onlar
aşktan
ve dostluktan vazgeçmeyen
lehçesi meneviş kokulu akçakavaklardı
nasırlaşmış ellerinde hayatın
kırılmış dal uçlarını emzirmeye çalışıyorlardı
kaybedecek canlarından başka bir şeyleri yoktu
sandıklar dolusu yoksulluk istiflediler
tutturarak sonsuz türkülerini
keder yeliyle göçüp gittiler
kuyuların başında havlanmış sicimler, kulpu kırık bakraçlar
taşlıkta lehim artıkları soğuk demir çubuklar
kilelik koyu kızıl kazanlarda hedik kokusu kaldı
pestil lekeli yamalı savanlar tavan arasında kat kat
büktükleri kırnaba geçirerek anahtarları
kanatlı kapılarına siyah bir nehir çizerek gittiler
boşaldı yüzyıllık avlular
kara betonlu çarklarda kil kokusu
dişleri dökülmüş tahta taraklar
tarağın üstünde ağarmış saçlar kaldı
sedirler üzerinde
ortası çökmüş basma döşeklerde
dinmeyen ağrıların suskunluğu kaldı
leylekler bir daha dönmedi çatılara yuvalarını asmaya
yıllandı peglerde kenetlenmiş bağ çubukları
karıkları ve arkları yaban otları
kuruyan çeşmelerin gözesini çiçek tozları sardı
sapsız kürekler, kırılmış beller, parmağı kopmuş direnler
harman kenarına çekilmiş dişsiz dövenler
ambarda paslanmış oraklar, ucu körelmiş çapalar kaldı
külü bitmeyen, tezeği sönmeyen ocakların
dibi çamur sıvalı sacların, poyrazda boğulan ziftli bacaların
üstü maşallah yazılı püsküllü sofraların
ve bazlama kokusu sinen oklavanın tahtanın
bin dallı peşkirlerin
altı çökmüş, sırı dökülmüş çinko teştlerin
çitleri yıkılmış bahçelerin yerinde yeller esiyor
yurt edindikleri yazı yabanı
seslerinin yankılandığı dağları
keskin kayaları
yarıp geçen keçi yollarında cizlavet izleri kaldı
damlarında loğ taşları, sivinglerinde köpüçler
kerpiç duvarlara yaslanmış kar küreyen mecrefeler
sedir altında lastik çizmeler
havı dökülmüş tekeş eldivenler kaldı
tavanın merteklerine sinen tütünlerinin dumanı yapış yapış
soğuk kış gecelerinde gümüşten bir pus kaldı gözlerimizde
bir de burnumuzda sönen çıraların gaz kokusu
azaldığımızı görerek
gözyaşlarını avuçlarına gömerek
ve yükleyerek yaşamın anlamını toprağa
göçüp gittiler
hüzünleri kör albümlerin sararmış sayfalarında kaldı
*Müsadenizle*
Müsade ÖzdemirKayıt Tarihi : 29.11.2012 01:06:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

içli bir şiirdi,içlendim..ama iki kez içlendim..öteki de sevgili sinyali'nin yorumuydu...iki dolu insanın yazdıkları karşısında,ağlamamak için kendimi zor tuttum...
kutluyorum selam ve sevgiyle..
Çok beğenmiş olmanın şokuyla abartılı mı olmuş yorumum..Diye yeniden bakıyorum. Telaş içinde yazmıştım o gece.İmlalarındaki hataları saymazsam düzelteceğim bir ifadem var mı?
Belki şiire dair tasavvurumun ucunu genele açmamak ve kendi payıma söylemek bâbından ''en etkileyici'' değil de '' en etkilendiğim '' ifadesini tavzih maksadıyla yazabilirim buraya..
Üstü yıkılmış ve duvarları kalmış yapılara, peg deniliyor imiş.
Genç nesillerin terkedip gittiği ve yaşlılar için büyük bir huzur evine dönmüş anadoludaki köylerimizin destanıydı şiir.
Ve bir zamanların toprakla haşır neşir yaşam biçiminin yerini alan kentyaşam biçimine arakesit olarak, ince bir zar noktasında duruyordu şiirin içindeki ruh hali..
Göç şiirleri geçti hafızamdan.
Istanbuldan, İskenderiyeye göçen bir osmanlının, Kavafis'in ''Tanrının antoniusu bırakmasıdır'' şiirinde iskendereye vedası niteliğindeki son dizesi;
-hoşçakal de ona, yitirdiğin İskenderiye’ye
Dizesini anımsadım.
sonra yine O' nun ;
''Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.''
mısralarının yer aldığı şehir isimli veda şiiri düştü aklıma.
Borgesin bir hikayesinde (averreos) geçen ve gurbet duygusunu ve doğduğu topraklara hasreti anlatan şu ifadeleri düşündüm sonra
'Kordoba'nın anılarıyla yanıp tutuşurken, Abdurrahman'ın Rufaza bahçelerindeki Afrika palmiyesine şu seslenişini yinelemekten büyük tat alırdım:
Sen de ey palmiye! sen de
Yabancısın bu toprağa...
Şiirin benzersiz doyumu bu: Doğu'ya özlem duyan bir kralın sıraladığı bu sözcükler, Afrika'ya sürgün edilen benim, Ispanya'ya duyduğum sıla özlemini anlatmaya yarardı.''
Bütün bunlar ve mesela ,uzun yola çıkmaya hüküm giydim diyen ismet özel ve türkü tadında ahmet tellinin göç şiiri şimşek hızında geçti gözlerimin önünden
Göç oldu bir acıdan öbür acıya
oysa sağrısı kurumamıştı atımızın
daha dün sürüp gelmiştik buralara
bugün göründü yine yolların ucu
Sonra türkülerdeki göçler;yayla yolu göçleri...
-Göç göç oldu göçler yola dizildi.
-Kalktı göç eyledi afşar illeri
V.b
bissürü şey daha bir çırpıda geçmişti aklımdan..
Ama bu şiir başkaydı...Yokolan mayaların, inkaların, kızılderililerin, avusturalya yerlilerinin, aborjinlerin buharlaşması gibi buharlaşan anadolu insanın direnmeyen mağlubiyeti gibi bir şeydi.. şiirle yüzleştiğim zaman buluştuğum duygu. Her şey olup bitmişti ve 780.000 Km kareden birkaç bin KM kareye sığışmıştık artık. Gittikçe seyrekleşecek olan geri dönüşler ya virane evlere bahçelere yahutta mezarlıklara sinmiş eski günlerin yadını içeriyordu..Dahası , o zamanların içindeki zaman duygusu, zamanın nasıl yaşandığı duygusu da gittikçe tarihin çıkrık sesi içinde kuyuya inen bir kovaya dönüyordu.
Bu göç bir tehcir değildi.Zorla olmamıştı. Bu Modern rüzgara feda edilen çocukların göçüydü.Bu göç, çocukları, başka bir uygarlık tarafından yeniden formatlanarak matrixe hapsedilmiş insanların hikayesiydi. Çoğu sonsuzluğa kanat çırpan , kalanları da bastonlu beli bükük dedeleriyle, yaşmaklı ve gözlüklü nineleriyle asırlık mekanlarında sonsuzluk uçuşuna hazırlananların hazin tablosuydu.
Ve o kadar hayatımadokunuyor , değiyordu ki..Değmek ne kelime bilinçaltımın en önemli ayracını tam olarak kesiyordu şiir..
Yazmak istiyorum şiirin altına.Ama önce şu ana kadar yazdıklarımı bir okumak istiyorum,mevcut yazdıklarımı göndererek.
bir uygarlığın arkasından el sallar gibi...
çok çok tebrik ediyorum..ileride yine buşuşmak dileğiyle şiir hoşçakal şimdilik..
TÜM YORUMLAR (5)