları kendisine utanmadan kostüm olarak Osmanlı kıyafetleri seçsin, bazılarınız Robin Hood olsun, bazılarınız noel baba, bazılarınız spider man, bazılarınız kurt... Hey Osmanlı, Selçuklu torunları... Kendinize gelin. Şeyh Edebali'yi hiç okumadınız mı! Yazık kemikleri sızlıyor adamcağızın, dedenizin... Kemikleri sızlıyor; siz fotokobisi olduğunuz ASILLARINIZIN... Ne güzel yeni yıl yazısı oldu bee, ne güzel yüzünüz kızarmadan okudunuz... Bana gelen facebook un gönderdiği meil yazdırdı bu yazıyı, city vile oyununa ait... VE Leyla arkadaşımın bir yazısı...
(ZORUNLU NOEL İNİŞLERİ- atölye inşası için yardım gerekli) , diyor... Noel Baba'nın kızağına yardım edecekmişim.... Hay tüküreyim bu oyunu oynadığım günlerime... Ebeveynler uzak tutun çocuğunuzu bilgisayardan, facebook'tan.. Beyinlerini yıkıyorlar..
Yok ben inmeyeceğim... Yeni yılı da kutlamıyorum... Hindi kesmeyeceğim, kola bile içmeyeceğim... Benim yeni yılım hicri takvime göre zaten geçti... O yeni yılın içerisindeyim... Bana meiller gelmeye devam ediyor bu arada, son gelen meile de sevindim. Noel Baba'nız kızağı bulmuş? İşte gelen o mesaj:
KIZAK BULUNDU
..
- Şiir değil...........Paylaşmak istedim...-
Biliyor musunuz, benim hiç sevgilim olmadı genç kızlık dönemimde. Büyüklerimin, öğretmenlerimin telkinleri, yanlış yönlendirmeleri yüzünden.....Genç kızlık yıllarım aşk- meşkten habersiz geçti gitti. Çünkü bana ve diğer kızlara aşık olmak yasaktı. Erkeklerle arkadaşlık yapmak ayıptı. Kızlar kızlarla arkadaşlık yapmalıydı, erkekler erkeklerle. Kızlar için 'erkek arkadaş' olmaz, olsa olsa 'sevgili' olurdu. Aşk ayıptı, günahtı, haramdı. Peki ya erkekler? Canım karıştırmayın işin o yanını. Onlar için “yasak” diye bir şey yoktu ki. Biz kızlar kafesteki kuştuk, erkekler ise özgür bir kartal. İyi de; erkekler, üçüncü bir cinsiyet olmadığına göre, kime aşık olacaklardı? Kızlara yasak olduğuna göre....
Yazdığım şiirleri bile saklardım ailemden, öğretmenlerimden. Şiir de neydi? Ders çalışmak varken, şiir yazmak da ne demek oluyordu? Hatta şiir yazdığımı bilen arkadaşlar bile “Sen Aşık mısın? ” derlerdi. Çünkü onlara göre şiir, yalnızca sevgiliye yazılırdı. Sevgili! Ayyy! NE AYIP!
..
yılbaşı sabahı
çıt yok memlekette
sokaklar ayaza kesmiş
son düşen yapraklar doldurmuş alanları
bir çift kumru gagalıyor geceden kalanları
sadece üç beş yolcu bekliyor durakta
anlaşılan millet iyi eğlenmiş bu yoklukta
..
ey sevgili
yaşama dair şeyler
karmaşık şeyler düşünmekten
yorgunum
ve sair şeyler umurumda değil artık
kaçıncı mevsim
kaçıncı yıl geçti
..
Uzayıp giden gecelerde kurulur gündüzlerin düşleri...
Kurabildiğin kadar kur, düşle, çoğalt gündüzleri...
Yok aslında eskiyen, bırakıp yerini yeniye, giden...
Her yılbaşı aynı terane...
..
Bazen Martı olursun
Rodos'a inat
Zeytindalı olursun bazen
Sımsıkı alırım avuçlarıma
Savaşlar yaşanır ikliminde Ninova'nın
Asur tabletlerine kazınır adın
Düş görürken yeni yetme Freskler
..
güz bile
ben gidiyorum
demeye hazırlanırken
yılbaşı çiçeğim mutfağımda
yeni dünya komşumun bahçesinde
çiçeğe dönüyorsa
ve de
..
YENİ PAGANİZM
Paganizm ölmedi, paganizm hala yaşıyor. Çağdaş paganizm gündelik hayatın içine gizlenmiş durumda bu yüzden kimse fark etmiyor bunu. Bu yüzden de ruhumuzun d erinliklerine yerleşiyor, toplumları ele geçirip kuşattığı gibi fertleri de derinden derine ele geçiriyor.
