Bu şehir kendi göğsüne çökmüş bir dev;
Sokakları, unutulmuş bir kitabın
Tozlu cümleleri, okunmamış mısraları.
Caddeleri, üstü kararmış bir mühürle
Kapanmış mektuplar gibi suskun.
Köprüler, gecenin kulağına
Biriktirdikleri ayak seslerini fısıldar;
O sesler ki, her biri ayrı bir yalnızlığın
Ağır adımlarıyla dövülmüş.
Gökyüzü öyle ağır, öyle karanlık ki
Bütün yıldızları yutmuş gibi zaman.
Geride bir tek ben kaldım,
Bir tek ben ve bu taş duvarların
Bana bakan derin sessizliği.
Gündüzleri cıvıldar kalabalıklar,
Geceleri bir mezar sessizliğindedir çarşı pazar
Üzerinde eskimiş posterler asılı bir duvar
Nedense her geçtiğimde bana göz kırpar
Ve bir yağmur sonrası,
Sokak lambaları, ıslak asfaltta
Sönen birer vicdan gibi titrer.
Her su birikintisi, artık silinmiş
Yüzlerin aynasıdır kırık.
Gece, bir çingene çalgısı gibi
Sokak başlarında yakınır usulca.
Rüzgâr, terk edilmiş bir fabrikanın
Camlarından süzülür, deli ve üşümüş.
Bir tren düdüğü uzaklardan gelir,
Hatıraları çalar gibi bir bir.
Ben hangi perondan kaçtım,
Hangi vagonda unuttum şapkamı,
bilmem artık.
Bu şehir bana bir cebimde jeton,
Bir cebimde eski bir anahtar taşımayı öğretti.
İkisi de bir kapıyı açmaz belki,
ama ikisinde de
Açılmayı bekleyen bir şeyler varmış hissi verir.
Ey şehir,
Benden daha kimsesizsin bu gece.
Kayıt Tarihi : 8.10.2025 10:57:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!