Yarışma nedir? Sözcüğün kökenine inelim: yarı-ş-ma, yarı dan geliyor. Yarışmak, en az iki kişiyle olacağından sözcük türetildiğinden bu yana anlam kaymasına uğramış. Aslında çok güzel bir manası var; sen koy yarısını, yarısını da ben koyayım.bir paylaşım, bir beraberlik var, kazanma kaybetme yok. Bir bütün oluşturalım.
Tarihte yapılan ilk yarışmalar bir bütün oluşturmaktan öte bir bütünü korumak için yapılmışlar. Eski yunan devletleri birbirleriyle savaşmak yerine karılar kocasız, çocuklar babasız, ana babalar evlatsız kalmasın diye yarışmışlar. Savaşta ne yapılırsa onu yapmışlar; mızrak atmış, kaçmış kovalamış, haber yetiştirmiş, disk atmış, atlamış zıplamışlar ve neler neler. Sonra da buna olimpiyat demişler. Ne güzel, yeter ki insanlar incinmesin!
Dikkat çeken başka bir durum da yarışma sözcüğünün diğer çoğu dilde paylaşımdan öte mücadele, kavga, savaş, kapışma, iddia gibi sözlerden türemiş olmaları ki dilimiz bu konuda belki de tektir.
Günümüzde hayat artık başlı başına bir yarış. Dışarı çıkıp bir bakın, herkes bir yere koşturmuyor mu? Lgs, öss gibi sınavlar, herkes rakibimiz. Yetmiyor; arabaları, atları, köpekleri hatta emekleyen çocukları yarıştırıyoruz. Öykü, resim, şiir yemek, güzellik yarışmalarımız var. Kendi kendiyle yarışmak diye bir deyim bile türetmişiz!
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...