Gençler pek bilmezler de; bizim köyde eskiden bağlar vardı, köy önünde bahçeler vardı.
Baharla birlikte bahçeleri beller, maşalamalar yapardık tırmıkla. Toprağı iyice havalandırır, içindeki otu çöpü temizlerdik. Topalak, baldırcan, biber, marul ekerdik tavlı toprağa. Çayın suyu yazın iyice azalırdı. Gene de fırsatını bulur keşikle bir kaç defa sulardık bahçelerimizi. "Soğan ekerken osurursan soğan acı olur" derlerdi. Derlerdi de babam rahmetli inadına zarıl zarıl osururdu. Acı soğan daha da acı olurdu... O acılık osurmaktan değil soğanın sulama suyunun kıt olmasındanmış meğerse..
Hemen hemen herkesin bağı vardı. Pekmez kaynatırdık. Üzümler olurdu, beyaz üzümler, tomur tomur kara üzümler, elmalar ekşili-tatlılı. Bağ bekçisi rahmetli Müggat Dayı çok kovaladı bizi zerdali ağaçlarından.
Tosbağa (Kaplumbağa) lar o kadar çoktu ki bağlarda. Üzümler daha korukken başlardı salkımları soğurmaya. Sadece çöplerini bırakırlardı. Sapa giderken çuvallara doldurup taa uzak tarlalara atarlardı tosbağaları. Ama bir kaç gün sonra geri gelirlerdi.
Babam rahmetli anlatırdı. Bizim bağdan 10-15 tane tosbağayı yakalamış, çuvala doldurmuş. Götürüp Karaoğlan Kırı'na atacak. Sabah ezanı sapa giderken bakmış Şakir Dayı da sapa gidiyor kağnıyla. Üzerinde bir örtü, resmen uyuyarak gidiyor. Babam çuvaldaki tosbağaları boşaltıyor kağnıya. Tarlaya varınca Şakir Dayı bakıyor ki kağnıda tosbağa kaynıyor. Anlatıyormuş, "Ulan hepsini anladım da kağnıya nasıl çıktı bu meretler onu anlayamadım.." Babamgil tekrar tekrar anlattırıp gülüyorlarmış.
Ne günler bee..
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta