YILBAŞI ŞİİRLERİ

YILBAŞI ŞİİRLERİ

Emirhan Bala

Kaç kere üzülür insan ruhu acımadan?
Hiç kızarmaz mı yüzü, utanmalardan?
Hiç dili yanmaz mı küfürleşmelerden?
Ölüm yılbaşıdır yaşamın gün batımından…
..

Devamını Oku
Hüseyin Kotan

Doldu her taraf
Dondu her taraf
Bir yağdı, pir yağdı
Yukarıda ne varsa
Hepsini aşağı aldı.
Beyazı, bembeyaz
Soğuğu soğuk yaptı
..

Devamını Oku
Enver Hergüler

Saniyeler sayılı şimdi
Yedi, altı sonra gelir beş...
Neler neler alıp götümedi ki zaman!
Yorulmuş hem de yetinmiştir artık.
İnzivaya çekilirken birazcık
Dinlenir belki sanırsın yelkovan.
Sıfırda takılışı, sadece bir an
..

Devamını Oku
Akın Akça

'Kıyımahalli Şeridi Kenti Tesisleri ve Bazıları' çevreyaşanan Masalı

Güneş hızlı çekim doğup batıyor bir kıyı şeridinde. Başboğa'nın bir harfi fazlaydı boa'dan
--



..

Devamını Oku
Mesca

işte yeni bir yıl daha
belki çabuk,belkide hiç geçmeyecek
koskoca bir yıl,
geçen yıldan farkı ne olacak ki
geçen yılların,
ondan evvelkilerinden ne farkı varki,
hayaller aynı,ümitler,beklentiler
..

Devamını Oku
Fahrettin Selçik

Usul oldu şiirle yılı, karşılamak,
Kafayı gerekir biraz kaşımak,
Düşünüyorum acaba ne yazsak?
Gerekir,İzmir depremini anmak,
Kolay değil sokaklarda yatmak,
Depremde saniyeleri saymak.
Gitti gidecek yıl, iki bin beş,
..

Devamını Oku
Hikmet İşgüder

Ne bahar kaldı,ne kış,nede yeni yıl
ne eş,ne çocuklar,nede torunlar
Arayıp sormadılar,ne halimi nede yıl başımı
2003 ü böyle mahsunmu karşılayacaktım?

Çok üzüldüm,gözlerim yaşlarla doldu
Yanlızlığım,garipliğim içime dert oldu
..

Devamını Oku
Mehmet Yaşarer

Sensiz başladım yıla,sessiz başladım.
gözüm yaşlı,günüm yaslı; başım yasa yaslandı.
Sensiz başladım yıla,sessiz başladım.
yastığa aktı yaşlar,ağlar halıme taşlar;
gel yastığım ıslandı.
..

Devamını Oku
Serdar Özlemoğlu

Bu güne kadar yaşayamadıklarımı
Hissedemediklerimi
Nedenleri, niçinleri
Kopmamış fırtınalarımı
Saklanmış gizemleri
Engel tanımayan coşkuları
Amansız hüzünleri
..

Devamını Oku
Mesut Çakırca

NEREYE KADAR? ...

işte yeni bir yıl daha
belki çabuk,belkide hiç geçmeyecek
koskoca bir yıl,
geçen yıldan farkı ne olacak ki
geçen yılların,
..

Devamını Oku
Emir Ali Konuk

Y ılın ilk günü ilk saatleri hatta ilk dakikasında ümit yeşermeliydi değil mi gönüllerde?
I ssız adam gibi ıskalamış görmek hayatı niye, umutsuzluk tohumları niye ekilmiş serde?
L al olmuş bir yar mı sebep bunlara, yoksa istikbalinin kalemini kendi mi kırdı bu eller?
B ütün yollar çıkmaza dönse de, sorarsan değerdi, o güzele boşuna dökülmedi diller.
A ltından nasıl anlarsa sarraf, gönlünün dilinden öylesine anlamak isterdim her anımda.
Ş elalenin şırıltısı gibi huzur vermek isterdim, silinmez izler bırakmak isterdim hitabımda.
I srarım hayatıma şahit ol diyeydi, bilmem aynı yastığa baş koymak var mı alın yazımızda.
..

Devamını Oku
Abdullah Toroslu

Mü’min misin, müşrik mi?
Bu halin ne kardeşim?
Taat mıdır bu şirk mi?
Kendine gel kardeşim?

Kimliğine tekrar bak!
Et yazana intibak!
..

Devamını Oku
Ali Akarsu

Yalnızlık zor değil gülüm,
Yalnız bırakılmak zoruma gider…
Hakettim mi bilmem ama gülüm,
Ömür yavaş yavaş gider…

Bir yıl daha geçti gülüm,
Böyle üçyüzaltmışbeş gün…
..

Devamını Oku
Selin Çelik

Soframızda yemekler,
Etrafımızda süsler,
Huzur dolu bir yer,
Ailemin yanında,
Kutlarım ben bu günü,
Bütün yıllarda.

..

Devamını Oku
Akın Akça

i
Bağın bahçenin huzruna geçtiğimiz şu yaya geçidi düzlük..
ki kaldırımları gündüz`ün bir şehir asfaltının,yeniden ve yeniden:
Ne gariptir ruhlar ki anlatıvere bilinenleri.
Beş binlik Şili sekoyasında, piramitlerin olacaktı şahit doğuşuna
bekleyen baykuş,ve taşıdı, yılmadı, ilerleyişini,..on eder mavi balinalık kütükağacı.
Değişik bir puhu ki, kaç keresi kadar ama asla sayılara sığmadı:
..

Devamını Oku
Ali Koç Elegeçmez

"Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni”
türküsü yakılmazdan üç yıl kadar önce
Yani 1912 yıllarında,
Çatak Köyü Halkı’ndan Mısırlıoğlu Mehmet
0smanlı neferi olarak gittiği askerlikten
......................................dönmeyince geriye
..

Devamını Oku
Münevver Düver

Yeni Türk Edebiyatı’nın Neferi:

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN


Yeni Türk Edebiyatı, batı kaynaklı akımlarıyla, batı etkisine açık yazarlarıyla, milli edebiyat akımıyla Türk Edebiyatı’nın en çok tartışılan bölümünü oluşturmaktadır.
Ancak ne var ki, Yeni Türk Edebiyatı ile ilgili araştırmalar, değerlendirmeler dönemin önemine göre çok sığ kalmaktaydı; görüşlerin çoğunluğu bir siyasi perspektiften yapılmakta, tamamen yanlı değerlendirmeler olmaktaydı.
..

Devamını Oku
Hasan Sancak

BEYİNLERİ VE RUHLARI BAŞKALARINDAN EMİR ALMAYA ALIŞIK OLANLAR İHANET İÇİNDEDİRLER.
ONLARIN DESTEKÇİLERİ DE, KESİNLİKLE BASIN MENSUBU OLAMAZLAR. HABER YAPMAK: HÜR, BAĞIMSIZ, ONURLU, YÜREĞİ YETEN,KALEMİNİ, RUHUNU, BEDENİNİ, DÜŞÜNCESİNİ SATMAYAN, PARANIN KÖLESİ OLMAYAN YÜREKLİ İNSANLARIN İŞİDİR.SİZ DE BÖYLE BİR BASIN MENSUBU İSENİZ,SESİME SES VERİNİZ..
HASAN SANCAK




..

Devamını Oku
Oğuz Atay

Dün gece eve dönerken köpekler arkamdan havladı. Bizim mahallenin köpekleri. Bir ikisi de peşime takıldı; adımlarımı sıklaştırdım. Daha önce onların böyle bir davranışıyla karşılaşmamıştım; korktum. Her zaman beni miskin gözlerle süzerlerdi; fakat aramızda bir gerginlik olduğunu da sezmiyor değildim. Yalnız ne var ki, uzun sürmüştü bu gerginlik; alışmıştım. Arkamdan yürümeye başladıkları zaman, havlayan köpek ısırmaz gibi, bana zayıf ve düşünülmesi utandırıcı gelen atasözlerinden birini hatırlamak zorunda kaldım. Köpekler yüzünden kendime karşı küçüldüm. Belki de bir rastlantıydı ama, tam bu sırada, birisi hakkında kötü şeyler düşünüyordum, onu içinden çıkamayacağı zor durumlara düşürerek dişlerimi gıcırdatıyordum. Hayır, köpekler bu gıcırtıyı duymuş olamazlardı. Belki de sessiz bir gıcırtıydı, manevi bir gıcırtıydı bu. Artık eski şakacılığımı da kaybetmiş olduğum için, şimdi hissettiğim istihzayı da duymuş olamazdım. Fakat, köpeklerle aramızdaki gerginliğin de böyle bir sırada patlak vermesi iyiye yorumlanamazdı. Bütün bunlar, benim sokağa yakın olmuştu; evlerin kalabalık olduğu son sokakta havlamışlardı bana. Köpekler evimin kapısına kadar gelemezler diye düşünüyordum; benim sokakta üç ev vardı, yani üç çöp tenekesi vardı. Hayır, orada barınamazlardı. Bu sokakta ancak ben barınabilirdim. Benim de sebeplerim vardı. Köpeklerin böyle sebepleri olamazdı, onlar düşünemezlerdi. Ben, kendime göre durumu açıklayabiliyordum. Başkalarına anlatılması güç de olsa, bu açıklama düzenim, öyle her insanın kolayca ulaşabileceği cinsten değildi. Ayrıca köpek meselesinde olduğu gibi, bazı durumlarda kökten sarsılıyordu bu düzen. Bu nedenle, köpeklere gereğinden çok kızdım; bu kızgınlığımın büyük bir kısmı da havlamalar bittikten sonraki döneme rastladı. Tahmin ettiğim gibi, benim sokağa girmeye cesaret edemediler; o pis zayıf köpek, arkamdan bir iki adım geliyormuş gibi yaptı, boynunu uzatarak son defa havladı; sonra hep birlikte dönüp gittiler. Üç evli sokağımı düşüncelerle geçtim, birden kapımın önünde buldum kendimi. Demek ki düşünmüşüm dedim. Çünkü, düşününce hep böyle olurdu. Anahtarlarımı çıkarıp hazırlamaya fırsat bulamadan kapımı görürdüm birdenbire. Sonra, salondaki sallanır koltuğuma ulaşıncaya kadar, düşünecek bir şeyler çıkardı: Hırsız kilidini açmalı, asıl kilidi iki kere çevirmeli, vazonun içinden oda anahtarlarını çıkarmalı. Köpekler meselesi hareketlerimi yavaşlattı; vazonun önünde biraz fazla durdum. Korkuyorsan, neden bu kadar uzakta yaşıyorsun şehirden? Neden üç evli sokağın en ucundaki evde oturuyorsun? Son kaldırım taşından bile elli beş adım ötede ne işin var? Garip kaderime gülümsedim; aynaya bakarak tabii. Tatlı bir gülümseme. Eski neşemi kaybetmediğimi göstermek için. Sonra durgunlaştım. Neden? Unuttum. Dur, hayır; unutmadım. Yalnız kaldıkça, yalnız kalmaktan korktukça... Aynadan uzaklaştım; fakat, biliyordum, böyle bir düşünceydi. Köpekler sinirimi bozdu, şimdi kendime gelirim. Buldum: Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor. Bu sefer gerçekten gülümsedim. İster görün, ister görmeyin; gülümsedim işte. Her şeyimi kaybetmedim daha; çıkmayan candan ümit kesilmez, havlayan köpek ısırmaz. Hay Allah kahretsin!

Sonra, vazonun dışında eşyayı, çevremi gördüm; demek, düşünmem bitmişti, (insanın, sürekli yaşadığını hissetmesi için, bazı değişmez ölçülere başvurması iyi oluyordu.) Sonra, birden o zarfı gördüm. Koridorda bulunan tanıdık eşyanın dışında tek yabancı şey olduğu için, onu. hemen gördüm: Rafın üstünde duruyordu. İçine oda kapılarının anahtarları konulduğu için vazonun yeri orasıydı, taşı bittiği için bir aydır kullanamadığım çakmak da bıraktığım yerdeydi; tuvalete giderken yanıma aldığım bir kitap, kırık olduğu için salona alınmayan heykel, bin iki yüz liralık hesabımın olduğu bankadan yılbaşı hediyesi sigara tablası (onun içine sigaramı yalnız, ayakkabılarımı giyerken koyardım) ... hepsi yerli yerindeydi. Demek ki, üstü yazılı olmayan bu zarf yeniydi. (Bu 'demek ki'ler beni her zaman rahatlatırdı.) Fakat ben oraya zarf koymazdım. Çünkü zarfım yoktu evde. Çünkü kimseye mektup yazmadım. Çünkü kimse bana mektup yazmazdı. Korktum. Çünkü, 'demek ki' diyemeyeceğim bir yerlere gelmiştim. İçime bir ağrı saplandı. Ne olurdu bir 'demek ki' daha diyebilseydim. Zarfı, olduğu yere bıraktım. Çevremde bir 'demek ki' aramaya başladım ümitsizce. Yavaşça salona doğru çekildim. Fakat salonun kapısı kilitliydi. içime aynı ağrı gene saplandı. Ben kilitlerim ya. Her gün kilitlerim canım, işe giderken. Öyle ya. Geri döndüm. Ümitlendim. Belki zarfın da böyle basit bir izahı vardır. Nasıl? Vazoyu ters çevirdim; ellerim titriyordu. Üstünde '4' yazan anahtarı aldım; henüz her şey bitmemişti. Anahtarı deliğin kenarına çarpmadan ve bir kerede soktum; iki kere çevirdim. Hem de doğru çevirdim, ters tarafa çevirmedim. Kapı açıldı; tokmağını çevirmeden açıldı. Her zaman öyle olur. Kilidi iki kere çevirince kendiliğinden açılır. Kapının dili bozuktur, ucu tam yerine oturmaz. Demek ki eşya henüz özelliklerini koruyor. Ya zarf? Eski eşya demek istedim. Aman Allahım! Ya eşya bir gün delirirse? Her şeye rağmen salonun kapısına henüz güveniyordum.

Ayağıma bir şey takıldı. Demek ki düşünmem gene uzun sürdü. Korktum; salon kapısının sağladığı kolaylığa hemen kapılmamalıydım. Eğildim: Bir don! Buldum: Hizmetçi temizliğe gelmişti. Nasıl unutmuştum? Koridora ip gerilmesini sevmediğimi bilirdi. Çamaşırlar arasında kaybolmaktan korkardım. Öyle ya! Hırsız kilidini de bir kere çevirmiştim. Hatırladım. Ona bir türlü öğretemedim doğru dürüst kilitlemesini. (Kaç kere söyledim şunu iki defa çevireceksin diye.) Öyle ya, hizmetçi kilitlemesiydi bu; artık hafızam zayıflıyordu, eşyanın diline dikkat etmiyordum. Eğilip donu yerden aldım. Zarfı hizmetçi bıraktı! Saçlarımın dibinden dizlerime kadar bütün tenimi tatlı bir ürperti kapladı. (Yorgun ayaklarım henüz tepki gösterecek durumda değildi.) Neden mektup bıraksın peki? Okuma yazma bilmez ki. Kötü düşünceler de hemen aklıma geliyordu. Postacı bıraktı (hizmetçiye verdi -hizmetçi de rafın üstüne koydu- hemen görmem için) . Yazısız, pulsuz, damgasız bir zarfı mı? Bu mantığım da hep kendime karşı işlerdi. Biri bıraktı; evde benden başka insan yaşamadığına göre, üstünü yazmayı gereksiz buldu. Kibar biri değilmiş. Bana kim, ne yazabilir? Geri döndüm, zarfa doğru yürüdüm; aynı yerde duruyordu. Parmaklarımın ucuyla tutarak kaldırdım onu; hafif bir zarf. Hizmetçi kadın bana mektup yazdıracaktı, eve erken döneceğimi sandı. Peki, neden kapattı? Açtım. Bu işi önemsemeden yaptığıma göre, o sırada başka şeyler düşündüm bir an için, demek ki. İkiye katlanmış bir kâğıt çıkardım zarfın içinden. Hemen okumadım. Beni bu kadar heyecanlandırmış olan bir şeyi, koridorda, ayak üstünde harcamaya gönlüm razı olmadı. Salona girdim, bütün ışıklan yaktım, sallanır koltuğuma oturdum. Sigara paketini unutmuştum ceketimin cebinde. Yarabbim! Her şeyi birden hiç akıl edemeyecek miydim?

Sigarayı, acele etmeden yaktım, bir iki nefes çektim. Gerçek heyecanım geçmişti; kendimi ancak düşünerek heyecanlandırabilirdim artık. Yazıya baktım: Anladığım bir dilden değildi. Bunu pek beğenmedim. Sanki hiçbir dilden değil diye mırıldandım, ne söylediğime aldırmadan. Belki yakınımda oturan bir yabancıya gönderilmişti. Garip kelimeler, diye düşündüm galiba. Evet, ilk görüşümde de garip bulmuştum galiba bu mektubu:
..

Devamını Oku