Söylediğin kadarını bilmek ve inanıp inanmamak. Gerçekliğe ve yanılsamalara sürüklüyor kıskançlık. Bir an mutlu bir diğer an kuşku kaplıyor beynimi. Yüreğimin duvarları şaffaf olsada beynimin duvarları bir zırh gibi duruyor oracıkta. Bir farenin kemirmesi gibi lime lime ediyor güzel olan ne varsa.
Bir an geliyor süre gelen bir hayatın içinde buluyorum kendimi. Herşey ne kadar da normal oysa ama değil! Bir deprem oldu ve ben haberleri dinleyemiyorum. Yüreğim bir kuş gibi çırpınıyor keşke diyorum bir insana el uzatıp çıkarabilsem harabelerden. Keşke diyorum korkan bir çocuğu kucaklayıp ben buradayım diyip kafasını göğsüme yaslasam. Yine çöreklendi düğüm düğüm üzüntüler. Dualarımı uğurluyorum onlara. Allah yâr ve yardımcıları olsun.
Günün birinde 17 Ağustos depremi küçüğüz Babamın sesiyle uyandım. Dışarı çıktık sabaha karşı kuzenimle bakkala geldik nedenini bilmiyorum ama açtık sanırım paramızda yoktu. Ve bakkalci abla akrabamızdı. Hiç unutmam biskreme takıldı gözlerimiz kuzenim benden büyük oda benim gibi bakıyor istedik vermedi. Sonra getirecegimiz paranın bir hükmü yoktu o an işletmesinde. Bizimle birlikte bakkala giren bir adam alın dedi ben veririm. Orada kesiliyor hatıram aldık mı yoksa bakkalci ablaya kızıp gurur mu yaptık hiç bilmiyorum. Ama o abinin abiliğinide hiç unutmuyorum. Günlerce eve göremedik. Bize zamanla oyun oynattı bu durum. Dışarıda kalmak saatlerce hava kararınca içeriye girmemek ve hep birlikte mahalleli ile geçen zamanlar. Biz o zamanlar sadece depremin ugultusunu ve sarsıntısını biliyorduk. Geride bıraktığı viran evler , yıkılmış ocaklar ve düşen ateşlerin korundan bir haberdik. Ama korkusunu uňutmuyorum.
Önüne geçilemeyecek doğa üstü olayların yere yansımasıydı .
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla