YOL VE CAMİ
Başbakan yol yapmak için gerekirse cami bile yıkarız diyor. Pervasızca söylüyor bunu. Birilerine meydan okurcasına söylüyor. Yol yapmak için ağaç kesmek zorunda kalan belediyelerine destek için yapıyor bunu. 3. Havaalanı ve köprü için ağaç kesilmesi karşısında feveran edenlere karşı söylüyor bunu.
Gezi eylemcilerine karşı söylüyor bunu. Tema vakfına destek vererek doğal hayata katkı verdiklerini böbürlene böbürlene anlatan ve sonra da üniversitesini binlerce ağaç katlederek, güzelim ormanları tahrip eden ve üstün üstlük gezi eylemcilerine destek veren Koç Holding’e karşı söylüyor bunu.
Bunları anlıyoruz ve her konuda olduğu gibi bu konuda da ona gönülden destek veriyoruz. Ancak bu son söylemde kendisine katıldığımızı söyleyemeyeceğiz. Niçin? Çünkü bu konu bir az da inançlarımızı ilgilendirmektedir. Rahmetli müftü bir dostumuz ilçemizdeki bir caminin yıkılıp yan parsele kaydırılmasını, asıl yerinin park yapılacak olmasını dinin özüne uygun olmadığını söyleyerek itiraz ederdi. Bir yer cami, mescid olduktan sonra kıyamete kadar Mescit: Cami yeri olarak muhafaza edilmelidir. Eskisi yıkılsa da yerine yenisi yapılmalıdır. Cami yeri büyütülebilir, binası yıkılıp yenisi yapılabilir ancak yeri cami alanı olarak muhafaza edilmelidir. Ayrıca caminin yeri gökyüzüne ve yer altı dahil her tarafı cami: mescid, yani mabet olarak kullanılabilir. Buna göre cami altlarında WC, dükkân lojman, otopark vs. yapılması caiz değildir. Fetva böyle. Gerisine ben değil kimse karışamaz hatta başbakan bile.
Dini bütün bir Müslüman olduğunu annesinin cenazesinde Kurra Hafızlar gibi Kur’an-ı Kerim okuduğuna TV kanallarından izleyerek şahit olduğumuz bu insanın bu şekilde konuşması bana biraz garip geldi doğrusu. Başbakan bu yanlışa nasıl üşüyor. Fetvayı kimden almış kiminle istişare etmiş, bilmiyorum. Bence devlet adamlarının özellikle dindar olanlarının iş ve fiillerini gerçekleştirmeden, hatta sözlerini söylemeden düşünerek, ehline danışmalıdır. Eyleme geçmeden değil daha düşünce safhasındayken yapılmalı bu danışma.
Yavuz sultan selim nasıl isyan eden aleviler dışında onlara yakın olan ve onları gönülden destekleyenlerin de katline fetva istemesine karşılık hayır cevabını almış, fetvaya rağmen bu işi yaparsa kendisinin haline fetva vereceğini söyleyen Şeyhülislamlar gibi fetva eminlerine, uhrevi alanda danışmanlara ihtiyacı var Başbakan’ın.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...