Vedalaşırken yere eğmişti gözlerini.... Ayağı ile yerde ki toprakların arasından minik çakıl taşlarını ayırıyordu. Ne yaptığının farkında değildi.. bu davranışının nedeni sadece gözlerini yere eğmesi için bir gerekçeydi..
Gitme kal demek istiyordu, içinden volkan gibi yükselen ses, ses tellerini titreştirip çıkmıyordu ortaya… Söyleyemiyordu. Söylese bile artık çok geç.
diye düşünüyordu içinden.. dinlemeyecek beni ama eminim bunu duymak istiyor benden.. Gidecek ama yaralarını sararken bu söz aklına gelecek daha az acıtacaktı canını… Ya da ya da kal dememe rağmen gitmiş olmanın hazzını, garip hazzını duyacaktı…
Kim olmak istediği yerde acaba diye geçti içinden… Yıllar sonra, kal dediğim halde bana bakarak hafif tebessüm ederek suskun kaldığı anı düşünüp en son hamlesinin canımı ne kadar yakabildiğini düşünecekti belki de…
Oysa oysa gökyüzündeki yıldızları tek tek toplayıp gecenin karanlığını aşıyorum. Senin için hepsini bir kavak ağacının dallarına bağlıyorum, rüzgarla salınsınlar...Hani pencerenden baktığında gördüğün kavaklar var ya, evrenden her biri için yıldızlar topladım.. saçlarına takmak isterdim aslında.. sen yürürken gölge oluşmasın çevrende, takip etmesin seni dayanamam derdin…
Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum
İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum