Yeşil atlar durdu
kapımın önünde.
Baktım,
uysal mı uysal
Atlar.
Birine yanaştım.
"Esrik us sıkıntı sepeler
Zücaciyeler hele, ahh hele onlar...
Parmaklarım ucunda gezelerken
Kendimi hep dışarıya atmak
Bedeni çeken ellere direniş
Omzumdan itelemelere payanda
Beyninde iki kişi var.
Biri "kıvrak ve küheylan"
Diğeri metro saatlerini kollayan
Bir intihar girişimcisi...
Luka'yı okuyup Giovanni'yi seyrettiğim günlerdi.
Açık tahta penceremden bir 22 Temmuz akşamı
taş sesleri yükseldi.
"Vurun Kahpeye"tarzı bir fahişenin trajedisi hükmündeydi.
Bellekte kazınmış hâlde Hypatia öğretileri gitti geldi.
Ya da geldi gitti.
Her şeyi sadece o bilirdi,
Her şeyi bilenin dışında...
İhtiyacım olan bir yılgı veyahut ayrıksı bir düşünceye hiç rastlamazdım onda.
El damarları kıvıl kıvıl canlandığında
Lahuti sesler çıkardı diş aralarından.
Pusardım bir pencerenin altına.
Adabelen tepelerinden hangi burgaca girsen
Hangi veçheden dönsen
Adres bellidir: Jandarma.
Eski püskü bavullar,
Renkleri birbiriyle uyumsuz paçavralar,
Girdik bir alaz bir alaz.
Bir ceylanın boynunu okşamak istiyorum
Bir geyiğin boynuzunu tutmak...
Bir aslanın yelesini örmek...
Ve
bir timsahın dişlerini fırçalamak...
Şiirlerinizde yaşattığınız dünyada yaşadığımı söylemek istiyorum. Hepsi birbirinden güzel doğrusu. Hepsi de kolay anlaşılmadığı için epey düşündürücü. Okudukça keyif alıyorum.