Bu ülkede toplumsal ahlakın dejenere edilmesi işlemi Yeşilçam filmleriyle baş gösterdi. Daha sonra televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte “Dallas” adlı dizi bu görevi devraldı. Ardından “Yalan Rüzgârı” ve diğerleri geldi. Bunlar devlet televizyonu TRT de yayınlanıyor ve 7 den 70’e her kes de izliyordu.
Zamanla televizyon kanalları çoğaldıkça işin içine Türk dizileri girdi. Konular da elbette bu ithal dizilerden esinlenilerek seçilir oldu. “Perihan Abla, Süper Baba” gibi görece biraz daha ehven ve yerli olanları da vardı ama çoğunlukla aile yapısına, toplum yapısına bilinçli bir şekilde tecavüz eden diziler yavaş yavaş ama istikrarlı bir biçimde hayatımıza girmeye başladılar.
Ne ilginçtir ki bizim o çok mazbut insanımız tarafından yerli yabancı tüm bu diziler seyredildi. Hâlâ daha seyrediliyor ve üstüne üstlük bir de reyting rekorları kırıyorlar. Bu dizileri yapanlar elbette para kazanmak için bir takım konuları köpürtüp vatandaşın önüne koyacaklardır bunu engellemenin yolu yok. Adamlar sonuçta ticaret yapıyor. Ortaya bir ürün koyuyorlar ve ürünlerinin alıcısı da var. Arz-talep dengesi...
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta