Uzun bir günün gecesinde adaçayı kokuyor zaman. Nerden aklıma esti başladım yazmaya, bir köy meydanında sulardan köprüler kuruyorum kendime, geçtikçe ıslanıyorum kederli anlara takıyorum tokaları. Keçi kulağı oluyor anlarım. Ya o ağaçlardan düşen gülümseyişler onlara ne demeli. Bak yine ayarsız cümlelere gidiyorum. Melekler gülüyorlar mıdır bana yukardan. Gecede yüzlerce yıldız yok, olsa valla verirdim. Parlak bir ay var sadece, etrafında da birkaç tane yıldız, o kadar. Bulutları hafifçe serpiştirmişler gökyüzüne. İyi bir ressam olsaydı yıldızlarımı daha çok serperdi yoksa bulutları mı?
Yine satırlar kayıyor yan yan. Paragrafları olmayan cümleler kuruyorum uzun ve noktalama işaretlerinden yoksun. Oturup koklasan, nefesini içine çeksen, sadece hava alabileceğin. Sıradan bir durum olsa, kafayı kapatıp gitmek en iyisi derdim. Yok öyle sıradanlık, her şeyi terk edip gelmişiz kendimize, bırakıp gitmekte olmuyor. Koyuyor, hem de çok fenasından arkana bakmadan gidişlerindeki dönemediğin anların toplamı. Kaç eder her bir adımın fırtınası. Sormadım, düşünmedim sayılır mı böylesi gidişlerde adımlar. Deli derler adama değil mi? yazı yazmak zor zanaat. Memleket meselelerine girersen değil de, böyle boş ve amaçsız yazınca zor oluyor deli misin? Gecenin bu saatinde oturup amaçsız bir yazı yazıyorsun (saat 22.28) o kadar geç bir saatte değil ki, neden geç dedim anlamadım.
Çiçeklerin arasındayım aslında, onları yazsam ne kadar uzun yazabilirim. Mesela şu limoni selvi yada Japon gülü yok onlarda değil bitkilerden de çok anlamadığım ortaya çıktı. Halbuki onlarca çiçek var karşımda, aha iki tanesini ben dikmiştim, bak onları rahatça söyleyebilirim. Gül. Konuyu devam ettirecek güzel bir kaynak buldum; gül. Bak, şimdi ayın önüne bulutlar girmeye başladı, şu ressama ne dedimse yapıyor, şimdi yağmurda yağdırır kim bilir. Nerde kalmıştık? Gülde. Evet, bakalım neler biliyoruz gül hakkında, kopya çekmek serbest mi? gül bir çiçek adı akla ilk gelen bu, sonra gülmek fiilinin kök hücresi. -Gülsene, deyip birilerini gülmeye teşvik ederiz. –Gülme, diyerekten gülmemesi için kısıtlamaya gideriz. Gülme, gülmek, gülmekten katılmak, katıla katıla gülmek. Hem olumlu hem de olumsuz bir durum söz konusu, güzel bir şey değil midir gülmek, o zaman neden engelleriz anlamam. Bir cenazede gül götürülebilir gülmek götürülemez gülme götürülür. Güldüm ben götüremediğim gülmeleri de yanıma alarak. Şimdi ikimizde aç, bitap kapıdayız, almadılar bizi yemeğe. Ben yemeksiz, gül ise susuz kaldı. Aylardan da yaz. Tabi, akılsız başın cezasını gül çekiyor. Birde akıl çekiyor, tabi başa giremeyip açıkta kaldığı için bu durum başın hoşuna gidiyor mu dersiniz? Bence gidiyor, en azından derdi tasası yok, taşıyacak bir aklı yok.. ne gam, ne keder salla gitsin dünyanın derdini. Bende isterim onlardan dolu dolu diyesi geliyor insanın şimdi. Akılsız bir baş akıllı bir başı döver mi? sanırım bu sorunun cevabı, koskocaman bir evet. Baksana, dünyaya akılsızlar hakim olmuş bir şekilde, oh hem içinde bir şey yok hem de her şeyin var. Olmasa da hakkın varmış gibi davranıp olanları alabiliyorsun.
Gül demiştik nereye geldik, bir süre suda beklediğinde neden soluyor gül. Bir öykü vardı “gülün suya aşkı” diye, sanırım doyuyor bir süre sonra gül ve tokluktan kuruyor. İnsanoğlu da öyle değil mi, doyunca kuruyor insan olan yanları. Hepsi böyle değil tabi, öyle olsaydı her yanı su alır götürürdü. Suya doymadan, kendini dışarı atabilmek var işin içinde. İnsanlık nerde kaldı dostlar. Bir gül dik, bülbül gelsin aşık olsun, sonra bülbülü yakala ve sat. İşte sana gelecek, sonra otur öykü yaz roman yaz ver yayınevine, adın çıksın yazara.
Abuk sabuk yazılara devam ediyoruz. Bulut halen ayın önünde, gitmedi ve gitmeyede pek niyetli görünmüyor. İki üç tane yıldız vardı, onlarda kayboldu. Yıldızsız gecelerde yaşamayı öğreneli çok oldu. Çocukluğumda görürdüm her akşam, sonra tatillerde denk gelmeye başladı, birde uzun gece yolculuklarında. Şehirler, gecelere ve yıldızlara baskın çıkmaya başladılar. Toprağı ele geçirdiği yetmiyormuş gibi. Dalga sesleri ve böcek sesleri yerine, uzaktan gelen araba motorlarının sesleri hakim zamana. Zaman, saatlerden çıkıp, tümden gelip tüme varılan bir kavram zinciri. Emanete verildiğinde almaya gecikirsen, bastonla karşısına çıkıp tanıyamadığın derin bir kavram oluyor bazen, zaman. Derin kırışıklıklar sarıyor insanın yüzünü, elleri buruşuyor. Sürülmüş toprağa dönüyor beden, bir farkla hep nadastadır artık. Meyve vermesi zor. Verebileceği ise, yaşayabildiği, hikayeleştirebildiği geçmiş zaman fiilleri. Kiminin sadece askerlik anısı olur, kiminin sadece okul. Kiminin çocukluğudur anlatılmaya değer. Bütününü doldurabilmek ne zor şu hayatın. Yüzde kaçını boşa yaşıyoruz acaba. Doluya koysan taşar, aza koysan dolmaz bir durum yaşadığımızı sandığımız dünya.
Geri gelmek mümkün, olsa bunu yapmayacağım dediğimiz her şeyi yarın yeniden yaptığımız bir çelişkili andır zaman. Oysa yarın, geri gelmek için atılmış bir adımın başlangıcıdır. Bak; şimdi nerden nereye geldik. Gülme zamanı geldi şimdi, buradaki gülme olumlu bir yönlendirme olup gülmek serbest. Gülümseyelim lütfen ve ağızlar kulaklara varabilmeli gülümserken. Dışarıdaki aya ne oldu bilmiyorum, az önce içeri girdim. Yani bu paragrafın başında. Yıldızları kaybettik, bize kalan yeni yetme ışık huzmeleri, onlarda sis ardından yıldız gibi görünmekle beraber, ilk kesintide foyaları meydana çıkıyor ki, insanoğlunun yaptığı şeyler bir gün mutlak suretle ya durmaya mahkum oluyor yada bir maraz çıkarmaya. Acaba eskiler ne yapardı. Kapatacak şeyleri de yoktu onların, üstelik. pazar günleri de “kapalıyız” tabelası asacak günleri de. Günleri de biz bela ettik değil mi dünyaya. Ne günü, ne gecesi, kim diyor acaba, saatlerinin geri yada ileri olduğunu. Koskoca zaman diliminde biz halen ikibinbeş yılında olduğumuzu telaffuz ediyoruz. Bilim adamları çıkıp, “insanoğluna ait fosiller bulundu” diyor dörtyüzbin yıl öncesine ait. Şimdi takvimleri 402.005 yapmak gerekmez mi? aslen böyle değil midir? Niye önceki tarihleri silip atmışız, ayetlere sığdıramadığımız için midir acaba. Kalbur, kambur, tambur ve nalbur aletleriyle işlediğimiz tarihin tarif edilemez tozlu raflarında yaşayan, yaşayabilen bir biz mi varız? Gorillerin bir tarih bilimcisi yok mudur? Yada kaplumbağa cumhuriyetinde bir kurbağa kral olabilir mi? olamaz mı? neden insan cumhuriyetinde yüzlerce fosil dinozor kral olabiliyor. Hatta birçoğunun, akıllarını yanlarında taşımadıkları da gün gibi aşikarken.
Böyle kral derken birden aklıma saraylar ve kaleler geldi. Birde şu set. Uzakdoğuda inşa edilen o uzun set, adını söylemeye gerek yok, siz anlarsınız. İnsanın insandan korkusunu bu kadar afişe eden başka eserler yoktur. Hayvanlar arasında insanın insana olan canavarlığını da buraya dipnot düşmek gerek. Biri korkuyorsa, mutlak suretle kötü vardır, ki olmazsa onlar yapılmazdı. Siz hiç gördünüz mü, aslanlardan kaçmak için etraflarına duvarlar ören zebraları yada, bunları gelecekte de yiyeceğim, stok yapayım diye on tane zebrayı bir çit örerek içine koyan aslanı. İyide, biz bu dünyayı onlarla birlikte paylaşmıyor muyuz? Her şey kimin hakkı? herkese eşit değil mi? Yoksa güçlü olan mı kazanmalı şu dünyada? Güç aslanda değil mi, halbuki, pire ve karınca, aslandan ve diğer hayvanlardan çok daha güçlü ve hızlılar, yanılıyor muyum acaba. Ahh, tabi görkemli ve ürkütücü değiller değil mi? ve acımasızda değiller. Acımasızlığı aslanlara, kaplanlara ve diğer hayvanlara yakıştırmıyorum. Çünkü yedeğe alarak yemek onların kitaplarında yazmıyor, bir tek biz insanlara mahsus bu olay. En acımasızı insan oluyor açıkça söylemek gerekirse.
Gülü dalından güzelliği için koparan, sonra kurutup atan. Bülbülleri aşklarından ayıran ve bunu bir anlık tatmin için yapan insanoğlunda. Gülümse! en acısından olsun tebessümler. Acıyla da gülebiliyoruz. Tebessümü biraz ağır oluyor, lakin iç acıtan bir tada sahip acıyla gülmek. Sarhoş betimlemeleriyle savrulup duruyoruz oradan oraya. Kimimiz aşkın sarhoşluğundan, kimimiz paranın ve parasızlığın sarhoşluğundan, kimiz ise sebepsizliğimizin sarhoşluğundan savrulup duruyoruz bir çöp parçası gibi. Savrulur yeteneğe sahip bir çöp tabi. Bu yaşam çoğu zaman insanoğluna anlamsız gelmiştir. Neden geldik, neden gidiyoruz diye. Zor tabi başka canlıların hayatlarını ve yaşama haklarını ellerinden alırken bunları düşünmek. Onlara göre var olan her şey insan içindir. Bencilliğin kitabını yazan arkadaş, bunu nereye dipnot olarak düşmüş acep. Hangi ahmak bunu doğru belleyip, elinde sopalarla kutuplara, ellerinde silahlarla savanlara düşmüş ve yaşam haklarını ellerinden almış canlıların. Sonra, iki parça fazla pirinç tanesi için devirmiş yüzlerce yıllık binlerce ağacı. Yaşam alanlarını talan edip yeni talanlar yaratmak için, dünyaya yayılan insanoğlu, bu talanda öldürdüğü her insanı, zafer kitabına çentik olarak işlemiştir.
Yetebileceği kadar çoğalsaydı, güllerin bülbülleri mutlu olurdu. Bahçelerde, bülbüle uşaklık eden kanaryalarda olurdu, kukumav kuşuda. Ve geldik kargalara, insanlaşamadığımız bir alandır kargalar. Neyini beğenmeyiz anlamam, oysa bir özgürlük ve mutluluk abidesidir kargalar. Ve, gül kadar kırılgan değillerdir. Bu yüzden gülümse! gülümsemekten türetilen başka kelime bilen varsa lütfen danışmaya. “Danışma” yazarsan kapıya koskocaman, danışma diye kim danışacak sana kardeşim. Yazsana koskocaman bir danışman diye. Yada “yardımcınız olayım”. Uykum geldi, memlekette kurtulmadı, çiçeklerde. Hem ben onların isimlerini bile bilmiyorken, kurtarmam zor bir ihtimal değil mi? Yinede su vermeyi ve güneşe çıkarmayı bilecek kadar müdahale edebiliyorum. Tıpkı, kurtaramadığım dünya için bir adım atıp, yerdeki kağıdı çöpe taşıyabilmek gibi. Zor olan, insanı insan kılabilecek dünyayı yaratabilmek diye düşünme, bir adım da sen at, bak göreceksin, geride kalanlar bir gün utanıp, peşine düşeceklerdir. Akıl, kenarda kalmaya devam etse de. Bizleri aydınlığa çıkaracak olan, karanlıkta yaktığımız ışıklardır. Bu ışıklar gözlerimizin feri bile olsa, aydınlatıyorsa önümüzü, aydınlığa çıkacağımız günler yakın demektir.
Aydınlık ve güzel günlere. Gülümse…yin
Murat TaliKayıt Tarihi : 23.5.2005 11:28:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

yasamin cukur cukur olmus yollarina... sevgimle dost..
TÜM YORUMLAR (1)