Rakı içmeye çıktım akşam. Tek başıma. Gittiğim mekanın sigara içilen dış tarafına oturdum. İçerde sigara içilmiyor malum. Oturdum içiyorum. Bir süre sonra bi abi çıktı dışarı. Her yer dolu. Masama sokulup “Oturabilir miyim? ”, dedi. “Tabi abi”, dedim, “otur.” Oturdu. Konuşmadık başka bi şey. O sigarasını içti ben de sigaramı ve rakımı. Derken piyangocu geldi. Büyük ikramiye anasının.mı trilyon veriyormuş bu yılbaşı. Abi yüz tane çeyrek bilet aldı. 1250 lira yapıyor. Saydı parayı, aldı biletleri. Piyangocu uzaklaşınca dayanamayıp sessizliği bozdum. “Abi” dedim “neden o kadar bilet aldın? ”
“Çok para lazım yeğenim! ” dedi. Dedim “abi çıkmaz ki sana çok para.” Ki zaten biletler için verdiği para bile bence çok para ya, neyse. Çıkmaz yani çok para. Bu güne kadar selam verdiğim hiç kimseye çok para çıkmadı. Sorun sende değil abi, sorun bende demek istedim. Diyemedim.. “N’apçan abi o kadar çok parayı? ” dedim gayrı ihtiyari..
Yüzüme baktı. Sadece baktı uzunca müddet. Sonra anlatmaya başladı. Karısından iki sene evvel boşanmış. Kadın çocuğunu da alıp Almanya’ya gitmiş sonra, babasıgil ordaymış. Velayeti anneye vermiş mahkeme. O gün bu gündür de göremiyormuş abi kızını. Falan filan işte…
“Eee abi” dedim, “kızını görmek senin en doğal hakkın. Bunun parayla pulla ne alakası var? Bilet almaya harcadığın parayla uçak bileti alsaydın gider kızını görürdün..”
“Çok biliyon artist” dedi bana ve hışımla kalktı gitti masamdan. O andan bu ana kadar da kendimi yiyip bitirmeme neden oldu. Ayıp ettim abiye. Belli ki uçak bileti parasıyla halledemediği için meseleyi çok para istiyordu abi. Ve başka çaresi olmadığı için belki de, bütün parasını piyango biletine yatırdı. Oturduğum yerden, gördüğüm ve dinlediğim kadarıyla ahkam kesmek kolay dedim sonra kendime. Kendime kızdım. Sonra Eskişehirspor’un kupa maçı başladı. Maça daldım abiyi de kızını da unuttum. Sonra maç bitti. Sonra biraz daha içtim. Sonra az şiir okudum, az yürüdüm, eve geldim, bi bira açtım. Sonra abiyi hatırladım tekrar. Sahi, abi çok para çıkarsa n’apacaktı acaba?
..
Kardan ince gök tanesi,
yılbaşı ağacı süsleri gibi değil Nexus'un,
Uzay Yolu Yeni Nesil'deki,
Pickard'ın bakakaldığı ve gerçeği bulamadığı...
O süsler gerçekse ki öyle,
bunun için ancak o vakit orda kalmak lazım -
başka koşulda, değil
..
Bugün yılbaşı
Bugün kurban bayramı
Birazdan
Onca hazırlık,
Onca temizlikten sonra
Bir telefon klubesinde
Kutlayacağız…
..
Herkese Hayırlı Pazarlar.
Bu hafta gene Annem Ayşe ile ilgili bir
anımı paylaşacağım.Annem çok titiz ve
güzel kokulara meraklı bir kadın dı,Balıkesirli komşumuza oranın beyaz zambak kolonyasından beş kiloluk bidonla getirtirdi, o zamanlar böyle parfümeri
dükkanları yoktu pazarlarda kolonya ve esans tezgahları olurdu yada küçük camlı bir kutuda kolonya şişelerinin içine beğendiğin esanslardan enjöktörle sıkarlardı,Annemin de pazarda yaşlı bir
kolonyacısı vardı bize torpil geçer
kolonyanın içine esansını biraz fazla
..
Baharın tomurcukları açacak
kış olacak.
Her yere çınlama sesleri dolsun
çünkü sokaklar, caddeler rengarenk doluşacak.
Herkeste bir tatlı telaş olacak.
Gene yılbaşı geldi;
ne mutlu size,
..