Bu gün sabah erkenden kalktığımızda karşımıza çıkan ilk kişiye günaydın deyişimiz pagan dünyasının ilk selamlaşmasını oluşturuyor. İslam düşünce ve yaşantısının alternatifi olarak yerleşen bu tür paganist uygulamalar hayatımızın her yanına uzanıyor, bin bir kollu bir ahtapot gibi dünyamızı kuşatıp yavaş yavaş somurup yok ediyor.
Okullarda sabah antlarının çıkışı modern paganizmin ilk uç vermesi, amentüsüdür. Hatta bu gün marşla haftaya başlama ve marşla haftayı bitirme törenleri pagan tören değil de nedir? Kentlerin tüm meydanlarını kuşatan, adım başı korkunç bir heyula gibi insanların üzerine abanan heykellerin, okulların en mutena yerlerine konulan adeta bir tapınma köşesi haline getirilen büstlerin pagan uygarlıklardan kalma olduğunu, bu pagan dinin bir versiyonu olan günümüz paganlığının ibadet yerleri olduğunu kim inkar edebilir.
..
duygu kırılması yaşanır
son virajda
yılın sonu görünür
sonbahar yorgunluğu
zemheri öncesi ayda
yılbaşı arifesinde bir telaşe
don tutar yüreğim
..
Yirmiyedi yıl oldu seninle tanışalı
Hiç kalbimi kırmadın deme sakın taşralı
Ben çok oldu yuvamdan kuşları uçuralı
Dert ortağım sırdaşımsın arkadaş
Yılbaşı geliyor eskiyor yıllar
İstemem ayrılsın sonunda yollar
..
Doksanların sonuna doğru Eskişehir'de öğrenciydim. Okulu bırakmak üzereydim, ailemi bırakmıştım, solculuk beni bırakmıştı. Sik gibi kalmıştım tek kelimeyle. Beş kuruş param olmadan günler geçiriyordum. Hala şaşarım, ne yiyip ne içiyordum o zamanlar diye? Tek bir örnek vereyim, sefaletin boyutunu anlayın. Bir gece yarısı soğuktan donmasın diye hohlaya hohlaya yazı yazmaya çalıştığım tükenmez kalem dondu. Üşüyordum, ne soba vardı ne doğalgaz. İkisi de umurumda değildi. Ama sahip olduğum tek kalem donup yazmamaya başlayınca panikle ortalığı birbirine katarak kalem aramaya başladım..mına koduğumun odasında bir tane bile kalem yoktu. Ne parasızlığı, ne gazsızlığı ne de açlığı umursayan ben, yazacak tek bir kalem bulamayınca yer döşeğine kapanıp sızana kadar ağlamıştım. Ertesi gün Titanik 4 adlı kafeye gidip beş altı tane kalem çaldım. Hala ödemiş değilim borcumu..
Depodan bozma tek odalı evimde, daha önce orada oturan öğrencinin çöp diye atmadığı arkası boş binlerce sayfa vardı. Okulu tamamen boşlamıştım. Uyku desen yıllar önce beni boşlamıştı. Yapacak başka hiçbir şeyim yoktu. Çıldırmış gibi yazmaya başladım ben de. Hastalığın tanımını bile değiştirmiş, manik değil panik depresif olmuştum iyice. Aklıma ne gelirse yazıyordum. Saatler, günler hatta aylar birbirine girmişti. Kiloyla aldığım tütünü uç uca ekleyip, bir taraftan şehvetle sigara içiyor diğer taraftan da aklıma ne gelirse yazıyordum. Hayatımın en öfkeli yazılarıydı onlar, başka bir buhran anında hepsini yaktığım, nelerden bahsettiğim hakkında şu an en ufak bir fikrimin bile olmadığı, binlerce sayfa. Bir yüzlerinde makro iktisat, hukuka giriş, ekonometri notları, diğer yüzlerinde benim hezeyanlarım. En azından bir kaç tanesini saklayabilseydim keşke..
O saçma sapan ve hepsi birbirine benzeyen günlerden biriydi. Neredeyse 24 saat yemek yemediğim ve uyumadığım günlerden biri. Yine kudurmuş gibi sabahtan akşama kadar yazdığım, öfkeden ve yorgunluktan başımın çatlayacak kadar ağrıdığı bir gün. Dışarı çıkayım dedim, biraz hava almak için (pencere bile yoktu.mına koduğumun odasında) . Kendimi dışarı atıp gelişigüzel dolaşırken önce kalabalığı fark ettim, sonra garip şarkılar eşliğinde yaptıkları enteresan hareketleri ve sonra bazılarının tuhaf kırmızı kostümlerini. Vay anasını dedim dışımdan, lan bu gece yılbaşıymış. Birden annemi aramak geldi aklıma. Kastamonu'daydı ailem. Elimi cebime attım, uzun süredir sakladığım jetonu aldım ve kulübe aramaya başladım. Porsuğun kenarındaki kulübeye geçip tuşlara bastım. Tek bir jetonum vardı, konuşmak istediğim binlerce şey vardı, etrafımda eğlenen sürüyle insan vardı ve o an benim sadece anneme ihtiyacım vardı. İkinci çalışta açıldı telefon. Kardeşim çıktı, annemi istedim. Hastaneye götürdü babam dedi. N'oldu ne hastanesi dememe kalmadan kapandı telefon. Delirmek üzereydim. Dışarı çıkıp kulübenin yakınındaki insanlara jeton sordum. Kimsede yokmuş. Bayiye gidip jeton istedim, parasını yarın bırakırım dedim. Yok dedi pezevenk. Oysa kasanın yanındaki jeton kutusunu görüyordum. Allah belanı versin deyip sokağa çıktım tekrar. Hayatım boyunca hiç yapmadığım bir şey yapmaya başladım. Geçen insanlara bozuk paranız var mı diye sorarak yürüdüm. Yarım saatten fazla dolaştım, en az yirmi kişiye sordum. "Pardon, bozuk paranız var mı? Yirmisinin de yokmuş bozuk parası. Yavşakların yılbaşı eğlencesi vardı, markalı botları vardı, sevgilileri vardı, kalemleri, doğalgazları, planları vardı. Ama hiçbirinin bozuk parası yoktu. Serdar aklıma geldi sonradan. Evi biraz uzaktaydı. Ondan alırım jeton parası diye düşünüp tekrar yürümeye başladım. Sonra yolda bir tanıdık denk geldi. Durumu anlatıp biraz para istedim. O parayla da üç tane jeton alıp hemen evi aradım..
Önemli bir şeyi yokmuş annemin. Tansiyonu düşmüş biraz. Ben aradığımda da evdeydi zaten. Konuştuk biraz, kapattım. Sonra odama döndüm hızlıca. İnsanlar eğlenmeye, kahkahalar atmaya devam ediyordu. Ve ben biraz daha baksam suratlarına, o gece kesin cinayet işleyebilirdim. Ciddi bir gerekçeye ihtiyacım yoktu, bir jeton parasını bile esirgeyen ırkın mensubu olmaları yeterliydi. Kendimden korkup hızlıca eve girdim. Kağıtlarımı elime alıp yazmak için yere eğildim. O da ne? Yazmıyor. Diğer kalemi aldım, o da yazmıyor. Diğeri de. Diğeri de.. Kafeden çaldığım ucuz kalemler de donmuştu soğuktan. Bir an Allah'a küfretmek geldi içimden. Sonra hemen tövbe dedim. Gözlerim doldu, tuttum kendimi ağlamadım. Donmuş kalemleri sıkı sıkı avuçlayıp, güldüm. Kahkahalarla güldüm. O gece ben, hayatım boyunca gülmediğim kadar çok güldüm..
..
sen o çatılar gibisin üzerine
yılbaşında kar yağmayan aptal turuncu kiremitli
kandırdılar işte bizi bu kadar zaman
naylon çam ağaçlarını gerçek diye yutturdular
anla artık noel baba son derece şerefsiz
hayatta yolu düşmez fakirlerin evlerine
eve tek parça gelen babaların hala
..
Bugün yılın son günü takvim son yaprak.
Koparmaya cesaret edemiyorum.
Yine sensiz bir hüzün hasret olacak.
Yeni yıla bir anlam veremiyorum.
Sen geldin de sevenim hani bir ocak?
Bu hasreti kim verdi kim durduracak?
..
Güller
Gülleri yatağımda düşünemem
Onları salonumda isterim
Bir yılbaşı gününde
Onları kapımda bulurum
..
Şarkılar bir başka, senin içindir
Yıl sonu uğurlarken sonbaharı
Bir gamsız arsız üzüntü gelir
Ayrılık fırtınası akşamları.
Sevinçlerim yokluğunda irkilir
Her yılbaşı göremezsem yüzünü
..
Hanım 45’lik olmuş diye çatmış kaşını,
Nasıl kutlar zavallı bu yaşta yılbaşını.
Hem nene gerek senin Noel’se yılbaşıysa.
Fakirlerin kısmeti yine yağsız aşıysa,
Ağaçları ışıkla donatamam bil-umum,
Dersini yapmak için bir çocuk yakmışken mum.
..
İki bayram
Bir yılbaşı geçti aradan
Hala sana aldığım bir yüzük
Onu da bilmeni isterim, anane gereği
Ondan yüzüne bakamıyorum
Sanmaki sevmiyorum
Sana satırlar dolusu mektup yazamıyorum
..