MEHMED SARI
yaşamın hası
özgürlük kavgası
ŞİİRLER
ACI, AŞK VE KAVGA
İncir çekirdeğini bile
dolduramıyor artık,
aşkı da / acısı da / kavgası da
yüreği yağlı
beyni yularlı
edebiyat esnafının.
Oysa
renkli düşler kurmalı ozan
derin uykulardayken bile
yığınsal kahramanları
gelecek zamanların.
Yarışların
en oylumlusuna sürülmeli
alev yeleli atları çıplaklığın.
Yırtık bağrını dövmeli
sevdanın yeli,
Ve karanlığın tuzaklarından
aşk geçirmeli yiğidi..
Kavgası
mahşer gününü anımsatmalı
gösterişsiz kahramanların,
Acısı
titretmeli yüreğini
bin yıllık umursamazlıkların!
Değmeli her olgu
kendine harcanan çabaya,
Her beyin onurlandırmalı taşıdığı adı,
Acı, acı olmalı gülümün hası,
Sevda, sevda olmalı yani,
Kavga da, kavga..!
HAZİRANDA ADANA
Yolboyları kurumuş ekin alazı
Baygın uyumaktadır
hurma
dallarında kumrular.
Cehennem gibi çökmüştür asfalta sıcak,
Şehirlerarası terminallerde çarpar
yaşamın nabzı ancak,
Bir boyacı çocuklar diridir,
bir de
sokak köşelerinde
soğuk içecek satanlar..
Haziran’05
Melbourne
ÖZLEM YÜKLÜ DUYGULAR VE
ADI KONMADIK GÜZELLİKLER
Ev ile iş arasına sıkıştı insanlığın yaşamı
Herkes kendi dört duvar dünyasının içinde
Herkes düşüp kalkıyor tüm zamanlar
kendi küçücük topluluğu ile.
Bireycilik ciride kalkıştı ortalıkta,
Yalnızlık tıkıyor büsbütün
toplumun nefes yollarını...
Herkes bir perakende kuş şimdi
kendi yuvasında,
dayanıksız, duldasız
boynu içine çekik
kapalı dışarıya gözleri,
Ve avcı kurt sürüleriyle çıkmakta ava.
Çok fena sıkılmaya başladı canım
Sarstı beni derinden,
Sıktı çelik bir mengenede
boynumu sıkarcasına,
Silikleştirerek yaşamın ışığını,
Sıktı beni çağın bu hazin manzarası.
Gel git konya altı saat
Gel git dört yöremiz dört duvar,
Kafeste kaplan gibiyiz
kafeste kanatsız kuşlar gibi,
Daraltıyor göğsümü acıta acıta,
Uyuşturuyor ağır ağır beynimi,
Dünü kara,
yarını belirsiz
renksiz, hareketsiz
bu uyuşuk, sarsak dünya.
İtiyor bir bilinmeyen yere
Çekiyor beynimin her hücresini
Yüreğimin buğulu gözlerini
Vurup dağıtıyor,
Savurup atıyor
Günümü işgal eden çözümsüz düşünceler,
Kaybediyor insan kendi kendini.
Fena sıkılmaya başladı canım
Bunaldım suskunluktan
Bunaldım yalnızlıktan
Bunaldım insansızlıktan!
Bunaldım bahçedeki gül fidanları,
Bunaldım sarı gözlü ak nergisler,
Bunaldım mor çiçekli göğ sarmaşık.
Elimde güya bütün özgürlükler
gökler kadar geniş,
denizler kadar derin,
hayal ülkelerince renkli.
Oysa tıknefes patlayacağım dört duvar arasında,
Oysa yıkılıp kaldım toplumsal yalnızlıkta,
Kanadım
hapsedilmiş duyguların
ve tırpanlanmış umutların
hançerlenmiş yürekler gibi sızlanışında…
Fakirin ekmeğiydi çoğu kez
ışıklı bir köprüydü bugünle gelecek arasında
silindi gözlerin feri
kıvılcımlar çakmaz oldu alında,
umut dumura mı uğruyor yoksa?
Umut sürükleniyor
sonsuz bir çember içinde,
Çürüyor eşyalar
her biri bir yerde,
Çürüyor insanlar
eksoz ve stres içinde.
Neden kaybedildi dün?
Ne durumdayız bugün?
Nasıl olacağız yarın?
Ne kimse soruyor kimseye,
ne kimse irdeliyor yaşamı kendi beyninde...
Sıkıldım duvardaki şahane kadın
ve kömür gözlü minik kız,
Kızıl atların yalın kılıç süvarisi
yüreğini bir top ateş gibi ellerinde taşıyan delikanlı
kavganın ve sevdanın ozanı Nazım usta,
Ve milyonların afyonu
ay ana ikonu
sıkıldım...
Çünkü atom vurgunu şehirler gibi
kötürümleşti insanlığın onuru,
Çünkü uçaklarla yumruklar
kıyasıya savaşıyor şu an
Çünkü bir takım koyunlar
kurdun ardı sıra gidiyorlar durmadan
Ve insanlığın dipsiz bir uykuda
horuldamasıyla geçiyor zaman…
Bunaldım Hoca Nasrettin,
Güldüremiyor beni bundan böyle
eşeğin ve nüktelerin,
Sen daha topal Temir devrinde misin?
Uzanmıyor dünyama dünyan,
Tutamıyor ellerimi ellerin...
Asya bozkırlarının
alev yeleli yaban tayları,
Gözlerimle yarıştayım sizlerle,
Yalnızca siz beni terketmediniz.
Alıp götürüyor beynimi
yıldırımların kavga mahşerine
şimşek kanatlı yeleleriniz...
Kalkıp gitsem buralardan
düşüp özlem yüklü duyguların ardısıra,
kırarak
keskin bir bıçak darbesiyle
beyni kuşatan paslanmış fikirleri.
Dağıtsam bir deli poyraz gibi
yürekleri daraltan sis perdelerini.
Yüklesem gövdemi kanatlarınıza
Sürsem dumanlı dağlar ötesine
Sürsem denizaşırı bir yerlere...
Gitsem gidebildiğim kadar
durmadan
yorulmadan
ve neyin nesi olduğum sorulmadan...
Belki terkeder o zaman
gönlümün yaylalarını
yalnızlıkların,
insansızlıkların
ve umursamazlıkların
çağımızın üstüne kabus gibi çöken
kara bulutları.
Çekmezse eğer yüreğimi gerilere,
çekmezse ellerimi, ayaklarımı ve belleğimi
ardımda bırakacağım gönlü bulutlu
tomurmuş bir gül goncası...
Yol verip ellerime,
Yol verip yüreğime,
Yol verip şimşekli gözler gibi
dalga dalga denizler gibi
Sürsem anın ötesine
Sürsem el ele gülüşlere
Sürsem yığınsal sevinişlere,
Sürsem, adı konmadık güzelliklere..!
Mart’04
Melbourne
AFRİKA KARASI
-Zeni’ye-
Tenine benzer senin uykuların
Ağarmaz bir türlü Afrikalı güzel
Güneşle bile ışımaz sabahların
Utançlı karanlığı vurur göklerine
Deniz aşırı çapul taburlarının.
Günler tazelenmez sabahlarında
Kara elmas gibi soyulur teninden
Ağır uykularda dünün, yarının.
Hep güman içindedir gelecek günler
Baskınlar görmüş kan uykularda
bir geçmişin izleri oturur alnında
ve bugün bile
kanayarak basar toprağa
pranga şakırtılarıyla ayakların...
23 Mart ‘08
Melbourne
ANA
Benim anam Çıplak Ayşe
bütün güzel analardan biriydi,
Ben onun kalbinde bir köşe
o benim yaşamımın feneriydi.
Cömertti büyük ana toprak kadar
Ter döktü ömrü boyunca,
ürün verdi yediveren güller gibi,
Ve bana hasretinin kırbacı altında
kopup gitti bir şubat günü
gün ışınlarından ansızın
yıkık ve perişan
bırakarak uzaklarda gövdemi.
Giden döner mi geriye bir daha
kan çanağı yapsam da gözlerimi,
Onyedi yıldır uyuyor anasının koynunda
Hasreti işgal etmiş, hançerler yüreğimi..!
10 Şubat’07
Melbourne
BİR SENEGAL AKŞAMINDA
Güneş karararak batıyordu Atlantik üzerinden
Sahil boylarında kanayan bir geçmişin ayak izleri
Ve kapkara düşlerle gelip oturan gözbebeklerimize
kanlı kara bir gecenin saltanatı
çökerken yüreklere
Bir Senegal akşamında kaybettim seni.
Ve tek başımayım şu anda
beynim ve yüreğimin uzağında,
Martılar çekilip gittiler tedirginlikleriyle
bırakarak göğsüm üstüne ağrılı sahilleri,
Ufukta kara çekirge alayları geçmiş günlerin
Napolyon armalarıyla geceyi karartan,
Anlamsızlığın anlamı bile değil varlığın artık
şu gözlerime diken olan çıplaklık karşısında,
Umut muydun
sevdamı gelecek sabahlara taşıyan,
Yoksa özgürlük mü
yolunda insanlığın can çekiştiği,
Olanağı yok artık tutmamın sıcacık ellerini
Bir Senegal akşamında kaybettim seni.
Yer gök karanlıktı sızım sızım
Açıklarda köle filoları Avrupalı tüccarların
Topraklar ve sular
yaşam ötesi bir anlamsızlığı yansıtıyorlardı
Rüzgara sundum ellerimi
okşayışlarla karşılanmadılar,
Yıldızlarda sevdaya solgunluğun işaretleri
Her nefeste küsmüştü yaşama
gerilimli sancıyışları doğa ananın,
Güneş karararak terkederken akşamı
hüzün saatleri bırakarak gerilerde,
Işıldar ortasından karanlığın
toprak yollarda
ve kırık dökük betonlarda daha dün gibi
beyaz zulmun duraksız kara iniltileri,
Köle çaresizliğinde
ve şehirlerin dökülen eteklerinde
büyümeye pişmanlık duygularıyla ikircikli
bacakları çıplak çocukların kocaman gözleri,
Derin bir kuyu gibi deşilimekte yüreklerimiz
Bir Senegal akşamında kaybettim seni.
Köle avcılığı nehir boylarında uygar avrupanın
kanserli bedenlerce sancıyıp durmaktadır daha,
Ormanlar, sular, tarlalar ve madenler
yıkılıp yerde yatmaktadırlar
yüzyıllardan bu yan zulmün ağırlığıyla.
Başlarında kolonyal şapkalı
ve şövalye zırhlı tiksindirici haydutlar,
Tapulamış çapul taburları dünü yarını
Hiç bir esinti
üflemiyor sevdamızı ertesi sabahlara
kanıyor toprak, kanıyor su, kanıyor hava
kanıyor gelecek günleri kara kıtanın,
kanıyor yürekte derin bir yara.
Kararıyor dünü yarını mazlum dünyanın,
Tüm ufuklar aç çekirgeler istilasında,
Köşe başlarında uzak diyarların silahlı zorbaları,
Dolaşır köleliğin çıplak ayakları
izbe sokakların karanlıklarında.
Ve ışıklı caddelerde haraç-mezat
aidsli sülün güzellikler sunulur pazara,
Sönüyor gözlerimde yitik bir kavganın ateşi,
Hoşça kal yüreğim
bir Senegal akşamında kaybettim seni...
21 Ağustos ‘08
Melbourne
BİTMEYEN SEVDA
................
Çekmişlerdi ellerimi ansızın
çıplak gecelerin keskin ayazında
sıcak yaşamından mor dağlarının...
Çırpınır şu anda
karanlıklarda
hiç durmayan
başsız bir güvercin kanaması
ve sürüne sürüne geçer zaman...
Gelen giden örseledi saçların
Kanar binlerce çıban geleceğinde,
Bana kaldı yalnızca
uzaklarda hiç bitmeyen acın,
Kan çanağı gözlerimlen
çok karbonlu nefesimlen
sürükler gönlümü tozlu yolların...
Beynimde
bir saldırgan kovboyun başağrıtan salgısı
Midemde bulantısı hızlı tüketim lokantalarının
gitmez adımlarım, yollarda yolsuzum,
Gözlerimin akında radyasyon yuvaları
Pas tutmuş konuştuğum dil
Kekik kokan dağlarına susuzum...
Mayıs ‘07
Melbourne
BİZİZ BÜYÜK
-dost Şeref’e
Büyük sandık hep onları
Onlar değil, biziz büyük
Karıştırdık yokla varı
Onlar değil, biziz büyük
Onlar büyük yalan söyler
Çalıp, çırpıp servet eyler
Bizimdir üreten eller
Onlar değil, biziz büyük
Onlar birer talancıdır
Karnımızdaki sancıdır
Geleceğin utancıdır
Onlar değil, biziz büyük
Biziz yapıp yaratanlar
Gelişmeye güç katanlar
Görmez bunu kör olanlar
Onlar değil, biziz büyük
Dünya onlarındır bugün
Yaşamları bayram, düğün
Bizi gelecekte görün
Onlar değil, biziz büyük
Temmuz‘07
Melbourne
DAYANÇ
Adım adım
anımsayıp da
kanayan günlerini
geçmiş zamanların,
Oturup ağlama bir başına
Geleceğe biriksin acıların
Soğutma yürekte öfkeyi,
Ve küllendirme korların
Gün gelir tutuşturur geceyi...
DERSİM KOÇAKLAMASI
Ben hiç görmedim Dersim dağlarını
Destanlar dinlemişimdir yalnızca
can kulağımla o yerlere dair
yğınların kanlarıyla yazdıkları,
Yiğitlikleri sığmayandır zamana
ve küheylan yüreklidir insanları.
Benim gözlerime hiç akmadı
alevli bir ışık gibi Munzur yalısı,
Yalnızca kabuslarımda
ulaşabildim oralara
kanlı bir kırım sonrası,
Kurşunlanmış bebekler çiçeklenir baharla,
Çağlaklarda başı kanlı balıklar oynaşır
Akar yüreğim zulüm deryalarına durmamasıya,
Yiğitleri çıplak ayaklarıyla geçmiştir
ateş harmanlarından yüz yıllarca..
Ben hiç koklamadım Dersim çiçeklerini
Asi açarlar sarp uçurumlarında
dorukları karlı yaman dağların
Bir yanları ürkekliktir yavru geyiklerce
Bir yanları direnç kokar düşmana inat
Naz eder kolay inmezler gönüllere
Yabandırlar birazcık ve de toy bazan,
Dağları gibi yalçın olur sevdaları da
dipsiz uçurumlarda kanayıp duran.
14/9/2008
DUYDUN MU?
Nesini söyleyim canım kardeşim
Yağmalayıp götürdüler duydun mu?
Bir bir anlatmaya varmıyor dilim
Arabayı yatırdılar duydun mu?
Yalan, dolan alıp gitti başını
Zehrettiler emekçinin aşını
Memleketin toprağını, taşını
Sata sata bitirdiler duydun mu?
Halkın ekmeğini peşkeş çektiler
Güneşin önüne perde diktiler
Sanatı, bilimi idam ettiler
Geleceği yitirdiler duydun mu?
EMEĞİN TÜRKÜSÜ
Ateş çemberinden geçtik de geldik
Ölüm şerbetini içtik de geldik
Karanlığa kefen biçtik de geldik
Işıtır yarını akan kanımız...
Namlunun ucunda kurşun gibiydik
Kavga meydanında esen tipiydik
Hasat mevsiminde harman yeriydik
Güzelliğe kurban gitti canımız...
Kesse de cellatlar kollarımızı
Kaybetsek gün be gün yıllarımızı
Terketmez sevdamız yollarımızı
Biter gece, atar birgün tanımız...
Ekim ‘07
Melbourne
ALNINDA GÜNEŞLİ
BAHÇELER BÜYÜR
Ne zaman hatırlasam yeniden seni
Kocaman dalgalar basar gözlerimi,
Ve kavurur kızgın alazlar
Yüreğimin yeşeren filizlerini.
Parıldar kavga meydanlarında
Korlanan acıların keskin bilinci,
Ve ışıldatır yalın çelik aydınlığıyla
Rahmi buz tutan kara geceleri.
Kopartıp götürür soğuk rüzgarlar
Gönlün yeşil duran yapraklarını,
Yükselen bir meşaledir hatıran
Işıtır gelen günlerin sabahlarını.
Ne zaman hatırlasam yeniden seni
Acı ve umutla yoğrulmakta gelecek,
Boy atmada ormanlar boyu binlerce fidan
Güneşli bahçeler büyür alnında
Yanar bakışlarında iki kor çiçek.
13 Aralık ’07 Melbourne
EŞKİYA DEVLET OLDU
TÜM DÜNYANIN ÜSTÜNE
Bütün gözeneklerine saldırıyorlar yaşamımızın,
Ayaklarımıza bulaşıyorlar
tüm köşe- bucakta
lağım artıklarıyla,
Kanı kurumuyor hiç bir zaman ellerinin.
At fışkılarıyla yuvarlanıyorlar yol boylarında,
Ve deve katarlarının ardında
sinek avcılarıdırlar
çöl peygamberlerinin...
Havada sanayi kirliliği
ozon deliği atmosferde,
denizde nükleer çöp yığınakları,
ve insanlığa küfür gibi işleyen
edepsizlik kültürüdür silahları...
Nereye gitsek peşimizdedir kimileri
Ve kimileri çoktan işgal etmiştir
gidebileceğimiz yerleri...
Denizlerin mavisini
ve göklerin esintisini
hapsetmişlerdir kasalarına,
Kumsalları ve düzlükleri hapsetmişlerdir
aşırıp insanlıktan zifiri karanlıklarda.
Koçero dağların karlı bellerini,
vadilerini
derelerini
ve gün burnu sivriliklerini...
Katliam mangalarına maskedir yeşil
Geceler yaşam alanlarıdır, ışıksa ölüm
Ve karanlıkta kan fışkırtır dişleri...
Ve püfür püfür esen sabah yelleri
Ve yanık yanık yankılanan sevda türküleri
Ve çiçeklerin
buram buram tüten güzellikleri
postal zırıltısına güftedir şimdi...
Ölülerimize üşüşüyorlar petrol yataklarında
mısır tarlalarımıza domuz sürüleriyle,
Burunları çıkmıyor hiç çöplüklerimizden,
Genç kızların hasretinedir kabadayılıkları
Nutuk atıyorlar anaların gözyaşlarında,
Ve zafer zırıltısıyla geçiyorlar
çocuklarımızın mezarları üstünden...
Evvel zaman içinde kalan
bir söylence midir şu an
döne döne döğüşen yiğitlikleri
emek ve onur dünyasının,
Nerde kaldı coşkusu
tecavüze uğramış kadın gibi
dişleriyle tanklara karşı koyanların,
Ve yüreklerini bayrak gibi dalgalandırarak
zafer fırtınaları estirmesi
bağrında halkların...
Akışı durdurulmuş
rengi bulandırılmış
bir illetli sudur şu an yaşamak
korumacılığında kıçı damgalı
devlet erbabının,
Töreler, kültürler,
talim ve terbiye irinli yara,
Dolanır bir kısır döngüde çıkrık beygiri gibi
onursuz bilgiçlenmeleri düzenbazlığın.
Yatak odalarında borsa cambazlıkları
Fuhuş en yaygın işkoludur
tüm şehirlerinde sermayenin,
Ve pezevenklik
en kuvvetli hisse senedidir pazarın...
Kim ki adaba uygunsuz nümayiş eyler
sokak boyu ekmek ve adalet istemiyle,
Kim ki güzel günler için
ve geleceğine ilişkin insan neslinin
fikirler öne sürer şaşkıncasına,
Kim ki şarkı söyler
yasaları çiğneyip sevda üstüne,
Bir gangster anırması zırıl zırıl!
Bir ürüşmedir başlar
haber bültenlerinde televizyonların...
Sözün kısası
bir Texaslı çavuşun gazıyla zehirlenir hava...
Susturulur adabı erkanınca aykırılıklar...
Yağlanıp kıçı- başı
boyanıp kiri- pası
oturtulur tren yeniden raya...
Düşlerini doğruyorlar geleceğimizin
Hançerleriyle kanıyor umutlarımız
Ölülerimize üşüşüyorlar
Gagaları sürekli çöplüklerimizde,
Göklerimizden mikrop gibi yağıyorlar
Dışkı gibi kokuyorlar denizlerimizde...
Daraldı nefesimiz
Seslerimiz ulaşamıyor biribirine,
Geleceğin adsız sahipleri neredesiniz
Eşkiya devlet oldu tüm dünyanın üstüne..!
EYLÜL
Sapı kanlı
bir bıçağı
anımsatır eylül bana,
Yaşamın acıklı karanlık yollarında,
Bir zebani üniformalının elinde kabzası
namtısı emekçilerin sırtında saplı!
Öyküsü Berlinden yola çıkar bu zulmün,
Sofyada bıçak biler tütüncü kızların kanıyla
Dolaşır Balkanları, uzanır Volga boylarına
ve daha sonra Ant dağlarına, Anadoluya.
Kanla yazdırılmıştır tarihe
ellialtı milyon canla yazdırılmıştır,
Yapılsaydı ülkeler alamazdı anıtlarını,
Sığmazdı kitaplara
eylül kurbanlarının destanları...
Eylül akan kanımızdır
ve karartılan sabahımızdır
sevdalı yaşamın yaz baharında,
Yarasalar kesmiştir yollarımızı
Dağlarımızda kara kondorlar
Can verir aydınlık yağlı urganda...
Eylül karanlıklarıdır korkak geleceksizliğin
bütün ışıkların düşman bilindiği,
Sövülen aydınlıklara apolet sürülerince,
Cellatların utku gösterisidir
Kanlı kasaların şişkin göbek zılgıtları,
Tırpanlanmasıdır ülkelerin gül fidanlarının
Ankaralı, Santiagolu, Berlinli kasapların elleriyle
Onbirli, onikili ve daha niceli gecelerde...
Eylül hazan değildir romantik ve sarı
tatlı bir hüzünle düşlere salmaz insanı,
Eylül bahar değildir çağıl çağıl yeşeren
coşturmaz yürekte sevdaları,
Eylül denince benim sırtıma
kalleş bir kurşun saplanır
dünyanın bütün emekçileriyle birlikte
kanar geleceğimizin bağrı!
23 Eylül ‘07
Melbourne
FELSEFE
1
Gün ışınları salınmadan
daha dağların doruğundan
Kuşlar başlamadan
sabah şakımasına,
Oluşmadan
toprağın ter damlaları
ibrişim çimenlerde,
Kalkıp
kuşanıyorum yaşamı yeniden...
Beden giysi
mide yiyinti
beyin bilgi
ve gönül esinti ister.
Yollar döşenmelidir
damar damar
gelecek günlerin gövdesine,
Yapılar yükseltilmelidir,
barınaklar
bahçeler,
Fışkırmalıdır havadan
sudan
topraktan,
et/ süt/ yemiş.
işlenmelidir
nakış nakış tezgahlarda
ilac, kitap, kumaş,
Yüklenip tüm iş aygıtlarımı
sıvıyorum kolları...
Ne güzeldir yaratmak
birşeyleri yaşamın hizmetine,
Ekmeği taştan
suyu alınterinden damıtmak,
Ve bir sevgi yontusu gibi oturmak
güzelliğinde geleceğin,
Sürüyorum bütün organlarımı
üretim alanlarına...
2
Güzelliğin karşısında büyürüm
Serin bir yağmur çiseler çöle
masmavi bir gökten,
Fidanlar yeşerir
kızıl kayaların
yalçın yüzünde,
Kuş ve çocuk cıvvıltılarıyla dolar dünya,
Sular çağıldamaya başlar kupkuru derelerden...
Çirkinliğin karşısında ölürüm
Çiçekler meyveye durmadan kurur dallarda,
Bahçeler viraneye döner,
Açılmadan solar güllerin rengi,
Kısırlaşır cemi- cümle yaratık,
Bir köz düşer
kalbimin kurak toprağına...
GELECEKLER
Elleri hasat mevsimi
Gözlerinde bir top güneş
Kalpleri özgürlük denizi
Gelecekler bir gün bize
Silecekler gecemizi
Koparaktan çığlar gibi
Coşacaklar çağlar gibi
Irmaklar ve dağlar gibi
Çıkacaklar gün yüzüne
Silecekler çilemizi
Yeşerterek bozkırları
Şakıtarak tüm kuşları
Kardeş kılarak halkları
Gülecekler gönüllere
Silecekler kanı, kini
Gönülleri bayram yeri
Kalpleri sevgi bahçesi
birleştirip dört mevsimi
Yaz edecekler yaşamı
Silecekler karakışı
HASANHÜSEYİN
Sıcaktı yüreğin Temmuz kadar
ve Temmuz gibi bereketli,
Işıklı nehirlerinde yaşam yolunun
köprü yıkılıp, sel alsa da seymeni,
susuz topraklarında Anadolu’nun
tetikledin sevdanın ve kavganın sinesini
bir nehir gibi gahi coşkun, gahi durgun,
Yekinip yürüdün kalabalıklarla
Ve bütün yolların kızılırmaktan geçti.
Kavel karın oldu grev önlüklü
ve sana Temmuz’u doğurdu
proleter bir düşle bereket yüklü,
Başladın öncesiz ve sonrasız yürüyüşe
Yaşam boyu yaşam için döğüştün.
Düşman hatlarına
öfkeli bir sınıf bombası,
halkın toprağına
ılık bir yağmur damlası
gibi düştün...
Kırda çiçekli bir Gürün elmasıydın
Kentte aydınlanması
karanlığından
üreten beyinlerin.
Diktiğin fidanlar meyveye durdu
Esiyor bozkırlarda nefesin,
Dilimde bir buruk destansın koçero koçero
Yüreğimde yankılanmakta sesin...
26 Şubat ‘07
SABAH OLA HAYIR OLA
Umarsız düşler duasıdır bu
dünle bugüne
bugünle yarına ulanan,
Umut yoludur sabahsız uykuların
dizim dizim gurbet katarlarınca
uzanıp gelir çaresiz günler gerisinden,
Ve yürür
önü bilinmeyen
arkası görünmeyen
sarsak bir tarihin şeridinden...
Karanlık çağlardan armağandır
antik bir kama gibi taşınan
can yongası kınımızda,
Desturudur sancıyan yaşamımızın
Umuttur çıkmayan canlardan
Gezinir güvencesiz diller ucunda...
Sabah ola, hayır ola
Bebek gülücüklerle aça gözlerini
kan çıbanı dünyamızın ağıtlarına,
Alıp başını gide karanlıklar
yokluklar
hastalıklar
onursuzluklar.
Toprağın rahmine bereket
insanın yüreğine sevgi düşe,
Unutula ayrılık
Unutula gözyaşı,
ilenç ve hıçkırık.
Sabah ola
aydınlık kavuşa,
Kucak aça güneşe
cem-i cümle yaratık...
SABIRSIZ SEVGİLİ GİBİ
Yeterli değildir bu ömür bize
Bu hız ulaştırmaz bizi hedefimize
Omuzlarımıza çokça vebal yükledik
Çok sevda kaynıyor yüreklerimizde.
Seyirtmekteyiz durmadan
zamanın ardından,
Koşar adım yememiz, içmemiz
Dudakta öpücük, çiçekte nefesimiz,
Koşar adım işte ellerimiz
Düşüncede beyin
ve gözlerde gönüllerimiz.
Büyüdükçe hayalimizde
eşitlik ve özgürlüğün ateşten abidesi
Güneşi doldurdukça gözlerimize
Bin yıl geçirsek de
asla bitmeyecek meşguliyetimiz.
Yüreğimize çok sevda yükledik
Yeterli değildir bu ömür bize
Sabırsız bir sevgili gibi
bekliyor bizi hedefimiz…
Temmuz ‘06
BAHAR
Gökte gri bulutlar
Ağaçlar çiçeğe durmuş
Kuzeyden esiyor rüzgar
Dallarda kırbaç sesleri,
İnce ve keskince
bir soğuk var.
Çimenler yeşil dirençte gün boyu,
Şaşkınlık içinde böcekler, kuşlar
Ve başkaldırıda
kuytuda
güllerin tomurcuğu..
Isındı kovanda petek
Savruldu dörtyana arıların uğultusu,
Çatlak ellerimizde sızlanıyor yalnızca
can çekişen saltanatı kışın,
Ama çok geçmez
Ya bugündür ya da yarın,
Bir sabah erken
ufkun üstünden
yükseltir başın
ateş gözlü bir güzel,
Ve başlar egemenliği baharın...
İLK BEN OLACAĞIM
İlkin beni fırlatır
kavga gününün hedefine
yay gibi gerilişi öfkenizin.
İlk ben patlarım düşman hatlarında,
İlk ben döverim
köhne saltanatların kanlı surlarını,
Kıvılcımları çaktığı zaman gözlerinizin...
Yürüyende beyninize işlevinizin bilinci,
Atanda geleceğin şafağı ufuklarınızda,
Bürüyende durgun gönlünüzü
kurtuluşun al köpüklü dalgaları,
Elleriniz mengene gibi kavrayanda
işleyişin koca kanlı çarkını,
Tütende özgürlüğün kokusu havada,
Yüreğim taşmaya başlar bahar sularıyla...
Tedirgin sabahlarınızdayım ben sizin
makine başında kızarmış gözlerimlen,
Ve yorgun akşamlarınızda
umut ışıklarıyla
sabırlı ve inatçı belleğimlen.
Hiç ayrıldık mı biz gönüldeşlerim
mücadele kalesinin nöbet yerinden?
Güneşli geleceğin olgun başakları
üreten kardeşlerim,
İlk ben olacağım
ayaklarınızın yürüyen türküsünde.
İlk ben olacağım
kopacak fırtınanın gökgürültüsünde.!
İNANÇ
Önce doğaya inanmışım ben
emek ve bilime sonra,
Gökten vahiy inmeyecek bana,
Düşlerimi de sunamam
ibret ve inayet diye insanlara.
Ama bilirim ki,
uzay dediğimiz sonsuzluğun
pek çok noktasında
benim gibi düşünenler var.
Ve onlar gelecekler birgün kapımıza,
Ve selamlayacaklar bizi
radyoaktif titreşimli sesleriyle,
Belki de okşayacaklar ellerimizi
bize tuhaf gelecek olan elleriyle.
Ya da biz konuk olacağız onlara,
Eğer kurtulabilirsek ilkel gök krallarının
afyonlu saltanatından,
Kurtulabilirsek
günlük yaşamın meşagatından,
Çekebilirsek bilimin bayrağını göndere,
Eşlik edeceğiz o gün
uzaylı kardeşlerimizin
akşam yemeklerine.
İNSAN SEVGİSİ
Kız gibi bir duyguyla sevdik biz insanları
Acısını beynimize kazıdık
Yüreğimizde yeşil tuttuk aşkını,
Sevdalandık taşkınlıklarına zaman, zaman
Oturup içerledik bazan garip düşlerine
Etimizde kanattık yarasını bazan...
Kız gibi bir duyguyla sevdik biz insanları
Ne inançlarına aldırdık, ne ırklarına
Aynı gözle gördük
karayı da, akı da
sarıyı da, kızılı da,
Kutsal kitaplardan önce onlar vardı
Ve hepsinin
damarlarında dolaşan aynı kandı...
Kız gibi bir duyguyla sevdik biz insanları
Ağrısına em olduk, yasına ağıt
Kutsamadık tabusal hiç bir masalını
Tapınmadık anamıza
bizi dünyaya getirdi diye,
Ve eğilmedik önünde dokunulmazlıkların,
Ekmekten, sevgiden, gelecekten gayrı
Kız gibi bir duyguyla sevdik biz insanları...
İŞÇİ
Döşer ellerim yolunu geleceğin
Gözlerim aydınlatır evleri, caddeleri
Yapıları kollarımda büyütürüm ben
Yüreğimle sularım çiçekleri...
Olanaklı değildir yaşamak bensiz
Bir parça emeğim vardır her sofrada
Bir damla terimle yeşertirim toprağı
İşçiyim ben, nesini söyleyim daha...
Ağustos ‘05
Bangkok
ALMIŞ ELE KADINLAR
DÖNDÜRÜYORLAR ÇARKI
Saat sıfır altı
Melburnda,
Yıldızlar sönmeden daha,
Günün burnu görünmeden ufuktan,
Sabahın alaca karanlığında
çaldı kampana,
Başladı dönmeye bant
Zeynonun çalıştığı fabrikada...
Şimdi İskenderunda
gece vardiyasındadır Derya,
Gözleri iki kan çiçeği,
Elleri yorgun,
Ve zihni
çözümsüz bir kavgadadır
gün be gün ağırlaşan
yaşam sorunlarıyla...
Uzun farları yanık,
gecenin ortasında,
sonsuzluğunda yolların,
direksiyon başındadır İsabella.
Altında kocaman kamyon,
Yük taşır bölge bölge,
Gece yıldızlarla şakalaşır,
kuşlarla şarkı söyler gündüzlerde...
48
Mila süsler yaşamı
fırçasıyla yapılarda,
Kesorn ders başındadır
okulda çocuklarla,
Tara sebze yükler hergün
çiftlikten pazara,
Ve daha...
Ve daha...
Ve daha..!
Almış ele kadınlar
döndürüyorlar çarkı
Her yerde elleri var,
her yerde ayakları.
Onlardı zaten
çoğunlukla yaratan,
Onlardı aştıran çölleri
deldirten dağları,
Onlardı
yaşamın ilham kaynağı,
Almış ele kadınlar
döndürüyorlar çarkı...
TEK KUTUPLU KARA GÜN
Ölüm müdür
zulüm müdür
kara yasta boy atan?
Bekler eşiğimizde bir kara kuzgun,
Döner tepemizde, düşlerimizi gagalayan…
Yaşam mıdır
kavga mıdır
yoksa talan mı?
Ayırdı, anlamı bulandı günün,
Ne deniz mavidir, ne güneş sarı
Zorlaştı seçimi sahtenin asıldan,
Kararır beyinleri körpe kafaların
tek kutuplu dünyanın karatahtasından...
Bir yer var
bilincimizin dört yanında kanayan,
Bir yara
çok derin ve kaba
sancılar salan toplumların yaşamına
çapulcu saltanat kahkahalarından...
Ve zamane haramileri,
Aydınlıkları akından
açlığımızı karnımızdan bıçaklayan,
Başkanlık saraylarında ülkelerin
Toplumların yönetim organlarında
Ve su başlarında
her noktasında coğrafyamızın,
Harem ağalarının
kuyruk altlarında palazlanan...
Kara bir gecedir
çekilir gözlerine gelen günlerimizin
kutsal söylenceleri geçmiş çağların,
Gökte kargalar
yollarda tanklar,
ve ekmek zincirinde sürünür kalabalıkları
küflü düzen kapılarında yüzyılların...
Kitapların böğründe hançer yaraları
Pir Sultanın boynunda kördüğüm urgan
Ateş kuyularında Hadramut kadınları
Gider gelir kör bir ustura
Nesiminin etiyle derisi arasından...
Haç ve çarşaf zılgıtları
kara bir leke sabahın aklığında,
Ve koçero dağların kadim halkları
kurşuna verilir dilinden dolayı
köhnemiş sarayın şark odalarında...
Kuduz kurtlar saldırısında soframız
Çekirge istilaları yağlı çöllerde
ve salyalı sırtlan iştahları
atlantik asamplesi
atlantik ötesi
ve bilmem neyinin nesi
kara beyinli kıyamet devlerinden...
Kan damlıyor gönlümüze
kaybedişlerimizin yüreğinden,
Kan ağlıyor dünya
kan ağlıyor anamız,
Kara duman tütüyor gözlerimizden...
YÜREĞİN ANDI
-Denizlerin ardından
Gözleriniz açık gitmesin yiğitler
Ardınızdan ayağa kalktı işçiler
Analar göz yaşı akıttı
Sokağa döküldü gençler
Sanılmasın ki
karartacak içimizi gidişiniz,
İşe güce varmayacak ellerimiz
Ve viraneler gibi kalacaksınız
dünyası yıkılmış yığınların anılarında...
Hayır,
İçimiz kan ağlasa da
asla pes etmeyecek yüreklerimiz,
Kıvılcımlandı bir kere gözlerimiz,
Almışız kellemizi koltuğumuza,
Gözleriniz açık gitmesin,
Güneşi dağlarda bekleyeceğiz,
Yürüyecek kervan kendi yolunda!
7 Mayıs ‘72
Andırın
MERDİVEN
Bir sisli yoldur
başlangıcı belirsiz,
kaplar kederi
dünden öteyi,
oyarak böğrünü
sessiz, hareketsiz
can yongasından,
ama ille de
bir kez daha
yeniden yaşanılamayan...
Çırpınarak kaçar ellerinden
kafesten kuş gibi
bulunduğun an,
ve kısalır yolların günbegün
irkilişler içinde geride kalan...
Bakarsın
bitmiştir zaman,
kararmıştır gözlerinin ışığı
tükenmiştir dizlerinde derman
hiç ummadığın bir anda
sen farkına bile varmadan...
YÜRÜSÜN
AYAKLARIMIZ
MEYDANLARA!
Beynimizi karartıyor gölgesi
günümüze üşüşen leş kargalarının
Daha kavrayamadık mı yoksa acı gerçeği
Yüreğimizi gagalıyorlar durmaksızın
"Ya sabır" diye diye
sönmeye başladı ateşimizin alevi
Öfkemizi kışkırtıyorlar sırtlan dişleriyle
kanata kanata, itildiğimiz karanlıklarda
Bir başka yol mu var sanki
bu günümüzü yarınlara ulaştıracak
Beklemek küflenmek demek oysa
Gelecek güzel günlerin anahtarını
ellerinde taşıyan kocaman kalabalık
Gözlerimiz ışığa dönsün acilen
Beynimiz kara giysileri soyunsun artık
Isınsın kanımız damarlarımızda
Ekmek ve özgürlük çiçeklensin
Yürüsün ayaklarımız meydanlara.
31 Ağustos ‘08
Melbourne
MEZARCI
Ben bir mezartaşı ustasıyım
Ama hiç mezar kazmadım daha,
Yalnızca
anıtlarını diktim gönlümün bağına
gelen günlerin
yiğit temsilcilerinin...
Ben bir mezartaşı ustasıyım
Üç yılda 120 bin anıtı
Dikememki Irak topraklarına,
Pek çoğu çocukken öldürülen
Ve bombalarla deşilen mezarları
Kıçları
çarmıhlı haydutların
alçakça kıyımlarıyla...
- Varsın bu söz
şamar gibi patlasın
terbiyeli edebiyat esnafının suratında-
Ben bir mezartaşı ustasıyım
Ama hiç mezar kazmadım daha,
Dikemem anıtını zafer alanlarına
Çiğnenirken onuru mazlumun
kendi toprağında...
Ben hiç mezar kazmadım daha,
Ama gün gelecek
öğrenecek ellerim
mezar kazmayı emperyalist haydutlara!
NEREDE KALDIN
Sırtımızdan urbamızı çaldılar
ekmeğimizi soframızdan,
Beynimiz unutkanlık karargahı
Söylenmez oldu dillerde adın.
Toprak ısınmıyor sen gideli
Çağlamıyor sular baharın,
Çiçek açmaz oldu nar ağaçları
Ve tılsımı yitti yürekte sevdanın.
Balaban bir yaşam bırakmaktı
yarının çocuklarına muradın,
Oysa, yarasa bulutlarıyla
karartılmakta her gün ışığımız
Gıdığımızda vampir dişleri
tefeciler dünyasının,
Doğması elzem olan günümüz
nerede kaldın..?
30 Ağustos ‘08
Melbourne
ÖFKEM KAN AĞLIYOR
- Pinochet ve gibilerine
Şili halkı bayram yaptı ardından
dünyadan soluğunun kesilişiyle,
Benimse
öfkem kanıyor durmadan,
Halkına düşman
ve ülkesine ihanet madalyalı general,
Toplumun yargısını görmeden gittin diye!
Görülmemişti senin gibi biri daha
ölümüyle insanları sevindiren,
Bir madalya da bu kez hakettin
Pentagon diplomalı paşa
hiç ödün veremediğin için
kötü ünlü kişiliğinden...
Halk bayram ediyor ölümüne
karanlığın kalkar diye üstünden yaşamın,
Benimse öfkem kanıyor;
Milyonların
parmaklarının
ok gibi durmasını
korkak gözlerinin karşısında,
Ensende şamar gibi şaklamasını
seksen bin acılı tokatın öfkeyle,
Ve anlamını
karanlık bir hücre deliğinden
bakılışın dışarıya,
Tatmadan gittin diye...
Umarım bu gidiş bir gelenek olmasın
kurtulmasın halkın adaletinden engerekler,
Ve oturtulmaktan
kulaklarından tutulup sanık sıralarına
senden sonra gelenler.
Kökünüz temizlenmedi daha
epeyce kabarık listeniz,
Fakat iki tane önemli
Pentagon oğlanı var sırada,
Birisi senin büyük ağabeyin
sessiz sedasız oturur Jakartada,
Ötekiyse küçük biraderin
benim doğduğum topraklarda,
Dolaşır bir utanç korkuluğu gibi
dolaşır yağlı sofra kapılarında
sahibelerine gerdan kırarak
sahte sanatkar hokkabazlığıyla...
Tükürse de gelecek günler mezarlarınıza
Halklar bayram etse de ölümlerinize,
Benim öfkem kan ağlayacak hep
Halkın yargısını tatmadan gittiniz diye!
12 Aralık ‘06
Melbourne
TERSANE İŞÇİLERİNE
Biraz daha
günden güne
çekilmez kılıyorlar yaşamı bize,
Beynimizi düşlere vermişiz
Kaptırmışız kollarımızı
soyguncu sistemin kanlı dişlerine.
Gözlerimizde
renkli kurşun gözlükleri
global emperyalizmin pazarladığı,
Eriyip gidiyor an be an birliklerimiz
Salınıp savruluyor direncimiz yazı yabanda
İnce duman çökmüş fabrikalarımıza
Renkli diziler başındayız geç akşamlara kadar
Günde beş vakit masal uğultuları kulaklarımızda
Ve hergün birimizin cesedi düşüyor sulara
Hergün birimizin ceseti çıkıyor fabrikalardan
Rıhtımlarda dubalar gibi yüzüyor mezarlarımız
Çekirgeler basıyor yaşamımızı
Talan altında bağ- bostan...
EMEK PLATFORMUNA
Çıkınca,
Böyle yüz binlerle
çıkmalıyız meydanlara,
Ayak seslerimizle
kaçmalı
uykuları
borsa kumarbazlarının,
Vurmalı korkumuz alınlarına,
Çözülmeli diz bağları
düzen bekçilerinin
şiddetinden haykırışlarımızın,
İnmeli yumruğumuz
çakalların bam teline,
Bozulmalı akordu sazlarının
kalabalık gücümüzden
sistem orkesrasının,
Vurunca yere ayaklarımız
binlerce kez yankılanmalı
üretim alanlarının duvarları.
Yakınca
böyle yüz binlerle yakmalıyız
ekmek ve gelecek tuzaklarını...
ŞAİR
Halkın ışığıdır görür her şeyi
Gezer gönüllerde örer sevgiyi
Yaşamdan süpürür kini öfkeyi
Her an ileriye bakandır şair
Bütün halklar ile bacı-kardeştir
Kurakta yağmurdur, kışta güneştir
Gecenin bağrında yanan ateştir
Karanlığa kurşun sıkandır şair
BEN BÖYLESİ ŞANSIN
Bütün kapılar kapalıydı bana
Bütün yollar bozuk ve barikatlı
Çağlayana dönerdi ben gelende
geçit yerleri nehirlerin,
Köprüleri yel alırdı ırmak boylarında,
Yolgeçen hanında
gümrüğe takılırdım ben
içi bomboş bavulumla...
Her bir işimde
ve her girişimimde
geçit vermez uçurumlar çıkardı karşıma,
Ovalar sel baskını, dağlar tipi ve kardı.
Yürürdü kervanı engelsizce
salına salına namlı kahpe edalarıyla
yürürdü kanlı general kurumlanışlarıyla
karanlık düzende yalaka bezirganların,
Banaysa
uzak bir boşlukta
belirsizlikler içindeydi yarın.
Ele geniş olan koca dünya dardı
Sığınabileceğim her limanda vize vardı...
GÖRÜŞECEĞİZ
Satılmışlar memleketi satıyor
Satın şimdi, birgün görüşeceğiz
Sizde servet bizde sabır artıyor
Satın şimdi, birgün görüşeceğiz
Zaman bezirganlık, talan zamanı
Seçim dönemleri yalan zamanı
Düşünmeyin asla gelen zamanı
Satın şimdi, birgün görüşeceğiz
SEVDA FIRTINASI
Benim sevdamı siz
anlayamazsınız babaçlar,
Duygularınız köstebek gözlerinde
ve çok daracık dünyanız.
Benim sevdam fabrikalarda dokunur,
İşlenir nakış nakış tezgahlarda,
Uyanan toprağıdır sisli sabahların,
Başaktır ırgalanır ülkeler boyu
Ve ormanlar dolusu şarkısıdır kuşların...
Benim sevdamı siz
anlayamazsınız anaçlar,
Sizin aşkınız ancak
yatak ortağınızın dudağına ulaşır,
Ahbaplarınızın içki partilerine veya,
ya da içi boş şiirlerinizin
satır aralarında kalır.
Ben sevdamı
deryalara salmışım dalga dalga,
Dağlara salmışım
ala karlı, gür ormanlı
Ve savurmuşum cömertçe rüzgarlara...
Benim sevdamı siz
anlayamazsınız modabaçlar,
Sizin duygularınız
hapsolmuştur içinizdeki kocaman bende,
Taşamaz dışınıza karanlığınızdan
ateşinizin oylumu.
Güneşin devinimindedir benim yüreğim
Sesimden ateş akar, damarımdan ateş,
Benim sevdam yıldızlarda dolaşır
Aydınlıklarla selamlar sabahları,
Aydınlıklarla gece vardiyalarını.
Kocaman şehirlerin solgun varoşlarını,
Işıksız köyleri, üşüyen çocukları...
Işır her günün sabahında benim sevdam
yoksullukta umut patlaması gibi,
Ve kasıp kavurur karanlıkları
kızgın bir ışık fırtınası gibi...
SİLAHLARIMIZ
Sözcüklerimiz silahlarımızdır
içi dolu bulunmalı her zaman!
Sözcüklerimiz ışıtmalı
irinli karanlıklarını
tutsak yaşamın!
Sözcüklerimiz
yaz damlaları gibi yağmalı
yanan bağrına üreten halkın!
Kovmalıyız ne kadar
yoz söz varsa sözlüklerimizden,
Patlatmalıyız
soyut söylemlerini
renkli moda balonlarının!
Sözcüklerimiz silahımız olmalı
ve bir dinamit gibi patlamalı
isli beyninde düşmanların! ..
14 Ekim ‘08
Melton/Melb.
YÜREĞİMDİR KORLA YANAN
Acı haberinle tutuştu gönlüm
Yüreğimdir korla yanan İhsani
Ozana kar etmez böylesi ölüm
Sevdan susmayacak inan İhsani
Sazındı gözlerden yırtan perdeyi
Ağaya, patrona vurdu silleyi
Ülke aydınlığa kavuşsun deyi
Vuruştu yobazla yaman İhsani
Kara günler en sonunda bitecek
Işıyacak ülken, halkın gülecek
Özgürlükler çağı mutlak gelecek
Seni yaşatacak zaman İhsani
Halkların gür sesi, kavga neferi
Sönmez sen gitmekle gözümün feri
Kalkacağız fethetmeye gökleri
Sesimde patlayan volkan İhsani
22/4/2009
Melbourne
TÜKENİŞ
Yaşamıyorsundur elbette
bitmişse hayalin,
Kapkara bir duman bürümüştür
en ince gözeneklerini beyninin.
Yüreğinde çalkantılar
bırakmıştır yerini sükunete,
Dön de bir bak geriye
Yönü değişmiştir ayak izlerinin...
ÜÇ YILDIZ
Bir hıdırellez gecesinin şafağında
Üç ışık söndürüldü ortasında memleketimin,
Üç fidan kesildi gülistanda.
Üç yıldız kaydı ardarda göklerimden,
Üç hançer saplandı bağrına geleceğin,
Kanar yüreğim karanlıklarda...
7 Mayıs ‘07
Melbourne
YAŞAM KAVGASI
Koşup durdum önüsıra gelen günlerin
nefes nefese bir yaşamın sonuna dek,
Koşup durdum var olan bütün gücümle,
bir elimde gül, ötekinde ekmek...
Koşup durdum önüsıra gelen günlerin
toplumsal bir sevdanın coşkun selinde,
Özgürlük ateşinin yakan yelinde,
Düşe kalka karanlıklarda,
vuruşa vuruşa karanlıklarla,
Güneş doğsun diye
düşlerine
umutsuz yüreklerin,
Aydınlıkla kucaklaşsın diye yarınlar,
Koşup durdum önüsıra gelen günlerin
ayaklarım kan içinde,
ellerimde kangren yaralar...
YAŞAM YOLU
Çok çetin bir yoldan çıkıp gelmişti adam
On yılların çalışıp didinişleri ellerinde
Ayaklarında on yılların yorgunlukları,
Beyninde çözümsüz yumağı sorunların...
Dağlar çökmüştü üstüne çaresizliklerde
Her ülkeden silinmez acıların yuvaları
yürek yaralarında,
Bir ıstırap koşusuydu yaşamı
ayaklarında pranga tutsaklıklarıyla,
Her ülkede bir parçası kalmıştı uzuvlarının...
Yer demir gök bakırdı
Kuruyordu yaşamın yaprakları sarararak
Geçmişte acılar, feryatlar vardı
Dönüp baktı gerisin geri, bir an duraklayarak,
Kara bir uçurumla kesilmişti önü adamın...
Mart 2005
YAŞAMIN HASI
Yaşamın hası
mücadele denizinde
dalga dalga geçendir.
Yaşamın hası
yepyeni umutlarla
yepyeni bir dünyaya
kanayarak açandır.
Yaşamın hası bebeğim
yere taş gibi ağır düşen
gökte kuş gibi uçandır.
Kurtuluştur bütün kanlı kıskaçlardan
Arınıştır karanlık düşlerinden beyinlerin
Ürperiştir seher gül esintisinde yüreğin
Yaşamın hası
denizde meltem
dağda fırtına havasıdır,
Yaşamın hası
ekmek ve özgürlük kavgasıdır!
YENİDEN
BAŞLIYORUM
AYNI SEVDAYA
Hep iyilikler çalıyor kapısını düşlerimin
ve sert bir yel gibi kesip biçiyor duygularımı
kanayan anıları geçip giden günlerimin,
Beynimin sayfalarında
yenileniyor durmaksızın
ve boşluğunda bir nefeslik zamanın
zeminsiz bir uğranışın sonunda
ürkek bakışları coşku ve tedirginliğin,
Zorunlu başlayan bir gidişin gerisindeki
sinede zehir gibi saklanan ağlayışları,
Ve ardında çırpınışı kanayan ellerin
çam dalı gibi umarsızca
yürekleri yorulmadan ölüme gidenlerin...
Sevdalı ve coşkun olundukça
yaşanıyor güzellikler,
o yüzdendir gözlerinde
alımlı bir venüs yontusunca
yerleşmemin sırrı hep,
Veya gidilir bir sessiz ağıt gibi
sızım sızım şafak önceleri
ve gelinir bir müjde habercisince
geç vakitler...
Yaşamı sürükleyen yalnızca
ne ekmektir
ne su
ve ne de esenlik,
engelsiz duru,
Bir ülke uzanır senden bana
parlak ve ışıltılı
ve sevdalı gözler gibi
gönlün saltanat kurduğu.
Sıcaktır toprak ve bereket fışkırır
Bahardır çiçekli bayırlarda oylumlanan
Ve tüm bir ömrün
sevgi sarhoşluğunda susuzluğu...
Hangi durgun sularda paslandırabilir
yaralı ve yaşlı teknemi benim,
Bu öfke deryasından
bu azgın dalgalardan
durgun gönüllerin esriklikleri.
Ve kuytu bir koy gibi
suskunlaştırabilir mi dalgalı yüreğimi
günü karartarak gelen küstahlığından,
eksoz dumanıylan karartılan yarınların
ve küfür gibi inen onurumuza
televizyon haberlerinden
kanlı kuzgun gagalarının...
Hep güzelliklerden yana atıyor yüreğim,
Bir dalga vuruyor efil efil
çocuksu sevgilerden
bir dalga okşayan, büyülü, ürpertili,
Martı kuşları mıdır süzülen
bu akşam vakti yanan ufkun üstünden,
yoksa sevdamız yine
dalga mı kaptı deli gönlümüzden...
Gün batımı gözlerime oturan hüzün
gitmez bir türlü bakışlarımdan
kovulmadan karanlıklar kanatılarak şafakta,
Oysa gecede açılır bahtı yarasaların,
Ava çıkar bütün çakallar
ve cengaver kesilir
tüm korkak kurtları piyasanın...
Çın çın öten sessizlik
terkedilmişliği anımsatır bana
Gökte yıldızlar bırakılmış bir bebeği
izbe köşelerde,
Karanlıklar
postal ve palet zırıltısıdır kışla kodamanlarının.
Ve geleceğimi kanatan aymazlıklar
mezar taşlarıdır
kötürümleşmiş bir toplumsal yaşamın...
Şimdi silbaştan yüklüyorum kendimi
gözlerde alevlenen o ilk coşkunluklara,
Ve her nasılsa
baskın çıkıyor çok daha fazla
yeni tutkularım eskilerden,
Gönül kanat vurma isteminde dalgalı sulara
Ve ben başlıyorum yeniden
hiç olmamış gibi yollarda kaza bela,
saplanmamış gibi yüreğime dost hançerleri,
bitimsiz bir sevdaya başlar gibi derinden.
Bir destan tadında renkli ve fırtınalı,
Bir kara sevda kutsallığında acı ve ıstıraplı.
Bir yanımda sen varsın
gün doğuyor gözlerimden,
bir yanımda kalabalıkların haykırışları...
KARANLIKTA BAŞLAYAN
KANLI YÜRÜYÜŞ
Çırılçıplak
bir yürek serdik biz
özgürlük kavgasının yoluna,
Başladık duraksamayan yürüyüşümüze
ağarıncaya kadar tan,
Çünkü biz üretiyoruz yaşamı
emeğimizdir yaratan!
Uygarlık abideleri
servetler ve bilgi
hünerleridir ellerimizin,
Ellerimiz ve beyinlerimizin
tarihler boyu kanayan!
Kara bir noktadan çıktık yolculuğa
Kurtulmak için karanlığımızdan,
Kanayan ayaklarla bastık toprağa
Ve umut asla ıramaz ufkumuzdan..
Yaramız derin de olsa değildir kangren
Belki eksik- gedikti araç- gereçlerimiz
Beynimizin ışığı
kuvveti damarda yanan ateşin,
Kaybedişlerle bilenmekte kurtuluşun sancısı
Zorlu yollar var yürünecek önümüzde
Sevdamız koparmaz bizi geleceğimizden.
Geceler
göksel masallar üretse de
beyinlerimizi derin uykulara çağıran,
Işıyacaktır bahtı gelen günlerin
" bir sabah vakti"
beynimizin yanan yalımlarından...
Hedefimiz uzun,
Çetin olmalı direncimiz de!
Unutma
karanlıkta
yitirilen zamanın sızlanışlarını,
Savaşı, kıyımı, yağmayı ve salgını
Kanlı işgallerini dolar kodamanlarının,
Silahlı ellerin zincirli bileklere kahramanlığını,
Karanlığın gücüyle çalınan varlığı,
Sonra yorgun bedenleri
patlayan tabanlarını yığınların
ve kanayan ellerin açlığını!
Kara bir noktadan çıktık yolculuğa
Kurtulmak için karanlığımızdan,
Çırılçıplak ayaklarla bastık toprağa
Ve umut asla ıramaz ufkumuzdan
Yoksunkluk ve acıyı
uzak tarihin bir hazin sayfası
diye okuyacaktır çocuklarımız
ışıdığı zaman yeni bir yaşamın sabahı.
Yıldızlara uzanacaktır kolları onların
ve onlar asla tanımayacaklar karanlığı...
20 Ağustos ‘06
Melbourne
KIZIL KARTAL
Batsa da gün
biten ömürler gibi
akıp giden suların ötesinde,
İçe oturan bozkır yalnızlıklarında
gerçekleşmemiş umutların sancısını duyarak
ve kahreden sessizlikler içinde.
Bakarsın,
ansızın
düşer alna sureti
geleceği muştulayan tok bir yıldızın,
Gençlik çağının kamçısı iner
damarda zaptolunmayan kana
ve yürekte maceralar depreşir durmaksızın..
Süzülür engine bir kızıl kartal
dağlar boran,yollar viran olsa da
delirir ateşi bitmemiş bir kavganın,
nabızda, beyinde ve zonklayışında
yalım yalım yanan avuçların...
9 Ekim ‘08
Melbourne
SINIF ZITLIĞI
Onlar
her şeye zıt açılardan
bakan,
Her konuyu zıt yorumlayan,
Yaşamın her alanında zıt insanlar.
Birinin sırtında küfesi
Mekanı pazar yeri
Soluduğu hava
hep ağır çürük kokar.
Öteki oturur makamında
Yanıbaşında sekreteri
Ve önünde kompüteri
Gündüz dinlenir işyerinde
gece kulüplerde finkatar.
7/3/’09
ÇİÇEKLERİN SOLUŞU
-Güler Zereye birinci mektup
Sevgili Güler Zere
özgür kırların tutsak çiçeği,
Bu acı haber
Bu kanlı zindan hüneri
kötü bir tümör gibi büyür beynimde.
Gönlüm daralıyor boşlukta savruluşlardan
“ya hep beraber ya hiç birimiz”
Alıp kendimi bu uzak diyardan
İte kaka tıktım bir köhne tecrite.
-ben de ışık aramıştım
kısa bir süre
hasta ve yaralı tutsaklarla birlikte
uzun yıllar önce bir zaman
ol işkence yurdunda
tutunarak insanlığın damarından-
Bilirim, bilirsin
Ne güneş doğar sabahları karanlığa
Ne bir nefescik okşayışı esintilerin
Ölümün kılıcı tutsağın tepesindedir
Ölümün kara suratı
karanlıkla vurur her dem yaşama
ve iner yüreğimize esareti güllerin.
Alıp tıkadım karanlıklara kendimi
Çiçeklerin mevsimsiz soluşu
Yüreklerin kanayarak burkuluşu
Ve derin tutsaklık sancısı
tırpanlar durur yaşam sevincimi
beynimde ve yüreğimde
büyüyüp yayılan
bir onulmaz kanser yarası gibi...
23 /8/ 2009
Melbourne
GÖRÜŞEMİYORUZ GÖZGÖZE
-Güler Zereye ikinci mektup
Sevgili Güler Zere
Her sabah geliyorum ilk güneşle
Şardağının eteğindeki
köhne mahpushaneye,
Önümde kara beton duvar
Ortasında demir kara kapılar
Kapıda kara namlular
Ve eli tetikte robot gibi çalışan
kara suratlı birileri var.
Açılmıyor kapı
ışımıyor zindan,
Görüşemiyoruz gözgöze
güzelliklerin güneşi sevgili kardeşim,
İçeri zindan / dışarı zindan
Karartıyor günü zulmün küstahlığı
Gözlerime kan sıçrıyor kara namlulardan!
Sevgili Güler Zere
Her sabah geliyorum ilk güneşle
Çukurovada bir hastahaneye,
Ve hastahane
içinde
bir mahpushane,
“Demir kapı, kör pencere”
kara duvar
karanlık robotlar
ve kara namlular,
Görüşemiyoruz gözgöze
Kara kurşun gibi iniyor
karanlığın zulmü yüreğimize…
Sevgili Güler Zere
Kardeş toprakların susuz bağrında
yeşerip büyümüş yediveren gonca,
Yüreğimin yarısı çukurovada kanıyor
yarısı Pasifik kıyılarında...
Sen ki,
bu kara güne
baş eğmeyişin örneğisin,
Sen ki,
halkların mutlu geleceğinin döşendiği yollarda öldürülemeyen yüreklerden birisin.
Görüşemiyoruz gözgöze
Ve kuçaklaşamıyoruz kardeşçe,
Ama kim engelleyebilir
özgürlük uğruna yanarak
meşale gibi güneşe düşenlerin
sonsuza dek yaşamasını
halkların gönlünde…
30 / 8 / 2009
KAÇARIM SEDYEMİ
SÜRÜKLEYEREK
-Güler Zere ayakları
kelepçeli ameliyat edildi-
Bıçak altındayım,
Ölümün vampir azıları
dalamış gırtlağımı onlarca yerinden,
Ensemde neşter işlemekte
ayaklarımsa kelepçelenmiş
sıkı sıkıya sedyemden.
Göz gözeyiz
Göz, gez ve arpacıkla
anahtar deliğinden,
Boşuna denmemiş devrimciler ölmez diye
Belli mi olur
bakarsın kaçarım kaşla göz arasında
kanlı sedyemi sürükleye sürükleye,
Pencereme çifte korunaklar koysunlar
keskin nişancılar yöredeki yapılara,
En iyisi
ameliyat haneyi
kuşatsınlar sıra sıra tanklarla...
15 Ekim 2009
Melbourne
ÖZGÜRLÜK KIVILCIMI
-Güler Zereye üçüncü mektup
Sevgili kardeşim
senin bu denli görkemli
ölüm karşısında dik duruşun
zindanlara taşıyor sürekli beni,
ve bir isyan bayrağınca coşturup
dalgalandırıyor hüzünlü yüreğimi.
Karışıyorum mahkumların
o hiç bitmeyen korosuna,
Dilime direnç türküleri doluşuyor,
Dilimde zindan yaraları...
Elim ellerindedir bütün tutsakların
Gönlüm buruk bir sevda burgacında
Çok uzak da olsa bugün
gözlerimde özgürlüğün kıvılcımları...
6 / 9 / 2009
Melbourne
YOLUN YÜREĞİMDEN GEÇİYOR
-Güler Zereye dördüncü mektup
Sevgili kardeşim Güler
Aylar var ki hep beynimin merkezindesin,
Acın, sevdan ve özlemin kanıyor için için
düşlerimin düğümlerinde
kalbimin hücrelerindesin...
Bilirsin
yolculuğu yiğit harmanıdır bu yolun
Cefası ve belasıyla,
umuduyla ve sevdasıyla
“Üstüne yol uğrayınca
ayrılmayıp duranlara” selam olsun.
Gittiğin bu cetin yol
yüreğimden geçiyor sevgili kardeşim
Yüreğimin kanayan
noktalarında konaklıyorsun...
Kasım 2009
Melbourne
ZAMANIN YARGISI
-Güler Zerenin ardından
Nasıl anlatsam bilmemki,
Yetmez sözcüklerin gücü
aydınlatmaya küflü ağırlığını
ölüm hücrelerine çöken
ilkel akrep karanlığının...
Nasıl anlatsam bilmemki,
Oturur gönlümüze bir acı hüzün
Hareketsizdir gecenin kelepçeli kolları
Kalır ahı gelecek günlerin ışıltısına
ölüm kıskacındaki tutsak savaşçıların...
Nasıl anlatsam bilmemki,
Gözönünde işlenen cinayetler vardır
Sırıta sırıta yayılır salyası zulmün
Dillerde destan olarak kalır yalnızca
gönüllerde kanayan içli bir duygu
“kara gündür gelir geçer” ama
Hiç bir güç kurtaramayacaktır yakasını
o şaşmayan yargısından zamanın...
7/5/2010
Melbourne
GÜN GELİR
-Hrant’ın anısına
Ve işte yine orada,
kanayan toprakların bağrında
yüreği hançerli milyonlarca kurban gibi
elinde kitabıyla kalemi
gözlerinde yıldızlar
yüzükoyun yerde
yatıyor daha o sevda yüklü kişi
yatıyor kurumaz kanlar içinde...
Ben yoktum ne yazık, ellerim yoktu ortada
Feryadım kaybolmuştu it uluyuşlarında,
Dağbaşı yasalarıyla yönetilen
milyonluk kentlerin yüzsüz sırıtışları
boğmuştu öfkemi resmi karanlıklarda...
Ve sen yüreği yüz yerinden yaralı
kurtlar çemberinde kanayan insan,
Sevdanın şarkıları ulaşmadan daha
tarihsel bir anıt gibi kökleşip kaldın orada
acılı ayaklarınla öperek toprağı alnından...
Ben yoktum yoktu gözlerim,
Sen daha bugün gibi oradasın işte
aradan bunca zaman geçmiş olsa da
bekliyorsun insanlığımızın alnına kazınan
sonsuz acıların bir mahcubiyet damgası gibi,
Bekle kardeşim,
Toprak tavına gelir de birgün
sürer kendini göklere mutlaka
kardeşlik damarı özgür geleceğimizin,
Gün gelir terkeder karanlıklar beynimi
çekilir ufkumdan kara bulutlar
açılır insanlık yanı gözlerimin
yürür ayaklarım aydınlığa
tutarım kahır yüklü ellerini...
1/12/2010
Melbourne
SÜRGÜN ACISI
Kara puslu bir zamanda
Yola düştük ağlayarak
Yitirdik sabahı, akı
Odla yürek dağlayarak
Ensemizde süngü vardı
Geniş dünya bize dardı
Açlık midemiz dalardı
Ağzımızı bağlayarak
Kaldı geride yurdumuz
Yoluna baş koyduğumuz
Geleceğe umudumuz
Akıp gitti çağlayarak
13/1/2011
Melbourne
ÇÖPLÜK KARGALARI
Ol diyarda köyleri kurtlar basardı
Buz tutmuş yıldızların donuk ışıltısında
Yer demir, hava kurşun, gök bakırdı
Yaşam kangrenleşirdi karanlığın kasığında....
Yollarda harami karakolları her zaman
Kanlı çizmeler yazardı yasayı, töreyi
Toprak utanırdı zulmün utanmazlığından
Karartırdı çöplük kargaları karlı ülkeyi...
9 Ekim ‘09
Melbourne
HALKIN BAĞRINDA
Dost ya da düşman
kimler ne derse desin,
Sen okyanuslarca derin
gökyüzü kadar sonsuz
bir coşkun yürektin…
Kavgan
sevdan
ve yapıtların
yıkılmaz anıtlar gibi duracaktır
sonsuza değin emeğin diyarında,
Yüzyıllar ve çağlar geçse de aradan
Nazım Hikmet yaşar halkın bağrında…
19/8/2009
Melbourne
KUTSAL SEVDALAR
Ben hep ateş danslarında yeşeren
sevdaları sevdim,ölümsüz ve destansı
okyanus tayfunlarında boğulup yitmeyen,
Ve granit kayalarda açan gül tomurcuklarını
açlığa, tutsaklığa ve karanlığa rağmen...
Ben hep haklı kavgaları sevdim
emeğin yağmalanışına karşı duran
ekmeğe silah diye sarılınan
aydınlık, inatçı ve utkun olan,
Kıyımlarla yıkılmayan onurlu dayanışmaları,
Ve gözlerini vererek ışıtan gelecek günlerini
mutlu bir yaşamın bahar sabahlarının
sevda kıvılcımı adsız kahramanlarını...
Ben hep yeşil ve bayındır yurtlukları sevdim
toplumun canı ve teriyle sulanan,
Dorukları karlı yüce dağlarıyla
eteğinde engin denizi, bitek ovaları
ve asla gaspedilmemiş olan başka halklardan,
Coşkun akan ırmaklarca gürül, gürül
evrensel bir sevgi boyutunda geniş ve derin
Ve bağrında gönlü gülistan canlar yaşatan...
18/ 5/ ‘09
Melbourne
MERMERDE AÇAN ÇİÇEKLER
Sizler ki,
yaşamın en vazgeçilmez çağında
ölümü ince belli
sevgililer gibi
alıp kollarınıza sırtladınız,
Bin yıllık ilerilerdeydi adımlarınız,
Gözleriniz bin yıllık karanlıklara ışıyordu
Ve farkınıza varmayanlar içindi kavganız.
Gün gelir
murada erer yarını
ahı yerde kalmayası
çağlar boyu gönlü cefa yüklü mazlumların.
Kabarır sular
ak köpüklü, berrak
delişmen gönüllerce,
Çıldırır toprak
taze gelin gibi doğurganlık aşkıyla,
Kalkar göğümüzden kara bulutlar,
Ölümden doğmuş yaşam güzelliğindedir
gelecek günleri, üreten yığınların.
İşlenmiştir al ipekten oyalarca
gönül bağlarımıza adlarınız,
Yüreğiniz yüreğimizde atmaktadır
Mermerde çiçek gibi açacak sevdanız...
26/4/’09
ONLAR VE BİZ
Her şey onların elinde bugün,
Para ve servet
mülkiyet ve devlet
silah, ordu, örgüt ve cinayet....
Alıp çocuklarımızı ocağımızdan
en gözü pek çağda
bırakarak kanata kanata
ellerimizi böğrümüzde
bağlayıp sırtlarına bombaları
dayayıp ellerine silahları
kurşunlatıyorlar bizleri bizlere...
Her şey onların elinde bugün,
Yasa, meclis, hükümet
asalet, adalet, rüşvet
ve zindan
ve işkence
ve urgan
ve kelepçe...
Kopartıp yiğitlerimizi yüreklerimizden
vatan, millet, devlet selametine
kesiyorlar dallarımızı acıta acıta
fidanlarımız çiçeğe durmuşken...
Her şey onların elinde bugün
imalat, edavat, ticaret
din, iman, tanrı
dünya ve ahret...
Tanrı büyüktür
gün gelir herşeyi görür
demeye dilimiz var ancak bizim,
Ama tanrı onların tanrısı
Onlar tanrının emri üzre
yeyip, içip yağmalarlar,
Onlar tanrılarının izniyle
ve tanrılarının namına cana kıyarlar,
Diri diri yüzerler ozanları, şairleri
Sanatçıları, bilginleri, ileri gidenleri,
Tanrıları da kendilerine benzer
Her kötülüğü yapar ve bağışlanırlar...
Her şey onların elinde bugün!
Hiç bir şeyimiz yok mu bizim?
Biz yalnızca kocaman bir kitleyiz
Biz kol gücüyüz yaşamı üreten
Kafa gücüyüz
bedene sığmaz yüreğiz
kanaya kanaya tarihin çarkını çeviren...
Her şey onların elinde bugün
Kol gücümüz, beynimiz ve ürettiklerimiz
Bizim yalnızca yüreğimizle ellerimiz
ve geleceğe dair sönmemiş umutlarımız var,
Ah bir elimize alabilsek ellerimizi
Bir bizden yana işlese beyinlerimiz,
Ve bir sevdalanabilsek umutlarımıza,
İnanın
bahar güneşi gibi
gerçek olacak düşlerimiz...
2/9/2009
Melbourne
KÜLTÜR BAŞKENTİ
İstanbulu geziyorum gözlerim faltaşı
İzmarit harmanları İstiklal caddesinde
Ara sokaklarda tepeleme çöpler,
Her adımda bir hendek
yoksul semtlerin ışıksız eşiklerinde
kedi köpek ölüleri
apartman önleri
yol kenarları,
Ve kirli yeşil sularında denizin
çürümüş balıklar yüzer.
İstanbulu geziyorum gözlerim faltaşı
şişinmektedir koltuklarında kubar kubar
kerameti kendilerinden menkul yöneticiler,
Çarpıtılmış beyinlerin gösterileri
ve alıklığın şakşakçılığı
yaşamın her adımında,
İzbe barlarda kelaynak şairler...
İstanbulu geziyorum gözlerim faltaşı
Yalılar betonarme, peh peh peh
Tarihi yapıtlar harabe, breh breh breh
Ayaklar çamurdadır uzayda gezer beyinler,
El vursan sanata, kültüre, etiğe, estetiğe,
Dokunsan gövdesine şaşalı görünümlerin
Ölmüş eşekler gibi devrilip düşecekler..
Bunlar da bir şey mi yani
daha ne harikalar yaratmayız ki biz,
Hikmetinden sual olunmaz
kadiri mutlak türklüğün
Kimi sessizce aleme kabul ettirir fendini
Kimiyse patırtı gürültü içinde
rezil eyler kendi kendini,
İstanbulu geziyorum gözlerim faltaşı
Övün, şişin, ye, iç, yat
Rengarenk boyalarla boyala yüzün
Çünkü gözlerimi karartıyor görünümün
Sevgili avrupanın kültür başkenti...
2 Ocak ‘10
Melbourne
KAN DÜZENİ
-zindan gülleri ve yiğitlerine
Gönlümün yaylaları talandır,
Kara haber tez ulaşır uzak ellerden
Eş dost dökülmüştür yollara
hazan yaprakları gibi savrula savrula
Kan gölüdür yurdun dağları, ovaları,
Halkın yarını kurşun altındadır,
Çürür fabrikalar karanlıklarda
Ve tıklım tıklım doludur zindanları...
Gönlümün bağları kan-kırandır
Yürümez sular baharla fidanlara
Kışla kuşatmasındadır atmosfer
leş gibi nefeslerde kokan,
Ezilir zırıltılar altında
güler yüzlü sesleri insanlığın,
Kan tüccarları sultasındadır zaman,
Kan çekerler ciğerlerine
kirli, dumanlı havalardan
kan alırlar, kan satarlar,
Kanla yatıp kalkmaktadır
bu karartılmış gübreliklerde
yüzyıllar boyunca kargalar...
Kan sızmaktadır halkın sırtından,
Kan sızmaktadır düşüncenin alnından,
Bundandır ki benim
gönlümün baharları hep borandır,
Yazımda çiçeklerimi tipi vurur
Kessen boğazımı akmaz kanım
Çürümektedir beton diplerinde yiğitlik,
Kopartılır gül kızları geleceğin dalından...
1 / 9 / 2009
Melbourne
KARANLIKLA KAVGA
Çürür günlerimiz
buzlanmış yaşamın
gerilimli kapılarında,
Yok olur gülücükleri dağarcıklarımızdan
katarları sahte niyet yüklü ip cambazlarının,
Bir öfke gelir çaresiz itilmişlikleri kamçılayan,
Bir diş gıcırtısı
küstahlıkları üzerine
kanlı egemenlik sultalarının,
Bıçak ağzı bekleyen sabrımıza
seçeneksizlikler dayatılmakta her dem yeniden
ağır ve çirkinliğiyle gelecek günlerimizi karartan,
Ne yaşanası yer bırakılmakta
sessiz kalabalıklara,
ne sığınılacak yar kucağı
hasret bitiminde hücreli yılların,
Ağrısı kanatmaktadır günü
özgürlüksüzlük yaralarının
kanserli bedenlerce sancıyıp duran,
Tek yol kalmıştır geriye
yok bir başkası daha
çekip kılıncı karanlığa ortasından….
10/4/’09
SAVAŞ
GÖZYAŞI VE KAN
Savaş
gözyaşı
ve kan dalgalarında
boğuşa boğuşa
sürünüp duruyor bugün yaşam,
Sabah olmak bilmiyor bir türlü,
Kurşun gibi oturuyor bağrına zamanın
bunaltıcı, kanlı, kara bir akşam...
Direnç diliyoruz insanlığa
umut diliyoruz,
'umut fakirin ekmeği'
umut her şeyimiz,
Direnç bileğimiz
diren anam
diren bacım-kardeşim
diren eşim- yoldaşım
diren babam...
Ve büyütüyoruz umutlarımızı
geleceğin mayalandığı topraklarda
acılara ve sıkıntılara
zindana ve kurşuna
göğüs gererek,
Dişimizde canımızla
ve akan kanımızla
Ve bin bir düşmanın
ölüm gibi vurduğu
emeğimizle direnerek...
Ne ağulayarak beynimizi
ilkel karanlıklarında
yaşamak yaraşır bizlere
afyonuyla eski zaman mesellerinin,
Ne de tutunarak bugüne
ayak sürtmek sızlanarak
gerilerinde
ertesi günün güzelliklerinin...
Bugün yarını yaratmalıdır
dünkü günden daha güzel olarak,
Yarın öbürkü günü
gülyüzlü yaşamlar doğurarak,
Bu yolun yolculuğu
ağıt ve acılarla
zulüm ve zorbalıkla
dolu olsa da
olmayacak sonunda
ne karanlık
ne hastalık
ne açlık
ve ne de soygun talan..
Güle oynaya işleyecektir toplumun elleri,
Güle oynaya yaşayacaktır gönülleri,
Gömülecektir muhakkak o zaman
derin bir mezara
savaş, gözyaşı ve kan...
18/8/2009
melbourne
TEKEL İŞÇİLERİNE SELAM
Tekel işçileri
mücadelenin ateşli neferleri
gönülleri gül kardeşlerimiz!
Çözecektir buzlanmış yürekleri
yıkacaktır düşman kalelerini bir bir
sesiniz yankılandıkça emek dünyasında
yere düşmedikçe kıvılcımı gözlerinizin
kavga ateşindeki kutsal elleriniz...
Tekel işçileri
yiğit kardeşlerimiz!
Titreşir emeğimiz hoyrat savruluşlarımızla
karşısında sınıf düşmanlarımızın
bölük bölük parça parça
ağlaşan bebeklerimizin gözleri gibi,
Sizler ki, haklı bir kavganın
çetin yolunda inatla yürüyensiniz bıkmadan,
Ekmeğiniz çakalların saldırısındadır
Kış- kıyamet de olsa yaşamın yüzü
sabır ve dirençle kurtulacaktır gün karanlıktan...
Tekel işçileri
direncin simgesi
yaşam kıvılcımı kardeşlerimiz!
Gönlümüz sizinledir uzak ellerde
Sizinle çarpıyor yüreklerimiz
Ekmek döğüşmek demek zulmün egemenliğinde
Yaşamak direnmektir zulmün saldırılarına karşı
Kavganız kavgamızdır, ellerinizdedir ellerimiz...
21 /1 /2010
Melbourne
BİZ BURDAYIZ DEMENİN
TAM ZAMANIDIR ŞİMDİ
-15-16 Haziranı yaratanlara
Düşlerimiz taşınmayacak mı
apaydınlık yarınlara yeniden,
Bir coşkun kükreyişte düşlemekteyim ben sizi,
Bir öfkeli, fırtınalı ve kızgın gösteride
Dağıtışınızı üstümüzdeki sisi, dumanı.
Ve bir kaoslu, koca kanlı kavga meydanında
her sevdası azdırıp, coşturan kanı...
Öfkelerimiz bilenmeyecek mi
balta ağzı keskin kavga gününe,
Azdırmadan yaramızı suskunlukları büyülterek
göğsümüz üstü vurulmuş irinli düşman dağı gibi
erteleyerek doğmaz ayın son perşembesine
kilitlemeyin karanlıklara ak özlemlerimizi,
Her adımı depremler yaratan
ve zangır zangır titreten korkudan
sömürü saltanatının kodamanlarını
bırakıp düşsel sürüncemelerin grisinde
paslandırmayın beyninizdeki gelecek cevherini.
Şimdi nasıl edip de bir güzel göze gelmeli
tıpkı yine o günlerdeki gibi,
Şah damarını çağlayanlarla eşleştirerek
ve yürüyerek bir dipsiz ummana dalarcasına
ve bir sonsuz sevda türküsüyle esrikleşerek,
Kızgın bir sel suyunca çağlayıp gönülden
ve önü alınmaz yangın yerlerinde efsaneleşerek
acıta acıta tinsel perdelerini gözlerimizin
doluşmak kavga mahşerine ateşle arınıp pişerek.
Şimdi nasıl oluyor da
susuyoruz enginde şahinler gibi,
Nasıl tutuşacak ocağımızın közleri
bu kıtlık-kıyamette
Ve neden
bir alkor çelikten
dağ olmalıdır ellerimiz
kafamız, kolumuz, yüreğimiz,
bahar ırmaklarınca yürümeli denize sellerimiz...
Ve şunu apaçık kavramalısınız ki siz,
bütün ülkelerin ezilen ve yoksul yığınları
sizi özgür ve mutlu geleceğimizin
önderi olarak bilmekteyiz biz...
Kurutulmasın gün ortsında
ekmeğimiz, suyumuz, tomurcuklarımız
Sisli duygular içinde kıvranmasın
umutlarımız kırk yılın uzaklarında,
Biz buradayız deme zamanıdır şimdi
Tutup ellerinden ellerimizin
Tutuşup bir ucundan taa öte uçlarına
İşyerlerimizin- kan ve ter çiçeklenen,
Kırlarımızın- kuruyup çölleşen günbegün,
ve şehirlerimizin-varoşlarında sefaletin
gökdelenler gibi yükseldiği,
Yine depremlerle sarsmaya
sömürü düzeninin odaklarını
Atılmaya güneşli güzel günler için ileri,
Biz buradayız!
Ve meydanlardayız!
diye haykırmanın tam zamanıdır şimdi...
15 haziran’09
Melbourne
DİJMINÊ YEZDANAN
KÛLÎLKEK SOR
-Ji Zeyneb Celalyan re
Destên me,
nagîhêje rizgarîya te
Gula sor ya ku, lı torên mijeka tarî asê buyî.
Ev qesabanan, jı bo yezdanan
di hejînin sator ên xwe
Lı ser pejikên darên nuh
Lı ser kûlîlkên ne çilmisî..
Ev dirav û Tapî û seltenatê kizîrên
vî dinya ya reş ın
Tırsonekîya yezdanan
Destên me,
nagîhêje rîzgarî ya te
Li dilê me dixîne
Jana tûj
Di şewata gûr kirî de ger bı ger,
Di xeleka zilmê ya jeng girtî de
bê çare.
Hêrsa me, dı dilê me de xwin dide
Dı kezeba me de, wek werîs dilibin janên me.
Wek tenêbûnek bêdenge
Serî hildaye diçe.
Ji nivê şevên okyanûsên xalî wê de
Di zîndanên tarî yên xwedayî de
Hêvî dibiriqin.
Dı şevên meha tebexê de mêzekirî
Cevên te dibiriqin.
Wek stêrka Med ya yê
Dı asmanên me de.
Destên me
Nagîhêje rızgarî ya te.
Ji zindanên kesên xûrifî yên bi rû
Tu li ser sıngên me yên ku, êş û elem dagirtî
Rêçên kûr dihêlî û diçî
Keçika kurd ya leheng
evîna te
ji dilê me
Tu carî dûr nakeve.
Jı Tırki vergerandin: ÖMER ÖZMEN
TANRI DÜŞMANI
BİR KIRMIZI GÜL
- Zeynep Celalyan! a
Seni kurtaramayacak ellerimiz
kara örümcek ağlarına düşen kırmızı gül,
Fidanların taptaze dallarına
ve çiçeklerin en solmazlarına
tanrı adına sallıyor kasaplar satırı.
Tanrıları
korkaklıklarıdır
bu karanlık dünyanın bekçilerinin
paraları, tapuları ve saltanatları...
Seni kurtaramayacak ellerimiz
Vuruyor keskin sancıları yüreklerimize
tutuşup yanmanın döne döne
zulmün paslanmış çemberinde çaresiz,
Öfkemiz içimizde kanıyor
kıvranıyor sancımız urgan gibi canevimizde,
Bir suskun yalnızlıktır almış başını gider
ıssız okyanusların geceyarılarından ötelere,
Umut ışıldar, tanrısal karanlığında zindanların
Gözlerin ışıldar, ağustos gecelerinde balkıyan
parlak bir Med yıldızı gibi göklerimizde...
Seni kurtaramayacak ellerimiz
sakallı hortlakların salhanesinden,
Keskin acılar bırakarak gideceksin
kahır yüklü bağrımızın üstüne yiğit Kürt kızı
hiç uzaklaşmadan sevdan yüreklerimizden...
7/12/2009
Melbourne
DÜNDEN YARINA
Günlerimiz kaldı gerilerde
karanlıklar altında boğulan,
Emeklerimiz kaldı
kanlı sömürü kıskaçlarında
lime lime kollarımızdan,
Ve umutlarımız
akar civa gibi gelen günlere
hiç bir ödün vermeden
başlayıp bitmeyen sevdasından...
2 Ocak’11
Melbourne
GECE
Gömülende gün morararak derin sulara
oyar karanlık ağır ağır yaşamın gözlerin,
Çekilir börtü böcek suskun sığınaklara
kuşlar tüneklerine
karın boşluklarına açlar,
Başlar korkaklığın çapul egemenliği
ortasında yüreği kömür karası gecelerin!
Sular durmamasıya
el yordamıyla akar
bilinmeyen sonsuz enginliklere,
Susar sesi soluğu süt çocuklarının
ve bakar bir öksüz maral yavrusu
yalçın kayalardan kan akan derinliklere..
Karanlıktır
sessizliktir
hareketsizliktir,
Mayınlı topraklarda ölü ruhlar gibi kalır anılar
Namluya kurşun sürmelere benzer
dayayıp alnın ortasına
Göz kapaklarına bulaşmış bir resimdir
uzak geçmişlerden
Gelip geçer alacalı, bulanık, usun süzgecinden
Hayal içre binlerce ömürlük dünün görünüşleri,
Sel baskını bir adacığın sivrisindedir an
geri yanı kangren bir karanlık,
Çiçek bebekler
dalgalı, duygulu yürekler
ve başı dumanlı yiğitliklerdir
gelecek günlerin düşleri...
Ölüm gibi çöker gece yaşam üstüne,
Yol yoktur, yordam yoktur
yoktur yaşam karanlığın egemenliğinde,
Güller kokmasa
güzeller gülmese
kuşlar şakımasa da
inancı yitmez varlıktan yüzde bir milyon kere
sabahın patlayan bir kızıl gül gibi
yeniden geleceğine....
28/2/2011
Melbourne
GLOBAL DÜNYA
İnsanlara kapalıdır kapılar
sermayeye açık ardına kadar
Pislik içinde dönmekte global dünya
mantar gibi karanlıklar altında türedi kasalar
açlık kanlı bir silindir
ülkeler boyu yaşamın üzerinde
volkanlar, yangınlar, tufanlar biribiri ardına
ne öteki bir dünya söylenceleri
durdurabilir bir taşarsa bu seli
ne de nuhun gemisi görünmekte ufukta...
Doludizgin engelsizlik ortamında
sistem sözcüleriyle finans kodamanları,
Darbe yapmış generaller gibi sırıtır sırmaları
selamları hile, dolan ve zorbalıktır daima
teftiş kıtalarıyla
pazar alanlarında kıytırık devletçiklerin,
Karbon dumanı, petrol ve nükleer atıklarla beslenmekte yüzdebirin
kutsal serveti için
bütün yoksul ülkelerin
yüzde doksandokuzunun kormonlu karnı,
Sahte utku zılgıtlarıyla dönmekte global dünya
doları, avrosu
silahı, savaşı
medyası, göbelsi
ve kenef suratlı başkanlarıyla...
Amalı, pasaportlu, vizeli, dövizli
ve daha binbir türlü küstah, sırıtkan yalan dolan,
Kapatılmıştır kat kat dış dünyanın kapıları
paradan-puldan arındırılmış olanların yüzüne,
Para geçer insan geçmez tel ağlardan...
Zulüm, soygun ve utanmazlığın engelsizlik zamanı,
Sermayenin özgürce giremediği ülkelerin kapılarını
tehdit, santaj ve bombardımanlarla aralıyorlar
dünya tekellerinin jandarmaları...
İnsanlara kapalıdır kapılar
Sermayeye açık ardına kadar
Başlayıp bitiriyorlar şimdilik
halkların sövgüleriyle selamlaşarak
ve silerek ipek mendilleriyle
kirli yüzlerindeki emeğin tükürüğünü,
dünyanın tüm önemli kentlerinde
kasadarlar talan gündemlerinin tümünü.
Kat kat polis kordunlu lüks salonlarında
ne denli cakalı ve güçlü otursalar da
duyumsuyorlar dikenin yavaş yavaş battığını
ve işlediğini yüreklerine korkunun ağır ağır,
Bugün her yer onlar için düğün bayramsa da
elbette her saltanatın bir sonu vardır...
27/12/10
Melbourne
MİLYON KERE MİLYON
-Heranuş ana ve
milyon kurbanın anısına
Milyon kerre milyon özür dilesem
insanlığımı kara utançlara boğan
bu kara zulmün o kurbanlarından
bilmem bu özür kabul olur mu?
Sen ey, doksan yıllık acıları
gözlerimizin aynasına
kandan iki gökdelen gibi diken ana,
Zulmün kara çarşaf çekmesiyle
ırmaklardan akan kanın üstüne
kırım karanlıkta uyutulur mu?
Kanar daha
o topraklarda
milyonlaraca noktasından zaman,
Yol boylarında kan pınarları
babasız bebelerin gözlerinden akan,
Kanlı süngüler yaralı anaların çıplak sırtlarında,
Ve o zulmün kanlı kara bulutları
uzaklaşmadı henüz semalarımızdan...
Biz kuşaktan kuşağa
ezberleyerek getirdik bugünlere
komşularımızın adlarını ağıtlarımızla,
Aletlerimizde onların ellerinin hünerleri,
Evlerimizin duvarlarında öylece döktükleri ter,
Ve yürür bizimle daha ayak izleri yollarımızda...
Siz ey, kanlı bir tarihi
gözlerine kandan mürekeple kitap eden
yürekleri ateş harmanı insanlığın yaralı anaları,
Unutmayın ki
gün gelip, hesap görülüp
adalet yerini buluncaya dek
hep yüreklerimizde taşıyacağız bu acıları...
19/11/2010
Melbourne
ÖZLENEN
Aşkın büyüsü altında esrik günler,
Kuşatır yedi iklim dört bucağı
esintisi dalgalı duyguların,
Yürekle beyin kolkola iki sevgili yollarda
Yaşam bir bayram yeri
ve üretken elleri
salıncak biribirlerine insanların...
Ne sular kıskanır göğün rengini
ne de toprak özlemektedir yeşili
unutulmuştur acıları çoktan
kara sevdaların,
Ölüm, zulüm korkusu alıp başını
sonsuz karanlıklara,
Bir ser
bir sevgili
ve bir de meyveler
selamlar utkusunu gelen sabahların...
20/6/2010
Melbourne
SABAHI OLMAYAN GECELER
- Zeynep’e
Döndü yaşam eğrimiz
geçti zaman şimşek hızıyla
gün eğildi iyice ufkun üstüne,
Bir adım ileri iki adım geri sayacak
bundan böyle gönül saygacımız,
Ne dinginliği yaşanabildi
uzanıp sırtüstü sıcak kumlara
lacivert gökte yıldız mahşerlerini
sevdalı düşlerle seyretmenin,
Ne delişmenliği tadılabildi
emlik kuzular gibi
sevgiliyle gülüşe oynaşa
bahar bahçelerinde sekmenin,
Bir hayhuy ortamında düştük biz
sancılı dünyamızın yanan bağrına,
Ağız tadıyla yaşatmasa da hiç bir anımızı
öfke, kavga, acı, kaygı ve hüzün,
yine de mutlu ve gönençli ayrılmakta
sevdalı yüreğimiz anamızın bağrından,
Gün eğildi iyice ufkun üstüne
pek uzak değildir artık öyle
sabahı olmayan gecesi ömrümüzün...
3 / 2 / 2011
42. GECE
-Che Guevara ağıtı
Bolivyanın dağlarında
Kanlı taşkın sularında
Kanar yüreciğim kanar
Öldürülmüş Che Guevara
Bunca yıllar geçip gitti
Sesin dilsizlere yetti
Unutulur mu hiç kavgan
Kanın kırları yeşertti
Halkların yiğit evladı
Devrimlerin kumandanı
Yırtar karanlığı her gün
Ernestonun devrim andı
Küba, Kongo, Vietnamda
Kırda, kentte, fabrikada
Ölüm boş gelir her zaman
Yaşar daim Che Guevara
9 /10/2009
NETEWA DÎLGİRTÎ YA
DÎROKÊ YA HERÎ MEZİN
Netewa dilgirtî ya dîrokê ya herî herî mezin
Derfet nîne kû tû werî vegotin
Derdê te;
Wek çîyayên te yê xalî
Reş dibe û radiweste.
Jana te, ji okyanusa kûrtir
Dorpêç kirîye deverek dûr û dirêj
Hêvîya te,
Wek stêrka sibêhê spî û bilinde.
Bê derfete vegotin a te.
Bi nivîsên reş,
tû nayê rêzkirin li ser kaxizên spî.
Wêneyên te, nayê neqişkirin.
evîndarbûna te ya rizgarîyê.
Dişibe derya bi xiz (bi qûm)
nivîs têr nakin
rêzik têr nakin
gotin têr nakin ji vegotina te re
Tû gel kî kevnare yî
Hebûna te hatîye înkarkirin û
Azadîya te hatîyê binpêkirin
Bi hesabê gûr û keftaran,
20 milyon tê gotin
30 milyon tê gotin
Ez bawerim ku, tû hin zêdeyî
Tû di rêyek dûr û tarî de hatî em rojê.
Di baxçê xwe de, li ser dirrî yan radizê
Di hûndirê mala xwe de, di bin varozan de yî
(di bin qamçiyan de yi) .
Derd û kûlên te,
nayên vegotin
jana te nayê vegotin
nayê vegotin
belengazîya te kişandîye,
Tû gel ki kevnare yî
Bingeha te, ji dîrokê kûrtire
Bi mejîyê xwe ve, tû di bin varozan deyî
Bı dorpêçkirina tabûrên qafşekalan,
Dijmin çarmedorê te girtîye.
Destê te di kelepçê de
Zimanê te kilîtkirî, lingê te qeydkirîye.
Barê herî giran, li ser pişta te bû
Zilma heri zinix, ji te re rewa hat dîtin.
anûha,
Cihana nûjen, bi vî şerma giran,
Bi te re diji.
Welatê te, bi kêra talanê parî bû
Di çarîga dawîya sedsalan bistan de
Bombeyên jahrê, tenê li ser te hatin reşandin.
Li HELEPÇE YÊ
Derfetên vegotina te nîne
Ne yek û pênc in dijminên te
Herçar alîyên te dorpêçkirî ye bi zaliman
Rûbiken xûya dikin lê bê rûmetin, bêbextin
Tû di rê yek tarî û
destpêka wî nedîyar de di meşî
di her gavê meşina te de,
kemînên qehpik û
li ser her gavî, di pişta te de xençerek daçikandî.
Bi dijminên xwe re, rû bi rû
Li ber çavên cihanê
Tu di nav mişk û meran de yî.
Derfet nîne ku tû bi pêyvika werî vegotin
Tenê di dil de tê xwendin evîna te.
Hêvîya te,
tenê di dil de diçirûske.
Û
Ez encax,
dilê xwe bixwîn bikim ku,
bikarîbim rêzbikim jana te, şerê te û evîna te.
Tû gel kî kevnare yî
Tû welatek sêwî yî
Bi deştên bê av
Bi çîya yên zaxor û asê
Bi meşa ketin û rabûnê
Ber bi dawîya şeva tari ve hilkişîyam
Û ez
Bi nenûkên xwe,
Li ser singên xwe yê cepê vedikolim ku:
“Ewê, birîna te teqez (mutlaka) sax be!
Dûr nîne dawîlêanîna şeva tarî.
Ewê KÜRDİSTAN rizgar be.
Û netewên dilgirtî yên ku,
di dîrokê de herî mezin.
Vegerandina Kurdi ÖMER ÖZMEN
BİR SABAH VAKTİ
Karanlıktı düşler, umutlar
Kara dalgalar döverdi yaşamın bordasını
Kanaya kanaya sürünüp giderken günler
Balkıdı ufukta bir parlak yıldız,
Kızara, sarsıla duruldu sular
Işıklandı sabahın yüzü
Göz etti geleceğe salıp sevdasını
Tomurcuklandı bir gonca kız.
20/4/2010
Melton
HAZIRLA KENDİNİ
Hazırla kendini gelecek güne
Açlık eşliğinde vurgun geliyor
Şimdiden tak silahını beynine
Örgütsüze günler bozgun geliyor
İşsizlik bir yanda, açlık bir yanda
Sermaye gemisi yüzüyor kanda
Paslanmasın sevdan kapalı kında
Selden önce sular durgun geliyor
Al eline geleceğin kilidin
Tutsaklık zincirin kırsın ellerin
Kurtuluşun marşın söylerse dilin
Yaşamın yolları düzgün geliyor
Hava kirletildi, dünya yaralı
Kesildi kökünden yaşamın dalı
Para saltanatın kurdu kuralı
Yarınımız dünden bozgun geliyor
Kuduz oldu kan içici canavar
Daha kaybedecek söyle neyin var
Geleceği için savaşmayanlar
Sabah gönüllere kızgın geliyor
Asalak krizin çekme yükünü
O kirletti kırmızını, akını
Çevirmezsen sosyalizmin çarkını
Zulüm hergün daha azgın geliyor
1/5/2009
KADINLARIN KAVGASI
Dününüzü düşünüyorum
Acılarınızla itiliyor ileriye tarihin tekerlekleri
Çırpınıyor katran karanlıklar ortasında
milyonlarca başı kesik güvercin
Uzak yollarda belirsizlikler içinde bir kıvılcım ışıltısı
Kanaya kanaya büyüyor insan soyunun bellekleri
Bugününüze bakıyorum
Hiç bitmeyen bir şanlı kavgada
durmadan direniyor umutlarınız
Kimi yerlerde gün ışığındasınız
Kimi yerlerde koyu karanlıklar altında daha
Özgürlüğün uzun sancılı yolunda
ölüm kalım direnciyle yürüyor adımlarınız
Yarınlarınızı düşlüyorum
Gözlerinizde çiçek açıyor aydınlık günler
Boğulmakta geçmişin karanlıklarında acılarınız
Sizinle anlamını bulmakta yaşam
Engin bir derya olup açılıyor önümüzde
Gönüllerinizde yeşererek güzellikler
7/3/2010
SİZ NEREDESİNİZ
Görmüyor musunuz
çatırdamaya başladı
altın kaplamalı sarayları
tefeci tekel devlerinin,
Hay etseniz dünyanın dört bir yanından,
dokunsanız üreten ellerinizi
yaşamın ana damarına
yüz yıllık uzaklara savrulacaklar,
Püf deseniz hep bir ağızdan
sönmüş ocaklarca kül olup tozacaklar.
Duymuyor musunuz
kıvranıyorlar çaresizlikleriyle
sesleri kısık
ve sancıları keskin,
Telaş ve korkularından
kalmadı kara yüzlerinde bet beniz.
Ama siz,
fırtınalar sonunda doğacak güneş
can çekişen hortlağın mezar kazıcıları
tarihsel yolculuğun ağır katarları
toplumsal geleceğin cankurtaranları
ne re de si niz? ..
Kükremiyor öfkenizin aslanı,
Sarsmıyor rayları lokomotifiniz,
Yarılmıyor toprağın bağrı depreminizle,
Nerede borazanlar bandosu,
Nerede öncüler ordusu
şafak kızıltılarıyla ağan gelecek günlere,
Nerede uğultusu
oğul veren arıların yanan bahar güneşiyle,
İnletmiyor meydanları sesiniz!
Bakın, çatır çatır çöküyor bugün
dün düşmanın göz kamaştıran şatoları,
Tutuşturup sinenizdeki cevheri
ha deseniz hep beraber
ha deseniz omuz omuza
dağılıp parçalanacak kolları- bacakları.
Paslı bir sessizlik çökmüş durur ortada,
Hep bir ağızdan hay etseniz
çatladı temeli, yıkılacak bu yapı mutlaka,
Ya enkazların altında kalınacak
ya onu temizleyip geçeceksiniz,
Arkası kesilmeyecek bu çalkantıların
yakıt, ekmek, pirinç ve daha
bin yılda bir ele geçer kimi fırsatlar,
Ama siz ne re de si niz? ..
7/10/2008
Melbourne
KALMASIN GÖZLERİNİZ GERİLERDE
Hep öyleydi
bir zamanlar o yerlerde
o görkemli günlerin yürekte yansıması,
Hep öyleydi
o kutsal arkadaşlıkların gönül yakan sevdası,
Ve o güzel gelecek üzerine kurduğumuz
mutluluk güneşinin içimizde harlanan ışıltıları…
Hiç bir şeyin yitirmedi, bakmayın
sis içinde belirsizlik gibi de olsa durumlarımız
yeni bir yol bulup oyar bu ırmak bir gün yatağın,
Hep ileriye dönmüştür yönü bakışlarımızın,
Hep ileriyedir gidişi adımlarımızın,
Dostlar kalmasın
öksüz bir çocuk gibi gözleriniz gerilerde
düşmanın fısıldadığınca
olanaksız değildir öyle
yürekte yeniden patlaması yanardağların...
25/4/2011
Melbourne
İŞ DÖNÜŞÜ
Ayaklarım taşıyamaz olmuşlar gövdemi,
Demir dövmüşüm demirhanede
şafaktan gece yarısına dek,
aç karnına, susuz, sigarasız
hayalimde ekmek...
Ayaklarım taşıyamaz olmuşlar gövdemi
Demir dövmüşüm, ne dur, ne durak,
Kollarım iki yanımda dermansız sarkarak,
Beynimde hep zonklaması
örse inen balyozun,
Gözbebeklerimde alevli çıngılar,
Ter yakıyor patlayan ellerimi,
Tabanlarım sızım sızım
Ayaklarım taşıyamaz olmuşlar gövdemi.
Nisan 1972
Kadirli
RANKZAROKÊN
GÛNDÊ BOMBEBARANKİRÎ
Hûn hatin di rohnîya cavê min de,
wek birîna xwînjêderbûyî bicîhbûn.
We, li navoka dilê min xist.
Rû yê we de,
Bahozek enirandinê ya kûr kû
Qender mesûmîyetê sîya xwe nedabû ser
Di nav gola xwînê de bû
lingê we yê tazî
dı mejîyê we de parî parî bûbû
bi kincên we yê qelişandî.
Rê yên we,
yên kû dûhê bi sibehê ve girêdidan
Di dilê we de, wek kortên bombeya nin.
Janên kûr û ne qedîya yî
Ji por ên we,
Bihna barûtê dihat.
Kurdi: Ömer Özmen
DÖNÜŞSÜZ DURAK
Dönüşsüz bir duraktı
rastlantının buluşturduğu
ve el ele tutuşturduğu yer bizi,
Silinip gitmişti günün boyutları
ve bir belirsizlik kavramıydı
birlikte bulunmamız aynı yerde,
Güzel de sayılabilirdi geride bıraktıklarımız
sıçrata da bilirdi saatler günlerimizi
çok daha geniş ve aydınlık düzlemlere...
Ama yolcu beklerdi yol
geleceğe yürünecek anlar için,
Gönül takılma eğiliminde olsa da
Esintisi olmayan gül mevsimlerine,
Beklemezdi nehir
ve akmazdı sular gerisingeri
dar döngülerin külrengi gösterişsizliğinde,
Gitmezdi düş
gitmezdi zaman
gitmezdi adımlar karanlıklara bir daha,
Yürekte yangın
gönülde yara
ve yaşamın zorlukları
vursa da pusulayı çıkmaz yollara
dönmezdi beynin rotası geçmiş günlere...
Ben bir dinmeyen fırtınanın deli dalgasıydım
durgun suların efsunlu perisi
Vuruşmam gerekti engin denizlerin sesinde,
Ne yol aynıydı
bu gelecek serüveninde
ne yolcu aynı
akar ışık, kalırdı karanlıklar geride,
Bilerek ve istemeyerek de olsa
unutmak zorundaydım seni
yalıtılmış yaşamların altın kafesinde...
17/7/2011
Melbourne
DİLYARE YÜRÜMÜŞÜZ
ZULMUN KARANLIKLARINI
Biz ana sütümüzü güneşten emmişiz
ateşten örtünmüşüz
gönlümüzün yorganını,
Yürek pare pare kan içinde
günler yaşama dardır!
Gül dalları mekan olanda kargalara
ve kurtlar koyuna çoban
ulu orta efelenir uyuz çakallar,
Tepelenir orta yerde insanlığın yoğu-varı
göz görür
gönül kanar...
Çıkışsız bir karmaşadır
sarar aklı, unutkanlıklarımızın ağı
Yer küser doğurmaya
beklenen günleri binbir zahmetle,
Gök surat asar
düşsüzlüklerine kurak kafaların
inmeyende bahar sabahlarınca
bütün güzellikler gönül bahçelerine...
Biz ana sütümüzü güneşten emmişiz
ve dil yare yürümüşüz
sözün ipe çekildiği
zulmun karanlıklarını bin yıllardır!
Gün ışıldar
iteklenir karanlıklar gerisingeri
farkına vardığı gün aklımız yokla varın,
Bahçeler çiçeklenmiştir
Gelir oturur gönül tahtına
salına salına mutluluk törenleriyle
gelir oturur, güzeller güzeli yarın...
4/6/2011
Melbourne
ATEŞİN ÇOCUKLARI
Özgürlük ateşiyle
hergece binlerce fidanı kavrulan halk,
Acınla tutuşmakta köhnemiş dünyanın gökleri,
Döner devran, kalmaz bu karanlık böyle
gün gelir açılır med güneşinin gülleri.
Sen ki, gerekenden bin kat fazla bedel ödeyensin
Sen ki, kimsenin birşeyciğine asla gözdikmeyensin
Sen ki, zulmün kalleşliğine ebediyen dur diyensin
Gözleri karartılmışsa da sana karşı
uluslararası toplum denilen kocaman uykunun
Bilmeseler ve duymasalar da
kara duman altında boğulmayan sesini,
Kadim uygarlıklara uzanır ellerin
Mistik ırmaklar, efsanevi dağlar tanır
uzak ve derin sular işitir seni....
İnsanlık onurunu korumak için
hergün bin parçasından kanayan halk,
Feryadın deryaların dalgalarında dile gelir
uğultusunda fırtınanın, boranın
ve çırpınışında yetim kalmış bebelerin,
Duymaz seni haramiler dünyasının paslı yürekleri,
Küstahlığın, alçaklığın ve utanmazlığın devletlerinin
kanlı kara kıskacında çalındı yurdun yerin...
Esaretin utancıyla yanarak
kanı güneşe karışan ateş çocukları,
Bırakılmadı sizlere
tarihin hiç bir döneminde
kavgadan başka bir seçenek,
Doğun- batın, sağın- solun
ve yaralı yurdun
kanlı dişleriyle hırlaşan kurt sürüleri,
Yürümek zorundasın bu yolu emekleyerek
Yürümek zorundasın bu yolu didinerek
Yürümek zorundasın ateşin ulusu
özgürlükle kucaklaşıncaya dek...
Yüreğimi acısıyla
hergün bin zerreye doğrayan halk,
Yanan tenin güneşindir senin
kovar karanlıkları gün gelir,
Kanın ırmaklarınla çağıldar akmaz cennetlere
sulayıp temizler işgal çizmelerinin pisliklerini,
Sevdan beyaz bulut olur yakılmış yurduna
masmavi gökyüzü, sevdalı bahar rüzgarı,
Kanınla tutuşturursun zulmün şatafatlı saraylarını
selamlar mutlaka bir sabah vakti
bu kanla yoğrulmuş toprakları özgürlük
söner düşmanın ocakları...
24/7/2011
LORİ LORİ
Lori lori lorika mın,
Bana söylediği nenni değil anamın.
Bir ince sancıdır işler yüreğine çıkmamasıya
Dökülür gözlerinden acısı kıpkızıl kanayarak
Bir türküdür Kürtçe söylenir,
Ermenice,
Süryanice,
Gerekmez o dilleri bilmen duyup anlamaya
bin resmi engelle, bin resmi dertle düşe kalka yetişmesini yaşamın kahrını çekmeye
ateş çemberindeki,
anasız babasız
ve vatansız çocukların,
Bir acı ağıttır dil gerekmez anlamaya
eğer varsa içinde kımıldayan bir yürek,
varsa bir nebzecik insanlık damarın...
Sürgündür yaşamları her gün, hastalıktır, açlıktır
Dökülür yarısı yollarda üç yaşına varmadan
kelepçe bekler gerisini
erişmeden gençlik günlerine,
Bu bir Ezidi kırımıdır,
Süryani kırımı, Ermeni kırımı
kara utançlara boyayan insanlığın yüzünü,
Bir acı feryattır yüz yıllık yoldan günümüze ulaşan
Kürtçe söylenir, Süryanice, Ermenice
Dört yönden saldırı altındaki bir memlekette...
26/4/2011
LORÎ LORÎ LORÎKA MİN
Kûrdî: Ömer Özmen
Ne ew stran bû kû,
Dayîka min ji min re distira
Sancû yek zirav bû,
Ji kûrahîya dil ne derketî
Jana wan, ji xwînê derbû ye
Sor sor dirije ji nav çavên wan
Stranek
Bi kûrdî tê stranê
Lê bi zimanê Ermenîyan
Bi zimanê Sûryanîyan tê gotin
Ji bo bihîstin û gotînê,
Ne hewceye kû,
tû hînê wan zimanan bî
Bi rabûn û rûniştina
Hezar derd û kûl û astengîyên fermî,
Di xeleka agir de,
Xwarina qehra perwerdebûna zarokên bê dê û bê bav
Bê welat
Ziman ne hewce ye ji fehmkirina wî re
Lawîjek bi jan e
Ger di hûndûrê wî de
Dil ek dilebitî hebe
Ger hebe pirîskek rehê mîrovahîyê
Singû ye jîyana wan
Her roj nexweşîye
Birçîbûne.
Hin negîhêştine temenê sê salîyên xwe,
Di rêyan de têkdiçin nîvê wan.
Yên din jî,
Kelepçe li bendê nın
Hîn negîhêştine rojên civanî yê.
Ew komkûjî yek Êzidî ya ne
Ev komkûjî yek Sûrîyanî ya ne
Ev komkûjî yek Ermenî ya ne.
Bi şerma reş boyax dikin,
Rûhê mîrovahî yê.
Gazî yek kûr û dirêje
Bi rêya sedsalan digehîje roja me
Bi kûrdî tê strandin.
Bi Sûryanî kî tê gotin
Bi Ermenîkî tê gotin
Di welatekî,
Çarmedorê wî di bin êrişan de ye.
26.04.2011
ZAROKÊN AGİR
Kûrdî: Ömer Özmen
Netewê kû,
Her şev bı hezaran zarokên wî
Bi agirê azadîyê diqijilin.
Bi jana te gûr dibe asimanê cîhana kevnare
Dewran digere,
Ev tarî, weha namîne
roj hebe,
wê vebibin kûlîlkên rojên welat ê Medya yê
T û bu yî ku, Ji pêdîvîyan hezar qat zêdetir bedel daye
Tû bu yî ku, tû cari çav bernedabu tiştên tû kesî
Tû bû yî ku, ji bêbextîya zilmê re gotina rawestandinê pêşkêş kirî ye
Li hemberê te, çavlêreşkirî be ji
Bi navkirina Cıvata navnetewî,
Xewa te ya qirase, nezanî be û nebihîze ji
Di bin mija reş de, dengê te yê nexeniqandî
Destên te, dirêjê şaristanîyên qedimî dibin
Çem ên bêdeng û çîya yên efsanewî nasdikin
Wê avên dûr û kûr dibihîzin dengê te.
Ji bo parastina rumeta mîrovahî yê,
Netewê kû ji hezar perçeyên wî xwîn derbû yî
Gazîya te,
Ji pêlên derya yan de tê ziman
Di vizînî ya ba û balbîsokê de
Û di gevizandina dergûşên sêwî mayî de
Te nabihîzın dilên jeng girtî
yên cîhana heremîyan.
Di qeşmerî, alçaxtî û bêfedîkirina dewletan de
Di reşahîya defika xwinê de
hat dizîn cîh û welatê te.
Bi fedîkirina esaretê
Dişewîtin tevl î rojê dibin zarokên agir
Di tû demek dîrokê de,
Ji xêyne şer
Ji we re tû alternatif nehat hiştin
Rojhêlat-rojava,cep - rast ên te
Hemî ji kerîyê gûrên diranbixwîn in
Divê tû bimeşî, di vî rê de bi çalepûkan
Divê tû bi meşî di vî rê de veperitî
Divê tû bi meşî, netewa agır
Heta ku, te azadî hembêz kir.
Bi jana dil
Gelê kû, her roj hezar pirîsk di pişart
Ruyê te yê şewitî û roja te ye,
Roj hebe, ewê tarîyan rohnî bike.
Xwîna te,
Bi çemê ava te re diherike,
Narêje bûhûştan
asîmanê şiphêşîn
bahê evindarî yê
yên sibehê
Tu bi xwîna xwe,
agır berdidî qesr û qonaxên zilmê
Bi teqezî, wê di demek sibehê de
Silav ê lı azadîya axa bi xwînê hatîye avdan bike
Wê bitemirê ocaxên dijmin.
24.07.2011
Melbourne
1980 EYLÜL AYINDA
Kapkara bir kabus sardı yurdumu
Bindokuzyüzseksen eylül ayında
Söndürdüler ocağımı, odumu
Bindokuzyüzseksen eylül ayında
Kemirir yaşamı kunduzcasına
Erken doğan sahte yıldızcasına
Tasmaları parlar yaldızcasına
Bindokuzyüzseksen eylül ayında
Kanlı efendiye sallayıp kuyruk
Aldılar halk için bir kanlı buyruk
Gözleri kanlı, salyalı, kuduruk
Bindokuzyüzseksen eylül ayında
Karartıldı güneş, kurudu sular
Kurşun sesiyle bölündü uykular
Yurdun her yerini kanla yudular
Bindokuzyüzseksen eylül ayında
Postal zırıltısı sardı her yanı
Ellerinde Amerikan planı
Katlettiler meyve veren fidanı
Bindokuzyüzseksen eylül ayında
Bugün bile kanar yurdun yüreği
Düzelmez yaşamın damı, direği
Bükülmeden gelen zulmün bileği
Bindokuzyüzseksen eylül ayında
11/9/2011
Mehmed SarıKayıt Tarihi : 24.11.2015 12:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!