Ben yaşarken Şiiri - Ferat Atalay

Ferat Atalay
28

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Ben yaşarken

Evimizin önünde kocaman bir badem ağacı vardı o badem ağacına dayamış küçük bir kaya kütlesi bulunuyordu.
Yüz seksen küsür haneli bu köy yüksek bir tepenin üstünde Babil’in asma bahçelerinin adeta bir kopyası gibi yan yana ve üst üste inşaa edilmişti
Köydeki evlerin tamamı topraktan damları ve pürüsüz özel taş yuntmalarıyla duvarları
Düzenli mimarisiyle geniş teraslar ve avlularıyla mevcuttu
Kış ve ilk bahar aylarında tam bir filim platosunu gibi olsada metrelerce kardan dolayı oldukça Çetin zorlu aylar geçirirdik
Yaz aylarında sıcaktan bunalanlar evlerin dam üstünde yatarlardı
Gece olunca yıldızları parmağımızın ucunda hissederdik ve yıldızları tek tek sayardık
Uzak köylerin ışıkları yanınca bizde bir Sevinç ve içimiz kıpır kıpır olurdu ve farklı bir his gelirdi Çünkü bizim köyde elektrik yoktu o zamanlar ve büyüklerimiz ışıkları yanan köylerin isimlerini her birini sayarlardı
hemen hemen her evin önünde bol çeşitli meyve ağaçları ve bostanlar vardı bu ağaçların meyvelerinden kurt kuş börtü böcek ve insanlar nasiplenirlerdi
Su koyuları ve çeşmeler evlerden uzaktalardı evlere su taşıma görevi ya kadınlara yada eşeklere taşınıyordu
Bu çok zahmetli işi kovalarla her gün hayvanlara ve insanlara su içirmek için kilometrelerce yürümeleri gerekiyordu
Bu köyün işleri o kadar gerekli ve ya gereksiz işleri gece yatarken insan uykularında bile çalışıyordu
Hiç unutmuyorum o günü ben sanki o gün doğdum ve o gün dünyayı farketmiş oldum çevremi doğayı o gün gözlerim açıldı o gün insanı gördüm
O günden önce hatırımda bir saniyelik geçmişim belleğimde bulunamıyor
Ufak taşları üst üste koyarak oyuncak niyetine kule evler yapıyordum o an etrafa bir koku geldi yeni pişen ekmek kokusu
oynadığım yerden doğruldum ve etrafa göz gezdirdim
Gözün rahatlıkla seçebildiği fazla uzakta olmayan ilkokul mektebli çocuklar okul bahçesinde cıvıl cıvıl oyun oynuyorlardı
Kendimi bir an onlarla beraber olmasını istedim okul yününe doğru biraz yürüdüm ama ekmek kokusu burnuma geldikçe bir tercih yapmalıydım
Okulun bahçesinde oynayanlar benimle aynı yaşıta değildiler fakat onlarla beraber olmak oyun oynamak istiyordum
Ama ekmek kokusu
Hiç bir güzel kokuyu o güne dek tanımamıştım zaafıma yenildim
Ekmek kokusunun gelen yere yöneldim biraz yürüdüm aslında fazla uzakta olmayan iki evin komşu arası bir evin önünde iki kadın yan yana oturmuş sacın üstünde bazlama ekmek pişiriyorlardı
Sırtları bana dönük ekmek yapılan ocağa bakarak aralarında kah şu şöyle olmuş kah bu böyle olmuş bitmeyen konuşmalarını sürdürüyorlardı, diğer yandan kadının biri hamuru krom leğenin içinde kocaman elleriyle yumak yumak yapmaya devam ediyordu
bir diğer kadın ise sacın üstündeki ekmekleri oklavayla çeviriyordu
Ne elleri nede ağızları durmayan bu iki kadını izler durdum
beni fark etmeleri için bir çaba içerisindeydim cebimdeki taşları çıkartarak iki taşı bir birine vurarak ses yapıyordum fakat bu hareketim kayıtsız kaldı
Aylardan hangi ay olduğunu bilmiyorum fakat bir yaz günü ve gayet sıcaktı
Üstüm başım pekte üst baş denilecek kadar bişey yoktu doğrusu
Burnumdan sümük akıp duruyordu yaz nezlesi olmuştum sanırım
Hala bu iki kadın beni farketmediler
Beni fark etmeleri için başka bir numara denedim
Burnuma sümüğü doldurup hızlıca çektim burnumdan çıkan vızıltı sesini ocaktaki ateşin hışırtısıyla birleşince beni görmeleri mümkün olamıyordu
Utangaçlığımdan dolayı onların o derin muhabbetini bozup rahatsız etmek doğrudan ekmek isteğinde bulunamıyordum
Kadınlardan biri ateşi harlamak için arkasında bulunan çalı yığınına dönerek tam bir çalı alacakken beni fark ettiğini gördüm
Hey sen çocuk ne arıyorsun? Ben ne diyeceğimi bulmaya çalışırken
Gel yaklaş buraya dedi iki üç adım onlara yaklaştım
Arkadaşlarını mı arıyorsun benim oğlum diğer çocuklar ile beraber
Bu konuşmalar neden diye kendi kendime dedim ki
Ben neden buraya geldim
Gözleri siyah büyük ağızlı dudakları iri kocaman elleri ve elmacık kemikleri belirgin kara mı kara uzun boylu başındaki zeytin yeşilinde yazmasını kafasına dolanmıştı
Diğer kadın ise sonbahardaki yapraklar gibi içine kıvrımlaşan ve büzüşen yüz derisi açık tenli kısa ve hafif tombulcaydı kumral saçlarını arkaya doğru örmüş güneşten oldukça sarmış yazmasının rengi pek fark edilmeyen saçları yazmasının altında görünüyordu ,yanındaki büyük ağızlıya bakarak ahh ahh bu çocuk tekrarladı lafına bu çocuk daha dört yaşında sanki büyümüşte küçülmüş dedi büyük ağızlı he he gülümsedi
ayakları çıplak üst başıda doğru dürüst birşey yok birde pasaklı zavallı çocuk dedi
Büyük ağızlı kadın sanki istemiyerek bir ekmeği eline aldı ve ortadan ikiye böldü sonra yarım ekmeği tekrar ikiye böldü gel sana ekmek al karnın açtır senin
Aç değildim fakat o taze pişmiş ekmeğe karnım açtı
En son ne zaman taze ekmek yediğimi hiç hatırlamıyordum
Her iki kadının yüzlerinde acıma ve kibirlik gördüm
Peki neden acaba
kendimi yoksul ve bir sokak köpeği kadar sahipsiz hasettim
Eğer ekmeği alırsam kendimi çok aşağılık görürdüm
Tuhaf duygular yüklendi üstüme nedense o iki kadın beni orada görmelerine sevimsiz oldular
Hayır aç değilim
Ben sadece
Ben sadece tekrarladım sözüme gene
buradan geçmek istiyordum
Her iki kadın bir birbirlerine bakarak birbirlerine bişeyler anlatıyormuş gibi suratlarındaki çizgi hatları tamamen değişti ilk gördüğüm dakika bu dakikaya kadar nasıl olurda böyle iki farklı yüz oldular
Tamam hadi git
Yoluna devam et o zaman dedi büyük ağızlı
Yanlarından öfkeyle uzaklaştım aslında öfkem hem kendime hem onlaraydı
O kadınların bana şefkatle yanaşmamaları
Benimde karnım aç olduğu halde ekmeği red etmemden
Kadınların ekmek pişirdikleri yer evin avlusu ve yemek pişirmek için bir ocak bulunuyordu taşlarlarlan örülmüş geniş açık bir kapı girişi vardı
O iki kadının yanlarından ayrıldım duvarın diğer tarafından sesleri halla duyuluyordu
onlar beni gittiğimi sandılar
Oysa benim hakkımdaki konuşmalarını duyunca duraksadım
Bu zavallı öksüz çocukların hali ne olacak
Anneleri olsaydı ‘Böyle el alemin evlerine kapı kapı gezmezlerdi
Konuşmaları bir kulağımdan diğer kulağıma yankılayarak geçiyordu
Annemin öldüğünü onlardan duydum
Aslında o güne kadar hiç bir şeyin farkında değildim
Nerede kiminle nasıl hangi koşullarda yaşadığımı bilmiyordum
Aradan çok seneler geçti
Ayaklarımın beni götürdüğü yerleri adım adım geziyorum
Şir
Güneş ışınlarını öğle ikindi arasında sıcağını dahada artırmıştı.
