YAŞAMAK
Susuyorum artık. Dünyayı sırtıma almışım yürüyorum. Çiçekli yollar, güzel insanlar, huzur kokusu şiirler ve tozlu kitaplar.. Kimse yüklenmek istemiyor onu, sadece ama sadece yaşamak, rahat yaşam ve külfetsiz zevkler... Yaşamak, tek bir dünya, tek bir kalp için şakaklarına akların düşmesini beklemesi insanın çaresizce. Gurbetler ve vuslatlar doluyor içime, ha bir de tüyü bitmemiş yaşamların ıstırapları.. İnsanı inciten kelimelerle konuşanlar gurbeti ve hayati-sizliği inşa ettiler tarih boyunca.. Kalpten çıkan dili geçerse başlarmış kıyameti sözlerin. Bir de kalpte biten sözler vardı. Aynı bir ağaç gibi kökleri kalbimizden uzanırdı göklere ve tesiri beissizdi diğer kalplere. Yaşamak denilince, fezaları kat kat çıkmak gelir aklıma. Sonra gurbetin adı oluverir, aynı binalarda ve mekanlarda fakat farklı yaşamların sömürüsü altında kalmış ve artık yaşamaktan anladığımız, hakkın istismarına karşı anlamlı-sanatsal-çağdaş ve etik ama usulca susmak olmuş. Mesafelerin ne önemi var ki kalpler için? Kalbinden kalblere yol açmak isteyenler yollarına dikenler değil çiçekler serpsinler. Böyle hayal ederken yaşamayı, konuşmanın çözemediği durumlarım birikmişti geride. Yazmak bir nebze de olsa hatırlatıyordu eski günleri. Veya hatrımda kalıyordu en azından affetmek. Unuttuklarımı affedemiyordum. En iyisi hatırda ve merhamette ortaksız yaşamaktı. Diniyordu içimin isyanları nihayet. Sonra hesapları çıkıyordu önüme, geçmişteki anlık yorgunlukların ve çocuksu kararların. Anlaşılmadığımı biliyordum elbet, fakat bu çağın dilini öğrenmekten de korkuyordum. Hangisi daha ayıptı, bu çağın realitelerine baş kaldırmak mı, çağın gereklerine müspet tavırlar takınmak mı?Bu muhasebelerim için müstakil bir zaman belirlemiyordum. Aslında her dakika geçmişin anlaşılmazlıklarını düşünüyordum. Her sabah namazı, benim için yeni bir koşmanın, yeni bir anlaşılmazlığın başlangıcıydı. Ayaklarıma nasırlar ve çıbanlar ne de güzel yakışıyordu.Fakat benim ayaklarım kalbime bağlıydı. Onları kimseler göremiyordu kimseler. Küçükken mahallemde açılan çiçekçiden, Alman fabrikalarının ürettiği ve topraksız açılmış, yaprakları asla kopmayan, rengi cezbedici ve kokusunu kendimizin belirlediği bir yapay çiçek almak için, para biriktirmeye başlamıştım. Kumbaram ağzına kadar dolmuştu. Ne de çok sevinmiştim. Kıvançlara bürünmüştü içim. Koşuyordum seke seke bahçemizde. Bahçemiz gül bahçesiydi. Bir böcek konmuştu omzuma irice. Korkuyla fırladım yerimden ve kumbaram boyumu aşarak havaya süzülmüştü. Ve açılıp paralarım rüzgarlarla uçuşmuştu. Görememiştim nereye düştüklerini. Aramaya koyuldum fakat bir lira hariç gerisini kaybetmenin acısı ve yorgunluğu sarmıştı kalbimi. Bu olayla başladı aslında yaşamak. Çiceksiz bir bahçe mi çiçekli bir bahçede miydi mutluluk?Bunları anlatmamın sebebini bilmiyorum. Kavuşmalarım kaplumbağanın sırtına takılmış. Ayrılıklarım tazının ensesinde heyecanlı bir gölge. Anlatınca anlıyorum, faniliği ve ölümsüzlüğün bilmecesini, en çokta yaşamak ülkesinin şifresini. Merakın bir elma kurdu olduğunu okumuştum. İnsanı öldüren şeyin bu merakla başladığını bizzat görmüştüm. Sonra beklediğim ve umduğum her an bu kurdun yaşamaya başladığını hissetmiştim. Neden çiçek açmıyordu insan kalbi? Su mu yoktu yoksa toprak mı? Güneş tek aya mı ışık verirdi? Gözler neye yarardı? Sevmek bir hırka mıydı? Ya geride kalan gönül törpüsü sözler neyi törpülerdi? Yalnız kalan sandalye yalnızlığı anlatıyor muydu sahi? Kanlanan gözler kalbin ağlamasına mı işaretti yoksa nedametine mi? İnsan sonucu belli olan bir denek gibi deneniyordu sevdiğini söylediği kişilerce. Ya denekler yanıltıyor muydu öngörülen sonuçları? Pavlov haklı mıydı, koşulsuz uyarıcı ile nötr uyarıcı yanyana geldiğinde koşullanıyor muyduk sahiden nötr uyarıcıya? Nötr uyarıcı sevmek mi, aşk mı? Koşulsuz uyarıcı kadın mı erkek mi? Koşulsuzla nötr yer değiştiremez miydi? Şöyle diyordu Shakespeare; göz yaşları ile yıkanan yüzden, daha temiz yüz olamaz. Göz yaşımızı değerli kılan bedenimiz miydi, kalbimiz miydi, yaralı gönül müydü, cesur yürek miydi? Yüzümüz doğuştan temiz değil miydi? Biz bir an sonra geçecek zamanın ve o arada ölüyor olanların marifetlerini toprağa saklayan yaşamak ülkesinin çöpçüleriyiz. Kusurlarımız ve tövbelerimiz üst üste geçmiş zincir halkaları ve o halkalar çenemizin altına bağlı.Yukarısı bıyık mı sakal mı bilmeden geçiyoruz bu günlerden. Vermeden istemek ve hep istemenin dilencisi gibi, yaşamayı beklemek.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta