Ahmet Kemal - Yazılar İstiklal Marşı Şai ...

Ahmet Kemal
2079

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

İstiklal Marşı Şairi
Bir Dava ve Mana Eri
Mehmet Akif Ersoy

Onu biz ne zaman tanıdık. İlköğrenimimize başladığımız ilk gün onunla çınladı kulaklarımız. İstiklal Marşı o‘Korkma ‘diye başlayan. Neyden, kimden korkmayacağız? Mevhum bir varlık karşısındayız. Marş bütün heybetiyle bizi hoplatıyor. Kulaklarımızı patlatırcasına üst perdeden haykırıyor. ‘Korkma’. Evet, korkmayacağız ama neden, kimden... Marşın melodisi bütün şiddetiyle sarıyor bizi. ‘Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.’. ‘Şafaklar’ sözcüğü gözümüzde dalgalı gökyüzünü canlandırıyor. Masmavi gökyüzü ve bulutlarla dalgalı. Bu dalgalar düşlerimiz alıp alıp gidiyor, bizi derin hülyalara bırakıyor. Hemen ekliyor ‘Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.’.
Çocuk muhayyilemiz ‘ocak’ sözcüğünü evimizdeki şimdilerde şömine dediğimiz ama o zamanlar yemeklerimizin pişirildiği, aynı zamanda ısınma aracımız olan içi, simsiyah isle boyanmış, içinde çengelle asılı su ve yiyecek kaplarının bulunduğu mekâna uzanıyoruz onun barınak anlamında ev yahut milletin son ferdinin yaşadığı mekân olduğunu hayal meyal hatırlıyoruz. ‘O benim milletimiz yıldızıdır parlayacak’. Şairin ‘benim’ sözcüğü kubbeleşiyor’, benim milletim’ ifadesi ise bizim üstümüzde bir kült, mukaddes varlık olarak gelip bir kandil sıcaklığında öteleri aydınlatan,karanlık gecemizde bize yol gösteren olup çıkıyor, bir kılavuz, bir ışık,bir kurtarıcı olarak gökyüzünü kuşatıyor. ‘O benimdir, o benim milletimindir ancak’ mısraı şairin şahsında bizim milletimizi can havlıyla ve en sıcak duygularla sahiplendiğimizi hissettiriyor.Ve o kutsal varlık olan İslam milletini ila’y-ı kelimetullah için koşan ahır zaman peygamberinin ümmetini getirip kalbinizin en derin yerlerine yerleştiriyor, bununla da kalmıyor, oradan çıkıp çepçevre sarıyor bizi, manevi bir kaynaşma halinde, fert ve millet,vatan ve hürriyet, ideal ve iman iççice geçiyor,bir hususi varlık olup yerden göğe ulvi bir abide gibi yükseliyor.
Marş duraklıyor ve yeniden yükselen tok ses size sesleniyor. ‘Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal.’ Şair karşımıza nazlı bir gelin gibi getirip kondurduğu hilale sesleniyor, rica, minnet dolu sözcüklerini biraz sertleştirerek; ’Çatma o hilal kaşlarını ey güzel, asma suratını, üzme bizi hiçbir zaman ve sen de hiç mi hiç üzülme, sonsuzluğa dek uğramasın ne keder ne gam senin yanına. Üzülme ey sevgili ve üzme bizi.’ Bu ifade bir savaş esnasında Müslümanların dağılma, panik havasında kaçışmaları üzerine O Kutlu Peygamber’in dua ve yakarışını çağrıştırıyor ne kadar da.’Allahım bu ümmeti yok edersen sana ibadet edecek kimse kalmayacak dünyada’ mealindeki o kutlu naz makamında niyaz - ki bu naz makamı, yakarışlarını Safahat’ta çokça karşımızda bulacağız -‘Yarab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı/Mahşerde mi yoksa biçarelerin felahı’.İşte bu ve benzeri yakarışlar bize bunun ispatı gibi durmakta. Ve şair o nazlı güzele seslenişini sürdürmekte. ‘Kahraman ırkıma bir gül bir defa gül, ne olursun’.Sözcük burada fasılalarla söylenirken,muhayyilemizde ‘gülme’ eylemi ‘gül’ nesnesiyle birleşiyor, gülün kırmızılığıyla,aşkın ve neşenin, güzelliğin ve gülümsemenin ipuçlarını verirken, hayâ sahibi insanın utanışındaki güzelliği simgeliyordu. Ardından gelen ‘ne bu şiddet ne celal’. ifadesi bizi yerlere seriyor, o nazenin güzelin şiddeti, biz irkilmeden bizi kendimize getiriyor. Ürkmüyoruz, kokmuyoruz, amma işin ciddiyetini vatan savunmasının, bağımsızlığın, hürriyetin ehemmiyetini can alıcı varoluş, hayat- memat meselesi olarak, bir varlık yokluk problemi, hürriyetin; ibadet, kulluk ve ila’y-ı kelimetullah için ne kadar önemli mesele olduğunu anlıyoruz.

Tamamını Oku