yanar hayvanlar,
toprak sanki kor
çatlar Koca Suvat innebatmaz olurdu
Bel’de su arattı Köseoğlu
Ümmünün Durmuş kaya dibini oydurdu
baharda şöyle bir domurur
“-ovadan ağarken olsa da işsek
otuziki dişe keman çaldırır mübarek”
kaya suyunun tadı kekremsi-buruk
ama buz gibi soğuk
Yenisu’ya yeni çeşmeyi
künk döşeyerek
dedem yaptırdığı için bizimdi
eşekle götürdük kazanı
betondandı keçi suyu hatılı
ataşdan uzak durarak
çıtıraklı çalının çıngısından korunduk
kil döğüldü haşgaştaşı ardında,
kül suyunda göynekler tokuçlandı,
topladığımız “Afyon”
“Portland Çimento” kağıtlarıyla
abimin okul kitapları kaplandı....
asbapları çalılar üzerine serip kuruttuk
bir küme bulduk
taşlarını yıktık, dağıtdık
oraya-buraya savurduk
elimizi huni gibi yapıp,
ağzımıza götürdük,
“gak-gurak”, “gakguburak” diye
keklik gibi öttük,
alel-acele dal-daşşak soyundurulduk,
esvaplarımızı ora-bura savurduk
kayrak taş üzerinde dineldik cıbıl olduk
kazanda kaynayan suyla yunduk
yok “-sabun kaçtı gözüme”
yok “-sırtım yandı”
ağladım aldıran olmadı
“-kes sesini! kör kalmayasıca,
eşşeğin eşek sıpası”
sabun kalıbı başımda paralandı
elimiz mahkum yutkunduk
üşüdük-titredik, dişlerimiz takırdadı
kollarımızın kılları diken-diken
güneşte bekledik, kuruduk
uzaktaki keklik-palaz ötüşleriyle
cırcır böcekleriyle
elimize tutuşturulan
hıdırgillerin tohumunun saat yönünde dönüşüşle
karıncaların tohum taşımasıyla avunduk
akdonları altımıza,
alaca göynekleri sırtımıza geçirdik
dizleri süvarilikli pantolonları,
topuğu gözenmiş
yün çoraplarımızı giydik
ve “gıslaved köylü ayakkabısı” marka
lastik pabuçlarımızı
kendimizi köy yolunda bulduk
gözlerimiz çakmak-çakmak
kirpiklerimiz belik belik
her zamankinden heyecanlı
her zamankinden iştahlı
ellerimizde peynir çomacı
ilk ve,
en büyük çomaç ağabeymin olmalı,
değilse küser dünyayı başımıza yıkardı
fedakarlık bana kaldı gene
ebem “-cınnıtma endekini” diye
anama çıkışırdı
kocaman ısırıklarla
avurtlarımızı doldurduk
Yenisuyun suyundan içtik kana-kana
anamın iki avucu suluk
çomacın boğazımızı almasından kurtulduk
**
bir keklik öttü çok uzaklarda
“-daa haa ” diyerek güya
gösterdiler bana da
seçemedim yine de
“-ıhı len yavrılarını toplayıp duru ya”
çok geçmedi uzaklarda bir keklik daha
başka bir tepeden, öbür tepeye
bir diğeri karşılık verdi ona
palaz ararken tuzak bulduk
çalıların karaltısında
bozup-dağıttık sağa-sola...
abim “-tuzağa düşen kekliği,
tilki bulur yer” dedi
tuzağı bozma nedeni olarak
sonra da aklına, belki
babamın kurmuş olabileceği geldi
“-kimseye deme” dedi
“-sırrımız olacak”
sanki hayır deme şansım varmış gibi.
ebem illa bir şey söylerek,
koruyup kollayacak
“-dıkgat edin üstünüzü başınızı, çöğüre
çalıya sürtünüp,
yırttırmayın” dedi
sanki cedid-yeni de
ordan-ora bir elöpeni kovaladık
kuyruğundan yakaladık
o kaçtı kuyruğu kaldı bize
bir tosbağa gördük taşladık
olmadı ters çevirdik, sırtının üstüne
abim; “-siğil atar bu” dedi telaşlandık,
debelendi, taş koyduk irice
taş devirmece kale oynadık,
söğüt dallarında atlara bindik
tosbağayı ayağımla düzelttim gizlice
eve dönmeden önce
“-Alla(hı) n yarattığı ma(h) lık”
sellerin yardığı, taşlar yığdığı
dere kıyısı boyunca
üzerlik kokulu bayırı tırmandık
üçünden gün almamış
köye herkesten önce
söğüt dalından atıyla abim ulaştı
arkasından diğer oğlanlar
eşeklerin arkasından kadınlar
onlardan çok gerilerde
ben vardım eldbette
çelimsiz, mahzun, buruk
ben bana acırdım, “zavallı
ne, söğüt dalından da olsa atı
ne, mızıladığına aldıranı
ne de sırtına hop edeni vardı
dingin, gözleri kan çanağı
“-ikisinin içinde
üçünden gün almadı”
üstelik ikinci çocuk!
Kayıt Tarihi : 22.12.2006 10:39:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!