Yeraltı Dizeleri Şiiri - Yorumlar

Aynur Uluç
498

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

“Bir kazıda yeraltından şiirler çıksa ne olur” sorusu takıldı birden aklıma. Bu soruda insanı farklı boyutlardan bakmaya iten bir yan var sanki. Zamana asılmaktan zamanı ısırmaya kadar genişleyen bir parantez soru olabilir pekalâ bu. Benim bir faraziye gibi sorduğum bu soru, elbette gerçekdışı bir soru değil aslında. Eski dönem şiirlerinin bugün bize değdiği noktalar üzerinden giderek daha somut koşullarda da yaklaşabiliriz konuya. Daha eğlenceli bir şekil olarak kabul edeceksek bir şiirin aniden yok olup, belli bir dönem sonra ortaya çıkıverdiği oyunu üzerinden de sürdürebiliriz yazıyı. Ki bu yaklaşım William Blake’in de aklına gelmiş. Bugün yazılmış bir şiir, yüzyıl sonra yeraltından çıksa okuyanlarda nasıl etki yapar diye düşünüp, bazı şiirlerini bakır levhalara kazıyarak toprağa gömmüş. O devirde çılgın gözüyle bakılan şair bugün en ilginç beyinlerden birisi olarak kabul ediliyor. Kendisi hippilerin ilâhı, şiirleri şarkı oluyor. Ancak bu yazıdaki konumuz Blake olmadığı için ben yine faraziye şeklinde düşünmeye devam ederek soruma döneyim.

Tarihin ilk aşk şarkısıyla buluştuğunda insanlık ne düşünmüştü acaba? Bunu bilebilmek pek mümkün olamayabilir. Ancak tahminler yürütebiliriz. Okuyucunun kendi okumasını yapıp kendi gözlemlerini oluşturabilmesi için, yazılı tarihin ilk aşk şarkısı olarak geçen şu sözleri araya almak belki de en iyisi.

Güvey, canımın içi,
Gönül açar güzelliğin, bal gibi tatlı,
Aslan, canımın içi,

Tamamını Oku
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 06.03.2010 - 17:21

    Farah'ın evinde konuşma döndü dolaştı, valinin bulunmaz erdemlerinden kardeşi emirin erdemlerine dayandı, sonra bahçedeki güllerden söz edildi. Güllere bir kerecik olsun bakmayan Ebülkasım, Endülüs'ün kır evlerini süsleyen şu güller gibi gül olmayacağına yemin etti. Farah kendini övgüye kaptıracaklardan değildi; İbni Katiba'nın Hindistan bahçelerinde yetişen ölümsüz bir gül türünün kusursuz bir örneğinden, kan-kırmızı taçyapraklarında 'Tanrı'dan başka yoktur tapacak ve Muhammed Tanrı'nın Elçisi'dir' harfleri okunan bir gülden söz ettiğine değindi. Ebülkasım'ın o gülü gördüğünden kuşku duymadığını da ekledi sözlerine. Ebülkasım, onu kaygıyla süzdü. Evet dese, çevresindekiler, hem de haklı olarak, düzenbazların en tezcanlısı, en gönüllüsü sayacaklardı onu; hayır dese, kâfir olacaktı. Uzun uzun daldıktan sonra Tanrı'nın bütün gizlerin anahtarını elinde tuttuğunu, yeryüzünde O'nun Kitabına geçmemiş bir tek bahar ve güz ürünü bulunmadığını söyledi. Bu sözcükler Kur'an'ın birinci bölümünde yer almaktadır; çevreden bir hoşnutluk mırıltısı yükseldi. Sergilediği tartışma hünerinden başı dönen Ebülkasım, tam Tanrı'nın yaratılarında eksiksiz ve us erdirilmez olduğunu ileri sürecekti ki Averreos, sorunsalı günümüzde de süren Hume'un gelecekteki tanıtlarını öngörerek dedi ki: 'Bilge İbni Katiba'nın ya da hattatların yanılgısını kabul etmek, bana yeryüzünde inanç-sözcüsü güllerin bulunduğunu benimsemekten daha az güç geliyor.' 'Doğru, büyük, doğru sözler bunlar' dedi Ebülkasım. 'Gezginin biri' diye anımsadı şair Abdülmelik, 'yeşil kuştan meyveler veren bir ağaçtan söz ediyor. Ona inanmak hatlı güllere inanmaktan daha az zorlayıcı geliyor bana hakçası.' 'Kuşkuların rengi bu tansığa ışık tutuyor zaten,' dedi Averreos, 'Hem meyvalarla kuşlar, doğal dünyanın parçalarıdırlar, oysa yazı, bir sanattır. Yapraklardan kuşlara varmak, güllerden harflere varmaktan kolaydır elbet.'


    Averreos - Borges...

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta