ALLAH MEN ETTİĞİNİ EMR ETMEYECEĞİ GİBİ.
EMRETTİĞİNİ DE MEN ETMEZ.
Kader meselesi İmanın şartları içinde sıra itibari ile altıncı sırada yer almaktadır.
Bunun sebebi ise kaderden önceki beş temel esasta güçlü bir iman sahibi olduktan sonra anlaşılması ve anlatılması zor bir konuda iman, teslimiyet ve imtihan vesilesi olarak inanılması emr olunmuştur.
Ancak kader sadece biz insanların basit davranışlarına münhasır bir iman meselesi değildir.
Allahın Ezeli ve Ebedi olmasını,
Mülkünde malik ve melik olmasını bunun yanı sıra, tüm sıfat-ı sübhaniyesi ve evsafı kudsiyyesi ile esmai hüsnayı ilgilendiren bağları mevcuttur.
Kâinatta atomlardan, hücrelerden tutun, galaksilere varıncaya kadar, istisnasız her şeyde, kaderin tersimi Allah’ın inkâr edilemez ilim ve iradesinin, san-at ve kudretinin tezahür ve tecellileri vardır.
İnsan açısından baktığımızda ise,
kaderin Allah’ın varlık ve birliği ile çok alakalı olduğunu görmekteyiz.
Amelin talibi (İsteyeni) ve sahibi olmakla, amelin halıkı olmak çok farklı şeylerdir.
Biz amellerimizin sahibi ve talibiyiz.
Allah’ta onların sani-i ve halıkıdır.
Bu taksim amellerimizin kuvveden fiile çıkması anındaki durum olmakla beraber,
esas kafa karıştıran durum bununda dışında kalan, Allah’ın daha tahakkuk etmemiş davranışlarımızı ezelden bilmesi ve onları bildiği doğrultuda yaratmasıdır.
Bizim kader deyip anlayamadığımız ve kabullenmekte zorlandığımız mesele burada başlar.
Farklılık arz eden her konuda olduğu gibi vasat olan orta yol dışında kalan adına ifrat ve tefrit denilen akımlar meydana geldiği gibi bu akımların takipçileri de olmuştur.
Bu bağlamda kader meselesi İslam âlimleri içinde farklı görüş ve düşüncelere yol açıp, Cebriye, Mutezile, Ehli Sünnet vs. isimli itikat mezheplerinin doğmasına yol açmıştır.
Bunlardan ifrat olanı, kulun iradesini inkâr edip mesuliyetten muaf tutan Cebriye.
Yani Allahın faili muhtar oluşun özelliğinden hareketle,
bütün her şeyi yaratan Halık-ı Kulli şe-y oluşundan kulun amellerinde tercihi yoksa mes-uliyeti de yoktur. İddiasıdır.
Ki İnsanı sonbahar rüzgârları önündeki kuru bir gazel yaprağına benzetir.
Yönünü tespitte tercih ve müdahalesi yok ise gittiği yerden de mesul değildir.
İddiasıdır.
Bu iddia, Âdemi mesuliyet dediğimiz günah veya sevapta sorumluluk olmadığı ve aynı zamanda cennet veya cehenneminde lüzumsuzluğu sonucunu doğurur.
Bu görüş Bizim itikadımızca makbul ve makul değil, merduttur.
Yani red edilir.
Diğer görüş ise;
Bu da Mutezile adı altında insanın inkâr edilmez iradesinin, varlığının hayat ve olaylara tamamen hâkim olduğu iddiası yanlışlığı içine girerek insanı fiilinin halıkı olarak ilan eder, kaderi red ve inkâr eder.
Hatta bu görüşten neşet eden bir batıl görüşte,
eşya ve olayları iyi, kötü güzel, çirkin hak ve batı olarak ikiye tasnif ettikten sonra, hayır işlerine bir ilah tahsis eder ve adına Yezdan der.
Çünkü Allah güzeldir ve kötü şeyler yaratmaz mantığından hareket edince,
bir de şerleri yaratan ilaha ihtiyaç duyulur ki buna da şer ilahı manasına gelen Ehriman adı verilip, tevhid parçalanıp, fillerin faili adedince ilahların varlığının kabulü zaruret arz eder. Tevhid tekessür eder.
Bu görüşlerin hepsi batıl olmakla beraber,
kader konusunda makul ve makbul olan görüş
Ehlisünnet Velcemaat dediğimiz Eşare ve Maturidiye görüşüdür.
Kur-andaki kader anlayışı ile örtüşüp,
Peygamber efendimizin sünneti doğrultusunda hareket eden görüştür.
Bu görüşte Her şeyi iyisi ile kötüsü ile yaratan Allah’tır.
Her şeyin hilkati hasendir. Güzel ve hayırlıdır.
Eşyanın iyi veya kötü diye değerlendirilmesi insanın menfaat veya zararına bina edilemez.
Eşya ve hadiselerin hilkatinde, Allahın yaratmasının, bize bakan yönlerinin dışında kâinat içindeki sistem tamamlayıcısı olarak çok yönleri, maksat ve maslahatları vardır.
Allah hiçbir şeyi tek maksatlı yaratmaz.
Her varlığını mahlûkat adedince iş ve ilişkileri vardır.
Ağzımıza koymuş olduğu küçük bir et parçası olan dili sayısız vazife ve maksatlarda istihdam ettiği gibi.
Onun için eşyanın hilkatini kendi değerlendirmelerimizle ölçüp biçemeyiz.
Bir iş veya eşyanın yaratılmasında bir maslahat yaratılana ait ise,
Yaratana bakan maksat ve maslahatları mahlûkat adedincedir.
Diğer bir açıdan bakıldığında ise şöyle bir kelam kuralı ile karşılaşırız.
Halk-i şer, şer değil, kesb-i şer şerdir.
Misal olarak,
kibritin hayırlı işlerde kullanılma amacı ile icat ve imali hayırdır.
Fakat kibrit yangın çıkarmada da kullanılabilir.
Yangın çıkarmada kullanılınca ise kesbi şer denen mesuliyet ortaya çıkmış olur.
Kibriti yaratmak Allah için bir takdir,
doğru veya yanlış kullanmak ise insan için bir irade ve mesuliyettir.
Kişinin yaradılış karakterine göre ne yapacağını bilmek Allah için kader,
iyi veya kötü amaçlı kullanım talebi doğrultusunda fiili yaratması da kaderin kazasıdır.
Konuyu daha fazla detaylara indirmeden,
Ehlisünnet görüşünü biraz olsun açıklamaya çalışalım.
Allah kaderin halıkıdır.
Kul kaderinin hem talibi hem failidir.
Hem mesuliyet açısından sorumlu sahibidir.
Allah’ın Kıdem, Beka, Kudret, İrade, Vahdaniyet gibi sıfatlarının tespitinin vazgeçilmez bir kuralı, eşya ve hadiseleri (fiilleri) yaratma hakkına sahip olması, ancak kaderin varlığı ve ona inanılması ile mümkündür.
Allahın kaderimizi bilmesi bize o bilgiyi yapma mecburiyetini dayatmıyor.
Allah bildiği için biz yapmıyoruz.
Allah’ın bildiğini biz akıl ilim ve irademizle istediğimizden
Allah bilgisi dâhilinde olanı bizim talebimize binaen yaratıyor.
Dolayısıyla Allah bize akıl, ilim irade vermiş bunlar inkâr edilemez.
İcraatlarımızdaki tercihlerimiz CÜZ-İ de olsa İRADENİN varlığını inkâr edilemez bir netlikte gösterip ıspat ediyor.
Kader ise;
Tüm tedbirlerimize rağmen istemediğimiz kaza, bela, zarar, ziyan, hastalık Vs. gibi şikâyet ettiğimiz nahoş olayların başımıza gelmesi ile VARLIĞINI bizzat onu inkâr etmeye çalışanlar da, dâhil olmak üzere herkese yaşatarak, his ettirip tasdik ettiriyor.
Şikâyetleri ise her millette ve her dinden farklı isimlerle de olsa şarkı ve türkülerde arz-ı endam edip kendisini gösteriyor.
Genel hatları ile özetlemeye çalışacak olursak biz ehlisünnet itikadı olarak,
Geçmişe dair cebri, geleceğe ise mutezile nazarı ile bakar;
İki mezhebin yanılma ve hatalarından salim bir itikat ile
kaderi, ne mesuliyetsizlik anlayışı ile topu taca atma göz açıklığı,
nede Rabbimizin zati ve subuti sıfatlarını yok sayacak, mülkün sahibi hakikisine rağmen bir irade olmadığına inanır, hem yaşar hem tasdik ederiz.
Bu konuda daha tafsilatlı bilgi edinmek isteyenler, Risale-i Nur Külliyatından Sözler Mecmu-asının yirmi altıncı Sözü olan sırrı kadere dair risaleden istifade edebilirler.
el ilmu indellah, la ye-lemul ğaybi illallah.
Necdet EremKayıt Tarihi : 2.12.2008 09:41:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bekliyorlar sanki biliyorlar ölüm saatimi
bakmakla olmuyormuş atmak dedim sessizce…
Oturduğumuz yere oturdum,
bir demliçay eşliğinde yudum yudum içtim sensizliği delice.
Bir sigara ile zehirledim sonra içime düşen seni.
Hani gitmeni istemiyordum ama; git de istiyordum hani.
Bilemezsin ne zor çelişki.
Ne amansız bir savaştır bu içimdeki.
y.ed...yüreğinize sağlık
TÜM YORUMLAR (1)