Uzandıkça umutlara hep boşta kalıyordu elleri. O kadar çok kaybetmişlerdi ki kanmayı bile düşünemiyorlardı. Hem vakitleri kalmamıştı hem de mecalleri ya sevdiklerini söylemeye vakitleri olmamıştı ya da söyleyecek birileri yoktu yanlarında.
Bir mezarlığın aynı konuklarıydılar. Bir selvi ağacının altında farklı yerlerden gelmiş olmalarına rağmen aynı duyguları taşıyorlardı. Konuşmasalar bile anlaşabiliyorlardı. Çünkü aynı yarayı taşıyorlardı.
Dünyada olup dünyada yaşamayı beceremiyorlardı. Yaşama korkakça tutunup hayallerine ve yürek seslerine tutunamamışlardı. Yalnızlık içinde yaşamışlardı, sahte mutluluklarla doldurmuşlardı dünyalarını. Kör yaşamlarda hayat sürdürmüşlerdi.
Kurdukları zümrüt köprülerde yol almayı becerememişlerdi. Bomboş yüreklerin geçerken zorlandığı bir köprüydü yaşam onlar için. Yürek kafesine koyacakları birileri olmamıştı. Yüreklerinin duvarlarına çarpacak derin yaralar açacak sevdaları yaşamak istemişlerdi.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim