Yaşamımın Belki de Hiç Haketmediği Aşk'ı ...

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Yaşamımın Belki de Hiç Haketmediği Aşk'ını Yaşıyordum

Yaşamımın belki de hiç hak etmediği aşk’ını yaşıyordum. Hem de kahredici kaybetme korkuları arasında…
Belki de çok geç kalmış sevme duygularının açığa çıktığı, bedenimi sarsan arayışlar içindeki bir zamanda karşıma çıkmış, hayalimdeki bir kadına tutsaklık duygularıma hâkim olamayacağım bir zaman dilimiydi karşılaşmamız…

Yorgun bir yaşam biçimimin başladığı, çoğu zaman kendimi boşlukta hissettiğim günlerde, arayış içindeki yüreğimin sesine uyup, sevme şelâlesine kapıldığım zaman… Pembe ile siyah ayrımında bile olmayan gözlerim, onun gözlerine kilitlendiği zaman, savrulmaya başladığım girdapta, sonunun ne olacağını bilmeyi düşünme yeteneğini kaybetmiş bir beynin, sonuçta doğacak acıların ihtimalini bile düşünmeden, ilk el sıkışmamızdı aşk’la…

Beraberliğimizin ilk anından son zamanlarına kadar yaşam biçimimi iki bölümde görüyordum. Benden önceki ve benimle olduğu kesitler, inanılmaz bir düşünce hatasının olduğu, hiçbir zaman düşünme kapsamımda olmadı…
Benden önceki dönemlerini zaman, zaman onurumu kırmamaya dikkat ederek anlattığında, duygularımın acımaya yönelik baskılarını önlemek için akıttığım gözyaşlarımı görmesi ve anlaması, şimdi bile uzak olmayan korkularımın arasında.
Belki de en önemli hatalardan biri önemsemek… Ve ona değer ölçülerimi en uç noktaya taşımak…

Bugün bile anlattıkları arasında ufak bir detay gibi görünen cümleleri, kişiye güvenin en uç noktada ne kadar pişmanlık getiren bir duygu olduğunu bilmek bile üzücülüğünü yitirmedi… Hele “ sıcak suyun altında saatlerce bedenini yakarcasına duş alması, pişmanlıklarından böyle arındığını” anlatması, duygusallığa karşı korunmasız olan yüreğimde, tamiri mümkün olmayan sızıları bu gün tekrar hissettikçe, bu beraberliğin nelere bedel olduğunu düşünmemek mümkün değil.

Geç kalmış bir aşk’ı yaşama sevdasıydı belki de yıllarca peşinden koştuğum…
Şimdi beyin hücrelerimde canlandırdığım gözleri, içimde, yüreğimde hissettiğim üşüme duygusunu, sesinin yumuşaklığı ve masumluğu arasındaki açmazı tanımlamak imkânsızlığı arasında öne çıkan acıma hissiyle bocalamak mıdır ki talan eden benliğimi?
Yıllarca masum yalanlarla avunduğumuz, gerçeklik çıkmazı karşısında şaşkına döndüğümüz bu sevda nerede başladı ve nerede ne için bittiği bir soru kâbusuysa, onca çılgın yaşamı içine alan küçücük yüreklerimizi koskocaman yapan aşk, bugün bu kadar duyarsız ve suçlayan olabiliyor benliğimi sarsan ve acımasızlıkla beni itham edebiliyor…
Bu gün anıları tekrar hissedince onları unutma düşüncem, acımasızca öldürme arzuları olan orta çağ silahşorunun hissettiklerini mi duygulanmam lazım? Kararsızlık veya boş düşünceler yaşadıklarımızı inkâr etmek için bugün hangi sebebe sığınabilir de bu yüreği masum yalanlarla avutabilirim hem de acımasızca?
Ayrılıktan önce oysa ne kadar da çaba sarf etmişti vedanın bendeki şok etkisini hafifletmek için. Binlerce gizli sebeplerle masum görüntüsüne sığındığı yalanlar…

Evet, gitmek istemişti ve de gidiyordu. Ben bunu ağır çekimli film kareleri gibi izlerken, gidişini kolaylaştırmak ve de eğer çekecekse acısını hafifletmek için bilmezi oynarken, kendi acımı avuçlarım kanarcasına tutarken, gökyüzündeki bulutları avuçlayıp, kanlı bulutlar ve kan yağmurları gibi toprağa düşmemek için var gücümle ayakta kalmaya uğraşıyordum…
Kendine göre o kadar inandırıcı masum yalanları vardı ki, “beraber yaparız, düzeltiriz, gerekirse beraber ölürüz, dünyaya bir kez daha gelsem bile veya gideriz buralardan bir dağ başı olsa da beraber yaşarız” cümlelerine o zaman belki kendi bile inanmıyordu ama…

Ve gitti:
Geriye sadece anıların yorgunluğunda alınan nefesler kaldı…
Şimdi garip bir yorgunluk duygusu var içimde…

Artık yorgun bakıyorum, yorgun atıyorum kendimi sabahları olmayan gecelerdeki yatağıma, hüzün şarkıları dinliyorum, hayatın boşluğu anlatılan kitaplar okuyorum, cümlelerin altını çiziyorum bana uyanların veya söylemeye cesaret edemediğim…
Gökkuşağındaki dairemsi renklere bakıyorum ışıkların kırılmasını görme çabalarımla. Hayatımdaki renklerin kırılmalarının altında eziliyorum…
Acıların çizgisinden bir türlü geçemeden, acıların ötesini düşünerek. Sanki hepsi benimle bütünleşmiş ve benliğime yapışmış, özelim olmuş gibi.
Hangi hüzün şarkısında yokuz ki şimdi, hangi yorgunlukla söylenen cümleler ezmiyor yüreğimi(zi) , hangi şarkıyı söyleyip de teselli yerine gömülmüyor yüreğim acı mezarlığına? Gömülmek için ölmek mi lâzım, yaşamın kendisi çoğu zaman acı mezarı değil mi?

Şimdi yağmur damlalarının camdan aşağıya doğru süzülüşleri içimizden neleri akıtıp gömüyor suya hasret toprağa, mazgallara?
Kaldırım taşlarındaki ıslaklıkta bedenimizin hangi hücreleri eziliyor acımasız tabanlar altında? Kaç zamanımız kaldı bunları hatırlayabileceğimiz ve benden önceki zamanını unuttuğumuz aşk’ın birliktelikteki zamanın dışında kalan ve benden sonraki yaşamı daha mı az olacak acı oklarının bedenimizde bıraktığı kansız tırtıklar?

Belki haklıydı o kendine yetme çabasını bana ispat etmeye çalışıyordu. Ama inanıyorum ki hiçbir zaman o, kendine yetemeyecek ve biliyorum ki gelişi olmayan bir yoldaki otobüste şimdi. İnanıyorum ki en az benim kadar acı çekiyor…
Hayat bu dediğimiz bir inat kırbacı elimizde tuttuğumuz, bir bana bir ona vuran, ikisi de benim canımı acıtan.
Aşk’ta sonsuzluk mu, kim bulabilmiş, kim sığınabilmiş o şemsiyenin altına? Bir cümle var şimdi hiç unutmak istemediğim, “Canın ruhun sağ olsun senin için ölürüm ben”…
“Canın ruhun sağ olsun”
Boş ver be güzelim, hayat bir boşluk zinciri değil mi, bir halkası sen, bir halkası ben…
Artık ıslak gözlerle bakmıyorum vapurların peşine takılan ak martılara.

Artık ıslak gözlerim dolaşmıyor aracımın sağ camından görünen otobüs duraklarına… Aranmıyorum yoksun akşamlarındaki akşam gurubunda kimseleri. Sevme ve sevilme hakkımı yitirdim, kalabalıklarımın arasında kimsesizliğimle. Her gün yeniden doğan güneş ışıkları sağ omzumu ısıtmıyor, senin başını koyduğun zaman ki gibi. Yalancı masumiyetleri bıraktı yüreğim, zifir karanlığın aydınlanması son umudum bile değil ve ıslak gözler son bakışında artık hayatın bilinmezliklerine doğru. Ağır aksak yürüyen bedenimin taşıdığı, bedbin bir ruh, avuçlarımdan tutup beni sürükleyen. Başım önüme eğik, avuçlarım sıkılmış, sahip olamadığım benliğim ve kimsesizler kervanının son ferdi ben…

Şimdi hayatın bilinmezliklerine, riyalarına isyan eden, biraz çaresizlik, biraz da kızgınlık ifade eden hüzün şarkılarından birini “Gel vefasız gel vicdansız çağırmazdım acil olmazsa” diye mırıldanırken artık çok geç demek neyi değiştirir ki?

Sonuç mu?
“Canın ruhun sağ olsun”
“Seni gerçekten çok sevdim ben” demek inan bu kadar riyanın içinde hiçbir şey ifade etmiyor, çok ama çok uzakta kalan “Akşamüstlerinde” kaybettiğim benliğimi hatırlamaktan başka…

O günden bu güne dek, hangi amaçlarına kurban ettin beni de, sunaklara akıttın kanımı, “Canım, canımsın, senin için ölürüm ben” derken…
Hadi boş ver üzme... (kendini) beni de…
“Canın ruhun sağ olsun” senin tabirinle…

Şimdi hüzün şarkılarını dinleme zamanı, yorgun bedenlerimizle…

Hoşça kal…
18—11—2007

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 16.2.2008 14:06:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Geriye sadece anıların yorgunluğunda alınan nefesler kaldı… iYİ Kİ VARSIN iZMİR -- ÇANDARLI, ya olmasaydın ya nefessiz kalsaydım...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Reyhan Altaş Şairler Dünyası Grubu
    Reyhan Altaş Şairler Dünyası Grubu

    YÜREĞİNİZE SAĞLIK KUTLARIM SİZİ KALEMİNİZ DAİM İLHAMINIZ BOL OLSUN BAŞARILAR DİLERİM SAYGILARIMLA

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Mustafa Yılmaz 4