Burası, Urla’ ya bağlı bir balıkçı köyü. Sessiz, sakin bir yer. Henüz okullar kapanmadığı için evler yeterince dolu değil. Bizim gibi “ununu elemiş, eleğini duvara asmış” kafa dinlemek isteyen birkaç yazlıkçı ve bir kaç aile de yerli var. Koyun, denizi ve balığı eşsiz.
Bu sabah erken kalktık. Balkonlar yıkandı, bahçeler ve yol sulandı, kahvaltıdan önce Atatürk’ lü bayrağımız kapıya asıldı. Tam o sırada uzaktan duyduğum onuncu yıl marşıyla heyecanlandım. Akkum sakinleri geleneksel milli bayram kutlaması için sahilde toplanmıştı. Durur muyum? ... Hemen katıldım bu coşkun gruba. Biri, engelli arabasına hastasını koymuş çıkmış yola. Bir genç hanım bebek arabasına atmış altı aylık bebeğini, korteje katılmış. Çelenk taşıyan gencin birinin Türk değil de, sitemizde yaşayan bir Alman olduğunu görmez miyim? Giymiş kırmızı tişörtü. Besbelli bayrak niyetine… Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bu tabloya bakınca binlerce soru hücum etti zihnime, birilerine sormak için. Sadece yutkundum, yutkundum.
Limandaki Atatürk büstümüze onuncu yıl marşı eşliğinde yürüdük. Çelengimizi sunduk. Ardından saygı duruşu ve İstiklal Marşı. Ses düzeneği harikaydı. Sunucu iyi hazırlanmıştı. Günün anlam ve önemini anlatan bir konuşmayı asker emeklisi bir ağabeyimiz yaptı. Bu Vatan kimin şiiriyle sözlerini bitirdi. Ana sınıfından bir minik, şiir okudu. Sonra mikrofonu bana uzattılar. Bir emekli öğretmen olarak bu davetten onur duydum. Bu seferki farklı bir kutlamaydı. Belki katılımcılar da birbirlerinden çok farklıydılar. Fakat tek ortak yanları vardı. Vatanı sevmek…
Ve onlara şöyle seslendim:
Şair diyor ki: “ O güzel insanlar, güzel atlara binip gitmişler ”
Gördüm ki gidenler sadece atlar. Hala o güzel insanlardan bazıları aramızda. İyi ki varsınız…
Bu gün size Atamızdan bir mektup getirdim:
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.