Her bir sokağın aralarında dolup boşalan insanlar ,balıkçıların tezgahlarındaki sardalyalar insanların ter kokusunu bastırıyordu.
Birde at arabaların taş düşemeli yoldan geçerken, nalların sesi kiliselelerin çanlarıyla birleşiyor.
Aynı muhitteki manavcı sıcakta sandalyesinde bunalıp ayaklarını portakal tablasına uzamış elinde eski bir radyonun dalgalaryla bir türlü frekansını tutturamayan arada bişeyler çalınıyormuş gibi oluyordu.
Ağustos böcekleri zeytin ağaçlarının dallarına konmuş cır cır cır adeta manavcının radyosundan çıkan bir ses.
Rengarenkte olan çamaşırlar hemen hemen her bir sokağın aralarında güneşte kuruması için asmışlardı
balkondan komşu balkona bağrışarak konuşan kadınlar ve evlerin teraslardan aşağı sarkan begonvil çiçekleri ve sarmaşıklar ayrı bir canlılık katıyordu bu mistik havaya
Evet nede olsa Akdeniz’in Sicilya palermo su burada yaşayan insanlar rahatlıklarına kaplumbağalar kadar düşkünler olduğundan gereksiz hareket etmek istemezler.
Bu durumada ister istemez bu adaya gelen misafirler yerlilerin yaşam biçimlerine alışıyorlar . Gök yüzü sakin ve berrak böyle havalara aldanır insan zaman sonsuzmuş gibi yaşamadan yaşlanıp gidiyor. Bir zamanlar eksik olmazdı müzik
Oysa çingeneler çoktan kaybolmuşlar kaldırımlardan külleri havada tuzla duman.
Arabaların kornaları İspanyol boğalarını kızıştırır gibi trafikte dalaşan iki gence ritimi sağlıyordu ,daha sonrasından bir ihtiyar araya girer onları ayırmak için orada geçen bisikletli çocuğun onlara gülümsemesiyle son bulur kavgaları.
Akşamüstü denizin esintisiyle Bu şenli şakraklı sokağa bir serinlik sardı
bir anda küflü mavi tuz kokusu burnumda tüttüverdi memleket hasreti dağ bayır orman insan yüzleri
Eh ne yaparsın işte bir şişe şarapla battıyor dağların arkasından yarım kalan efkardan güneş
ve sonra sigaramın dumanıyla karardı gece
hüzünle doldum tek nefeste yarıladım öfkeyle.
Yıldızların yokluğu çarşının göbeğindeki direkte kayboldular.
Birden ışınlanı verdi sokak lambaları ve
ışıklı neonlar cıvıl cıvıl adetta Noel arafesi
Tren istasyonundan ve otobüs terminalinden çıkan insanlar eve gitmek için yarışıyorlar gibi bir eylem içindeydiler
Ortalığı denetleyen bekçi polisler ikişer yana yana elleri palaskalarında sağa sola bakarak gözetleme yapıyorlardı
İnsanları gözlemlemeyi beni son derece mutlu ediyor
Pizza kuryecisi arabasını benim oturduğum yere yakın arabasını park etmişti
Bir kaç dakika geçer geçmez üst üste koyduğu pizza paketleri ile çıktı
Arabanın arkasına yanaştı pizzaları yere koydu ve cebini karıştırdı sonra sağ elini kafasına koydu biraz düşünmüş gibi oldu kafasını kaldırdı pizza fırınına bakarak arabanın anahtarını pizzacıda unutmuştum dedi evet evet kanısına vararak.
Pizzaları almadan pizzacıya koştu sanırım on veya onbeş pizza falan vardı
Çok açtım ve fırsat ayaklarımın yanı başındaydı pizzaların kutu aralıklarından çıkan kukuya dayanamadan
Pizza kutusunun birini alıp oturduğum bankın altına koydum
Kurye çıkıp geldi bir telaşla arabanın kapısını açıp pizzaları yerleştirip gitti
Ben biraz bekledim sağa sola tekrar baktım
Herkes kendi keyfindeydi ben kimsenin umurunda değildim
Pizza kutusunu bankın altından çıkardım ve oradan daha uzak bir yere giderek tenha bir yerde oturdum ve pizzayı yedim

Kepenkler bir bir iniyor banklarda oturanlarda kalkıp evin yolunu tutuyorlar eczacının tabelası bir yanıyor bir sünüyor
Uluortada ben ve birde cılız sokak köpeği kaldık oturduğum yerde köpeğin bana doğru gelerek çömeldi ve kafasını her iki ayağının arasına koyarak bana bakıyordu , belki köpeğin gideceği sabit bir sığınağı vardır. en azından o dillenerek karnını duyuruyordu fakat benim ona verecek bir lokma ekmek yoktu
Bende onun gibi açtım ve barınaksızdım
Nedense bir fırına yönelip ekmek dilenemiyordum
Kabul gürülmeyen gururumdan gerek fakat bir dillenciden bille dillenemezdim
Gününün sonunda karanlığa gömülüyorum
Yorgun düştüm uyuklayabilecek yer aradım kafam düşünceler içinde oturduğum yerden kalktım
Dalmışlığım içinde geçen zaman zarfında köpek benden uzaklaşmıştı farketmemiştim
Yürüdüm gene düşüncelere daldım
Ayaklarım beni şehirden bayağı uzaklaştırmıştı
Geldiğim yer sardunyalar zambaklar içinde avlulu bahçeli villalar duruyordu belliki ensesi kalınlar oturuyordu bu ihtişamlı evlerde
Bir evin bahçesinde asılı hamak gördüm
Bahçenin kapısından içeriye girmeye çalıştım kapı kapalıydı
Duvardan tırmanarak atlandım
Avlulu bahçeli eve
Evin sakinleri bahçedeki masanın üzerinde içkilerini içip uykuya çekilmişlerdi
Neyseki masayı toplamamışlardı
Masada yok yok ıstakozlar yengeçler bolca deniz ürünleriyle donanmış
Kör istedi bir göz Allah verdi iki göz ye yiye bildiğin kadar dedim kendi kendime karnımı bir güzel duyurdum
Ve hamakta dinlenmek istedim fevkalade yorgundum gözlerim yıldızları ararken uykuya daldım sanırım aradan üç veyahut dört saat geçmişti
Sanki birileri beni dürttüyormuş gibi oldum uyandım sağıma soluma baktım
Masanın üzerindeki tabaklara kediler dadanmış pekte uzak olmayan bir dağın eteğinden havada uçuyormuş gibi görünen tren vagonlarına benzeyen ışıklı bir şey görünüyordu
Uzaylılar olmalı diye düşündüm
uykum tamamen kaçmıştı
Ev sahibleri kendilerine çekmiş olduğu ziyafetle beni ve kedileri unutmamışlardı sağolsunlar kim demiş zenginler cimridir diye lafta bu söylemler masada bir paket sigaralarından alıp yaktım
Bu gökteki uçan cisim neymişse merak ettim ve aynı zamanda oraya bakarak sigaramı tüttürmeye devam ettim
Hamaktan indim bahçede bulunan havuza girip yıkadım sonra havuzun kenarında bulunan bir sehpa üzerinde bulunan giysiler vardı erkek giysilerinden denedim adamlar sanki bana özel lüks mağazadan sipariş etmişlerdi sanki
Masanın üzerindeki yiyeceklerden ne bir ekmek kırıntısı ne de bir kemik parçası kalmamıştı
Ziyafetten kedilerde nasibini almışlardı
Geldiğim yerden tırmanmaya gerek kalmadı bu sefer kapıyı bir sokakta yatıp kalkan değilde sanki o evin sahibiymiş gibi arkadan açarak çıktım
Bu yere tuhaf ışıklı vagonlara yaklaştıkça teleferik olduğunu gördüm birazdaha yürüdüm bu yere doğru
Edetta dağın içi bir şehir gibi dağı uymuşlardı bu yerin dibindeki çıkarttıkları madeni tellere bağlanan çelikli odalarla karşı yamaçlı yere aktarılıyordu

Ferat Atalay
Kayıt Tarihi : 15.8.2025 14:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!