İslâm şeriati içinde, bir çok kutsal günler vardır. Bayramlar da, bunlardan biridir. Muhammedi’lerde ve de Türk’ler de ise; bayramın yalnız adı değil, kutlanışı bile, diğer din ve milletlerin bayramlarından çok farklı, çok daha edepli ve çok daha vakârlıdır.
Bilhassa; BAYRAMI bir gün önceden karşılamak için bile, ayrı bir heyacan ve ruhen arınmanın zirveleri yaşanır! .. Bayramın gecesi ise; tam bir metafizik gerilim terennüm edilir ve ilave ibadetler, hayır ve hasenetler yapılır, en mühimi de uyku uyumadan sabahlanmaya çalışılır...
Şafak vakti; metafizik gerilim zirve yapar ve apayrı duygular yaşanır, apayrı ruhani zevkler Arş’a yelken açar! ..(ekbette ki; bunu kalbiyle, vicdanıyla, aklıyla ve mantığıyla, gönlü ve duygularıyle.. yaşayanlar için.)
Sabah namazından sonra ise; diğer günlerden ayrı bir sabah, her yönü ile kendini hissetirir. Bu; tam tarif edilemeyen ve algısı, terennümü, yaşayışı.. çok farklı, metafizik gerilimi yüksek bir sabah’tır. “BAYRAM günlerindeki, o “BAYRAMA ÇOK ÖZEL SABAH’ların! ..”
Hiç unutulmaz, “bayram günlerine rastlayan bu mübarek sabahlar! .. ” Her sabah’tan, çok farklı bir sabahtır; şu bayram günlerindeki sabahlar! .. Ve bir de; yılbaşı gecesi ile çakışan, “BAYRAM’daki O, SABAH” var ya! .. O sabah! .. İşte, insanı ah-vah ettiren o sabah! .. O, belki bir ömür boyunca; ancak, bir defacık yaşanan o sabah! ...
İşte, o yılbaşı gecesinin sabahı! .. Bilene, ne büyük bir yol ayrımını.. ve ne büyük bir seçimdi, O, BAYRAM’daki SABAH.. Beni, defalarca bütün zerrelerice; ahhhh ettiren, o sabah!
Acaba; hayat boyu, hem de birkaç nesile, bir defa daha rastgelir mi? ..
..
İslâm şeriati içinde, bir çok kutsal günler vardır. Bayramlar da, bunlardan biridir. Muhammedi’lerde ve de Türk’ler de ise; bayramın yalnız adı değil, kutlanışı bile, diğer din ve milletlerin bayramlarından çok farklı, çok daha edepli ve çok daha vakârlıdır.
Bilhassa; BAYRAMI bir gün önceden karşılamak için bile, ayrı bir heyacan ve ruhen arınmanın zirveleri yaşanır! .. Bayramın gecesi ise; tam bir metafizik gerilim terennüm edilir ve ilave ibadetler, hayır ve hasenetler yapılır, en mühimi de uyku uyumadan sabahlanmaya çalışılır...
Şafak vakti; metafizik gerilim zirve yapar ve apayrı duygular yaşanır, apayrı ruhani zevkler Arş’a yelken açar! ..(ekbette ki; bunu kalbiyle, vicdanıyla, aklıyla ve mantığıyla, gönlü ve duygularıyle.. yaşayanlar için.)
Sabah namazından sonra ise; diğer günlerden ayrı bir sabah, her yönü ile kendini hissetirir. Bu; tam tarif edilemeyen ve algısı, terennümü, yaşayışı.. çok farklı, metafizik gerilimi yüksek bir sabah’tır. “BAYRAM günlerindeki, o “BAYRAMA ÇOK ÖZEL SABAH’ların! ..”
Hiç unutulmaz, “bayram günlerine rastlayan bu mübarek sabahlar! .. ” Her sabah’tan, çok farklı bir sabahtır; şu bayram günlerindeki sabahlar! .. Ve bir de; yılbaşı gecesi ile çakışan, “BAYRAM’daki O, SABAH” var ya! .. O sabah! .. İşte, insanı ah-vah ettiren o sabah! .. O, belki bir ömür boyunca; ancak, bir defacık yaşanan o sabah! ...
İşte, o yılbaşı gecesinin sabahı! .. Bilene, ne büyük bir yol ayrımını.. ve ne büyük bir seçimdi, O, BAYRAM’daki SABAH.. Beni, defalarca bütün zerrelerice; ahhhh ettiren, o sabah!
Acaba; hayat boyu, hem de birkaç nesile, bir defa daha rastgelir mi? ..
..
Elif Su ceylan gözlüm kurban olurum sana
Lazımsın sen gönlüme her gün gelesin bana
İçimde açan gülüm veremem başkasına
Fayda verir ruhuma o gülüşlerin var ya
Sonsuz sevgim sanadır sakın atma yabana
Unutamam ben seni herkesi unutsam da
Üzülmeni istemem bu hayatta hiç senin
..
İslâm şeriati içinde, bir çok kutsal günler vardır. Bayramlar da, bunlardan biridir. Muhammedi’lerde ve de Türk’ler de ise; bayramın yalnız adı değil, kutlanışı bile, diğer din ve milletlerin bayramlarından çok farklı, çok daha edepli ve çok daha vakârlıdır.
Bilhassa; BAYRAMI bir gün önceden karşılamak için bile, ayrı bir heyacan ve ruhen arınmanın zirveleri yaşanır! .. Bayramın gecesi ise; tam bir metafizik gerilim terennüm edilir ve ilave ibadetler, hayır ve hasenetler yapılır, en mühimi de uyku uyumadan sabahlanmaya çalışılır...
Şafak vakti; metafizik gerilim zirve yapar ve apayrı duygular yaşanır, apayrı ruhani zevkler Arş’a yelken açar! ..(ekbette ki; bunu kalbiyle, vicdanıyla, aklıyla ve mantığıyla, gönlü ve duygularıyle.. yaşayanlar için.)
Sabah namazından sonra ise; diğer günlerden ayrı bir sabah, her yönü ile kendini hissetirir. Bu; tam tarif edilemeyen ve algısı, terennümü, yaşayışı.. çok farklı, metafizik gerilimi yüksek bir sabah’tır. “BAYRAM günlerindeki, o “BAYRAMA ÇOK ÖZEL SABAH’ların! ..”
Hiç unutulmaz, “bayram günlerine rastlayan bu mübarek sabahlar! .. ” Her sabah’tan, çok farklı bir sabahtır; şu bayram günlerindeki sabahlar! .. Ve bir de; yılbaşı gecesi ile çakışan, “BAYRAM’daki O, SABAH” var ya! .. O sabah! .. İşte, insanı ah-vah ettiren o sabah! .. O, belki bir ömür boyunca; ancak, bir defacık yaşanan o sabah! ...
İşte, o yılbaşı gecesinin sabahı! .. Bilene, ne büyük bir yol ayrımını.. ve ne büyük bir seçimdi, O, BAYRAM’daki SABAH.. Beni, defalarca bütün zerrelerice; ahhhh ettiren, o sabah!
Acaba; hayat boyu, hem de birkaç nesile, bir defa daha rastgelir mi? ..
..
İslâm şeriati içinde, bir çok kutsal günler vardır. Bayramlar da, bunlardan biridir. Muhammedi’lerde ve de Türk’ler de ise; bayramın yalnız adı değil, kutlanışı bile, diğer din ve milletlerin bayramlarından çok farklı, çok daha edepli ve çok daha vakârlıdır.
Bilhassa; BAYRAMI bir gün önceden karşılamak için bile, ayrı bir heyacan ve ruhen arınmanın zirveleri yaşanır! .. Bayramın gecesi ise; tam bir metafizik gerilim terennüm edilir ve ilave ibadetler, hayır ve hasenetler yapılır, en mühimi de uyku uyumadan sabahlanmaya çalışılır...
Şafak vakti; metafizik gerilim zirve yapar ve apayrı duygular yaşanır, apayrı ruhani zevkler Arş’a yelken açar! ..(ekbette ki; bunu kalbiyle, vicdanıyla, aklıyla ve mantığıyla, gönlü ve duygularıyle.. yaşayanlar için.)
Sabah namazından sonra ise; diğer günlerden ayrı bir sabah, her yönü ile kendini hissetirir. Bu; tam tarif edilemeyen ve algısı, terennümü, yaşayışı.. çok farklı, metafizik gerilimi yüksek bir sabah’tır. “BAYRAM günlerindeki, o “BAYRAMA ÇOK ÖZEL SABAH’ların! ..”
Hiç unutulmaz, “bayram günlerine rastlayan bu mübarek sabahlar! .. ” Her sabah’tan, çok farklı bir sabahtır; şu bayram günlerindeki sabahlar! .. Ve bir de; yılbaşı gecesi ile çakışan, “BAYRAM’daki O, SABAH” var ya! .. O sabah! .. İşte, insanı ah-vah ettiren o sabah! .. O, belki bir ömür boyunca; ancak, bir defacık yaşanan o sabah! ...
İşte, o yılbaşı gecesinin sabahı! .. Bilene, ne büyük bir yol ayrımını.. ve ne büyük bir seçimdi, O, BAYRAM’daki SABAH.. Beni, defalarca bütün zerrelerice; ahhhh ettiren, o sabah!
Acaba; hayat boyu, hem de birkaç nesile, bir defa daha rastgelir mi? ..
..
Piyango
Her zamanki gibi akşam saat 20.00 de eve geldi. Geliş saatini şaşırdığı, senede iki defa olurdu; ikramiye aldığı günler. O da evden izin almak kaydıyla. Arkadaşlarıyla imece şeklinde felekten bir gece çalarlardı. Hepsi maaşları ay sonuna kadar yetiremediklerinden ucuz bir lokanta bulup, hep aynı yere giderlerdi. Lokantanın müşterileri dar gelirli işçi, memur ve küçük esnaflardan oluşuyordu. Kapıyı anahtarıyla açtı. Ceketini kapının yanındaki askıya asarken, kilitte bir anahtarın dönme sesini ve arkasından kapının açılıp kapadığını duyan hanım koşturarak adama terliklerini verdi ve “hoş geldin bey günün nasıl geçti. Önce yemeğe mi oturalım yoksa biraz sırtını mı ovdurursun,” dedi. Adam içinden” garanti bir şey isteyecek beni tavlama numaralarına başladığına göre” diye düşünürken dışından “Yok hanım yemeğe oturalım, sende akşama kadar yoruluyorsun. Çocuklar nerde niye gözükmüyorlar? Garanti bir kabahat işlemişlerdir gene; sende beni yumuşatmaya mı çalışıyorsun? ” Diyerek hücuma geçti.
Yirmi senelik evlilik hayatı onlara şimdi on beş yaşında bir kız ve on sekiz ya-şında olan bir erkek çocuk vermişti. Kız lise ikide, oğlan da ikinci defa Üniversiteye hazırla-nıyordu. Dershane parası çıkışmadığından sınav dergilerinden ve gazetelerin, tiraj arttırmak için verdikleri eklerle idare ediyordu. Annesi de oğluna hak verip diğer talebelerin, on bin-lerce lira dershane parası ödeyerek; kazandıklarını söylüyordu. Adam bir şey söyleyemiyor, tevekkül ile boyun eğiyordu. Kadın kocasına büyük sevgi ve saygı duyuyor, ama ne çocukları, ne de kendini başından beri ezdirmiyordu. O yetersiz maaşla evi pek de güzel idare ediyordu. Kuaför ve makyaj gideri yok denecek kadar azdı. Paralı günlerden aldığı birikmişlerle; evin bir eksiğini kapatıyordu. Çocukların harçlığını ve eğitim giderlerini kısmamaya çalışıyorlardı, ama bir türlü çocukları memnun edemiyorlardı. Adam karısının ev idaresinden oldukça hoşnuttu. Ama bazen de iş yerinde ki stresinin eve gelince arttığını hissediyordu.
Kadın” aaa hiç öyle şey olur mu, bizim için koşturuyorsun, yorgunluğunu alalım da güler yüzle iki çift laflayalım istedim, zaten söyleyen gitti, ne halin varsa gör. Çocuklar hadi sofraya… Babanız geldi” diye içeriye seslendi. Adam söylediğine söyleyeceğine pişman olmuş, başı önde lavaboya geçmişti. İçinden de; (bu sefer tutturamadık ve 1-0 yenik durumda başladık akşama, bakalım beraberlik gelecek mi?) diye geçiriyordu. Sofrada çocuklar babala-rının hatırını aldıktan sonra, anneleri tarhana çorbası koymaya başladı tabaklara. Oğlan (gene mi çorba?) derken lafı yuttu, bu sene boş gezdiği gelmişti aklına. Kız, hazmı kolay ve kilo yapmadığını düşünerek; ses çıkarmadan üfleyerek ekmeksiz içiyordu. Adamcağız başka yemek yoktur kaygısıyla; çorbanın içine yarım ekmek doğradı. Kadın kocasına baktı ve “bu gün çok açsın herhalde, kıtlıktan çıkmış gibisin. Bulgur pilavını da ekmekle yersen şaşmam” diyerek ikinci yemeğin sinyalini verdi. Adam bu işi sevdi ve karısını pohpohlamak için “Bu kadar az parayla böyle leziz ve çeşitli yemekler yapmanın bir sırrı olmalı değil mi çocuklar? “ diyerek de müttefik aradı kendisine. Çocuklar hafta başında aldıkları haftalığın üçüncü gün bittiğini; babalarına nasıl söyleyeceklerini bulamamanın sıkıntısıyla, yarım ağızla destekle-diler. Kadın birden bire; ev sahibinin hanımının geldiğini ve bir aydır geciken kiranın bir an önce ödenmesini, sert bir dille rica ettiğini söyleyiverdi. Ev sahibesi ayrıca bu semtte; iki oda bir salon evlerin bu fiatın iki katına, o da bulunursa kiralandığını, beş yıllık kiracıları olma-salar, çoktan tahliye işlemlerine başlamış olacaklarını da; münasip bir lisanla sözlerinin arka-sına eklemişti. Bulgur pilavı adamın boğazına durmuş; aşağı gitmiyordu. Nefes alamadığın-dan, yüzü kızarmaya başlayınca; bir eliyle masaya vurup dikkatlerini çekmeye çalışıyor; öbür eliyle sırtını gösterip, vurun demeye getiriyordu. Hanım adamın sırtına üç-dört yumruk attık-tan sonra biraz rahatladı. Üstüne bir bardak da su içince; yeniden Dünya ya gelmiş gibi oldu. Şimdi, kapıdaki yumuşak karşılamanın sebebi anlaşılmıştı. Ne ucuz ev bulabiliyorlar, ne de geciken kirayı, ikramiyeden önce ödeyebileceklerine inanıyorlardı. İşe gitmek için iki vasıta, gelmek için keza iki vasıta ücretini de kiraya eklerse; maaşın yarısı böyle gidiyordu. Gazete-lerde icra-iflas haberlerini okuduktan sonra, kredi kartı almaktan korkmuş; iyi de yapmıştı. Mahallede ki bakkal, veresiye yazdıranlara birazcık pahalı verse de; ay sonunda ne verirsen fazla itiraz etmiyordu, ama aydan aya, hesap hiç düşmeden kabarıyordu sanki. Kasap peşin istediğinden değil beyaz etin daha sıhhatli olduğundan, beyaz ete dönüş yapmışlardı. Ayda bir yarım kilo kıyma alıp bol ekmek katıp köfte özlemini giderseler de; balık bile kara etin tadını unutturamıyordu. Giyim, kuşamı da pazardan hallettikleri halde; her ay açık veriyorlardı. Adam” Hadi az şekerli bir kahve yap da… Yok, yok, istersen çay demle de hep beraber içelim ve aile meclisi olarak bu durumumuzu konuşalım.” Dedi. Kız sofrayı toplayıp masayı silerken, annesi de çayın suyunu ocağa koyuyordu. Oğlan harçlıkları arttırma talebinin, bu akşamı kötü sonlandıracağını düşünerek ertelemeği yeğ tutmuştu. Aslında dershaneye de gitmediği için; biraz harçlık artırımı yapsalar; hiç de fena olmazdı. Ama kira gündemdeki ilk sırayı almış, diğer maddeler önemini kaybetmişti. Çaylarını içerken, adam ilk sözü aldı ve ekonomik yetersizliği kısaca özetledikten sonra; bu durumdan çıkmak için fikirler ve önerilerinizi bekliyorum dedi. Kadının dikiş makinesi alınırsa; terziliğini konuşturabileceğini ve aileye önemli katkıda bulunacağını, söylemesi üzerine; adam bunun olmayacak duaya amin demek olduğunu, dikiş makinesi alacak para olsa; kira sorunu olmayacağını söyledi. Bu sefer de kadın evlere temizliğe gidebileceğini, çalışmaktan utanmayacağını, bilakis mutlu olacağını söyleyince; başta adam olmak üzere çocuklar da itiraz ettiler. Evin işlerini kim yapacaktı? Pazara kim çıkacaktı? Yemeği kim yapacaktı? V.s. Aslında annelerinin yapacağı işten utanıyorlar; toplumda ki sosyal durumlarına uygun görmüyorlardı ve itirazlarının asıl nedeni buydu. Çocukların katkısı da harçlıklarıyla yetinmek; demek oluyordu. İkisinin de suratları biraz ekşimişti. Adam dua etmekten başka çaremiz kalmadı artık derken; kadın da “duayla maaş arttığı? Hiç görülmüş mü bey? İyiden iyiye saçmalamaya başladın. Kalk yat bari, dinlen, kendine gel” dedi. “Gelmeli hanım bu yılbaşı para gelmeli! Yoksa ne yaparız? ” dedi adam. Cevabı hazırdı kadının. “ Demek verdiğin siparişin naklini bekliyorsun bey.” Diye hafiften dalga geçiyordu kocası ile. Adam istihzayı sezinlemiş ama üstüne gitmemişti karısı-nın, bir tatsızlık daha çıksın istemiyordu, bunca tatsızlığa ek olarak. Elini pantolonunu cebine atarken de hepsine birden sordu.”yılbaşına kaç gün var? ” Bir ağızdan cevap verdiler iki gün var. Adam tekrar sordu ”yılbaşı çekilişinde büyük ikramiye ne kadar? ”
Oğlan cevap verdi “On beş milyon, ama şehirde bilet kalmadı herkes küçük yerlere gidiyor; bilet bulmak için. “
Adam elini cebinden çıkarıp “üçüncü ve son soru bu elimde gördüğünüz ne? Dedi. Çocuklar piyango bileti diye bağırırken; kadın histeri nöbetine tutulmuşçasına katıla, katıla gülmeye başladı. Gözünden yaşlar gelene kadar güldü. Gülmesi bittiğinde yorgunluktan divana uzandı. İçinden kim söylemişse iyi söylemiş; güleriz ağlanacak halimize diyordu. Adam fena bozul-makla birlikte; Peki karıcım ya çıkarsa o zamanda ben gülebilir miyim? Hem çıkmış gibi hayal kurmanın, iki gün umutla yaşamanın, iki gün boyunca bütün isteklerimizi sanal olarak yapmanın kime, ne zararı olur? ”
Adam, önce bir araba alırım deyince kadın yattığı yerden doğrularak “Saçmalama bey, bize önce ev lazım. En az dört oda bir salon iki banyo, çocuklara birer oda, bir misafir yatak odası, banyonun biride misafir için, mutfak hazır dolap ve ankastre olmalı ve geniş olmalı ki; yemek masası da orada olmalı” dedi. “Çok haklısın anne! Çok yerinde görüşlerin var” dedi kız. Oğlan hemen taşı gediğine koydu. “Harçlıklar yetmiyor. Üniversite hazırlık için dershaneye yazılmalıyım, gidip-gelmek için de; takdir edersiniz ki bir motora ihtiyacım var” deyince; kız lafa girdi “motor deyince aklıma geldi, bizim bir deniz motoruna ihtiyacımız olacak değil mi babacığım? ” “Haklısınız bunların hepsi de bizim ihtiyacımız, herkesin ihtiyacı tek tek yerine getirilecektir. Ben de spor bir alfa-romeo alacağım kendime.
..
Otuz bir aralık, iki bin on bir / anam
Yeni yılın eşiğinde göçüp gitti bu diyardan
Sokaklar ışıl, ışıldı rengârenkti camlar
Bir orada, bir burada karıncalar gibi insanlar
Yüzlerde bir telaş, devinimlerde heyecan
Otuz bir aralık iki bin on bir / yıldönümü
Dönülmez akşamın ufkunda / anam
..
Küçükken yılbaşı gecesini iple çekerdik,
Yeni yılın girmesini heyecanla beklerdik.
Çocukluk işte, son güne sevinç eklerdik.
Beklediğin o günleri hatırlıyor musun?
Haftalar öncesinden sayıklardık yapacakları,
Bir sevinç, heyecan kaplardı tüm ocakları.
..
Düşün bu kimin yılbaşı
Zehir etme suyu, aşı
Bizler dökelim gözyaşı
Şuurlu ol ey Müslüman!
Ömür tez geçiyor uyan!
Yılbaşından bizlere ne
..
İçinde yaşadığımız şehir her adımda sarar bizi. Hayatın keşmekeşinde boğulduğumuzda şehre söyleniriz en çok. Güzellikte zirve yapan dokusuyla karşılaştığımızdaysa, göğsümüzde nefes olur kokusu. Hele bu şehir İstanbul’sa… Şiirlere, şarkılara; filmlere, romanlara tema olmuş bir şehirse, elbette anlamak isteriz. Bir şehrin bugününü anlamak, dününü de bilmekle mümkündür. Bu anlamda ilk başvuru araçlarından birisi kitaplar olabilir. Bir gün yolda, bu düşünceler içinde yürürken, aklıma Ahmet Rasim’in “Şehir Mektupları” geldi. Satın almak için bir kitap evine girdiğimde, mektupların bugüne dek farklı yayınevleri tarafından yayımlandığını öğrendim. İçindeki mektup numaralarını karşılaştırarak farklı olanlarını içermesi bakımından iki tanesini seçtim. İlginç ki; aldığım iki kitaptaki ortak mektuplarda aldığım tatlar farklı oldu. Türkçeye çevrilmiş kitapları alırken, sayfalarına göz gezdirip diline dikkat ederdim. Bizim bir yazarımızda buna dikkat etmek gerekeceği aklıma gelmezdi doğrusu.
Besteci yanıyla da bildiğimiz Ahmet Rasim, bu mektupları 1897 ile 1899 yılları arasında yazmış. Cumhuriyetten önceki günlerin sokak ve ev halleri, yaşanan günlük insan ilişkileri, devlet daireleri, gazete idareleri, o günün eğlence ve yemek mekânları, kestane başı sohbetleri, ramazan günleri, kurban bayramı ya da yılbaşı gibi özel zamanlar, çocuk oyunları, renkli bilmeceler, veresiye defterleri, insanı üşümeye heveslendiren kömürcü taktikleri, o günkü edebiyat yaklaşımlarından, sokaktaki balık alışverişlerine kadar uzanan yelpazede “şehir” var bu mektuplarda. O günlere özgü giysi tarifleri bile öyle ayrıntılı yapılmış ki, insan kendisini orada zannediyor. Yazıların biçimi, yer yer mizahi bir dil esas alınarak, yer yer de tiyatro metni gibi işlenmiş. Bazense deneme tadı alan mektupların en belirgin yanı, Rasim’in okuyucuyla yazmaktan daha çok, konuşma dili üzerinden bağ kurduğu. Yer yer kısa, canlı cümlelerle okuyucunun ilgisini yüksek tutarken, anlattığı bir kişi ya da eşyayı tanımlamak için bir sayfa dolusu sıfatı peş peşe sıraladığı cümlelere de rastlamak mümkün. Rahat okunmasını sağlayan özelliği, bu uzun cümlelerde bile sohbet havasını kaybetmiyor oluşu. Konu içinde gözlemler, birbiri içinde eritilerek sunulmuş. Örnek vermek gerekirse; bir çocuğa kendisine bayram elbisesi aldırabilmek için önce ağlayarak, sonra safha safha nasıl sorun çıkarması gerektiğini mizahi bir dille önerirken, aslında tipik bir İstanbul mahallesindeki esnafı resmediyor. Ya da, sembolizm hastalığına tutulduğu için dünyası kararan bir şaire, farklı şairlerden şiir dizeleri ile hazırladığı muskayı veriyor ve böylece şairin bu illetten nasıl kurtulduğunu anlattığı yazısında edebi akımların şairlerdeki hâllerini dile getiriyor.
Gazetede yazdığı mektuplar nedeniyle zor durumlara düştüğü de olmuş Rasim’in. Bir yazısında geçen şu cümleler, bu duruma yanıt olarak okunabileceği gibi, genel olarak mektuplarını kendi diliyle tanımlamak olarak da okunabilir: “Bizim mektuplar, kaşağı değil ki cilde sürülsün, çıngırak değil ki boyuna takılsın, boru değil ki ötsün, duman değil ki gözlerini bürüsün, bizimkiler adeta bir tütsü. Tesir etmezse diğer nüshasını yazarız. O da fayda vermezse büyüsünü çözeriz. Baktık ki yine hastalık devam ediyor, bildiğimizi söyleriz. Kayda, sicile müracaat ederiz. ”
Fıkra-deneme-sohbet arası bir türle yazdığı mektupların Ahmet Rasim’e yazar kimliği kazandıran yazılar oluşu yanında, gazetelerde yazım biçimi olarak yeni bir tarzın ilk örneği olduğunu da okuma sürecimde öğreniyorum. Bu yazılarla Rasim’in okuyucuda bir şehirlilik bilinci oluşturması, o dönem için oldukça önemli. Mektupları okudukça, aklıma Sezai Karakoç’un “ Seni şehrin aynasından geçirdiler ” dizesi geliyor. Karakoç, bu dizeyi yazarken Rasim’in mektuplarını kast etmiyordu büyük olasılıkla ama, bana bu mektupların bir şehrin aynasında gezindiğim duygusunu verdiği kesin. O dönemde güncel yazılmış olsalar da; bugün okunduğunda mektuplar, İstanbul tarihinin aynasından geçiriyor okuyucuyu.
..
Başımda bi sancı
Soğuktan şifayı kaptım
Yine bir yılbaşı
Evin soğukluğu vurdu heralde
Duvarlar kutlamadılar yeni yılımı
Olsun beraber girdik yetti
Sayamadık ondan geriye
..
Yılbaşı heyecanı başka şey
Geçen yılı çöpe atmak,
Yaşananları unutmak,
Nankörlüğü aşmak,
Umut dilenmek,
Her yeni yılda
Yaşadıklarımız
..
Şöyle, bir güzel güneş doğsun;
Yukarımıza bir yere, tüm yılbaşı süsleri dolsun
Ve oraya güneş de gelsin
..
Siz 2012ye hoş geldin diyebilirsiniz. Ama ben, gelenden çok gidene meylediyorum bu sefer. Güle güle 2011 diyorum, tabi gülebilirse eğer…
Yara yara üstüne, acı acı üstüne bir 2011i uğurluyorum tarihin hicranlı sayfalarına. Vahşetin, yarım kalmışlıkların, acıların 2011ini, yüreklere bıraktığı tarifi imkânsız acı dolu mirasıyla gönderiyorum.
Hain ellerin kirli emellerle şehit ettiği kınalı kuzulara bırakıyorum bir yanımı. Bir yanımı, Vana gönderiyorum; üşüyen ellerin soğuk tenine sıcak bir huzur üfürsün diye. Bir yanımı; yetimlere, bir yanımı öksüzlere veriyorum. Ben aslında kalbimi, ruhumu ve benliğimi, 2011in ve ondan öncesinin bize bıraktığı masum ve bir o kadar da bahtsız insanlarına uzatıyorum; beni ve benle birlikte her şeyi yaratan Allaha dönebilelim yine yönümüzü diye…
İçki masalarında unutulan çaresizlikleri görmezden geliyorum yine. Gönül gözü ile bakmak için dünyaya, sinemi açabildiğim kadar açıyorum hayata. Temiz ve bir o kadar da cesur bir yürek arıyorum kıymeti kıymetsizleştirenlerin karşısında dimdik duracak. Belki çoğu zaman ağlayacak ama gözlerinden dökülen damlalar çare bekleyenlerin yüreklerindeki yaralara merhem olacak…
Susmak istiyorum bu gece. Susmak ve Yusufun kokusuna hasret Yakupun gözleri gibi gönlümün gözlerini açmak… Hiçbir zaman olmayan ve aslında hiç olmayacak bir babadan gerçekleştirmesini beklemeyeceğim hayallerimi. Ben, Ramazana, Kurbana saklayacağım ümitlerimi. Geri çevrilmeyen dualar söyleyeceğim secdelerimde. Olmayan bir babadan değil, ezeli ve ebedi yaratan Bir Gerçekten isteyeceğim isteyebileceğim ne varsa… Ve ne verirse ve neyi de vermezse şükredeceğim şükretmeyenlere inat.
Yiyerek, içerek ve eğlenerek karşılamayacağım yeni bir seneyi bu gece. Gülmeyi unutan, mutluluğa hasret kalplere dokunacağım var gücümle. Ölüme gülümseyen bir ruha edilen duaya âmin diyeceğim. Kabuk bağlamayan yaralara merhem olmak için ümitler besleyeceğim kalbimin kuytu köşelerinde…
Yeni yıla çevirmeyeceğim bu kez yüzümü eski yıllarda kalan acılar hürmetine. Ama sıkı sıkı da sarılacağım ümitlerime! Yılbaşı masasında sefa sürmeyeceğim bu gece! Kalbim, kalbimin beni götürdüğü yerlerde benimle birlikte iz sürenlerle… Kalbim, bu gece önceyi unutanlarla değil, eski senelerde bizim için Hakka yürüyenlerle…
..
Bu gece yılbaşı, insan insanı kutluyor.
Ortalık fena duman
Gökyüzü veremli gibi öksürüyor
Yıldızlar bulutlar darmadağın
Çakal bile çıkmamış ininden
Kara yüzlü kara gözlü bir adam
Öylece durdu hiç kıpırdamadı yerinden,
..