Yaralı Bir Kuş Şiiri - Yorumlar

Mehmet Yaş
1104

ŞİİR


24

TAKİPÇİ

Rüzgarın önünde yaralı bir kuş,
Özgürlüğe kanat açamıyor ki.
Ta doğuştan bahtı karalı bir kuş,
Kaderin hükmünden kaçamıyor ki.

İstese de başaramaz katiyen,
O buraya ait hem ebediyen,

Tamamını Oku
  • Aşık Alemi
    Aşık Alemi 16.01.2010 - 08:00

    Ustadim ne hos bir siir bu sabahin ilk siirini okudum keyfle yuregine saglik guzellikler seninle olsun saygilar*** Tam Puan***

    SAFAK TURKUSU GURUBUMA BEKLERIM... BIZI BU GUZEL SIIRLERDN MAHRUM ETMEYECEGINIZ UMIT EDERIM .. SAYGILAR

    Rüzgarın önünde yaralı bir kuş,
    Özgürlüğe kanat açamıyor ki.
    Ta doğuştan bahtı karalı bir kuş,
    Kaderin hükmünden kaçamıyor ki.

    Cevap Yaz
  • Aşık Alemi
    Aşık Alemi 16.01.2010 - 07:59

    Ustadim ne hos bir siir bu sabahin ilk siirini okudum keyfle yuregine saglik guzellikler seninle olsun saygilar*** Tam Puan***

    SAFAK TURKUSU GURUBUMA BEKLERIM... BIZI BU GUZEL SIIRLERDN MAHRUM ETMEYECEGINIZ UMIT EDERIM .. SAYGILAR

    Rüzgarın önünde yaralı bir kuş,
    Özgürlüğe kanat açamıyor ki.
    Ta doğuştan bahtı karalı bir kuş,
    Kaderin hükmünden kaçamıyor ki.

    Cevap Yaz
  • Resmiye Mümün
    Resmiye Mümün 03.01.2010 - 17:15

    Hicbir zaman yarali kus olmayasiniz! Candan, yurekten kutlarim bu guzel eser icin, degerli ustadim! Saygilar!

    Cevap Yaz
  • Ali Pekşen
    Ali Pekşen 31.12.2009 - 01:00

    Gönül kuşu yara aldımı kımıldayamaz zaten.Yüreğinize sağlık üstat.Saygılar.

    Cevap Yaz
  • Gonul Bilir
    Gonul Bilir 30.12.2009 - 17:00

    buda cok guzel bir calisma, Evet hepimizin bir Yarasi var birseylere bagli yapan, Kutlarim..
    Saygilarimla.

    Cevap Yaz
  • Fatma Ayer
    Fatma Ayer 27.12.2009 - 10:21

    Her kıtası hüzün yaşayan şansız kulların tercümanı olmuş.Gönlünüze kaleminize sağlık.Tam puan+Antoloji

    Cevap Yaz
  • Çiğdem Kılıç
    Çiğdem Kılıç 14.10.2009 - 15:22


    Rüzgarın önünde yaralı bir kuş,
    Özgürlüğe kanat açamıyor ki.
    Ta doğuştan bahtı karalı bir kuş,
    Kaderin hükmünden kaçamıyor ki.

    Bahtiniz acik kaderiniz hep sizden ve güzelden yana olsun hocam. Kaleminiz daim olsun Tebrikler Saygilar Cigdem Kilic

    Cevap Yaz
  • Mey Ziyade
    Mey Ziyade 09.10.2009 - 02:50



    sevdiğim şiirler üşenmeyecem ve bunu yapacağım sanırım hoşunuza gidecek;




    Aralık Günleri İçin Bir Aşk Denemesi



    Aşk bu
    Kanatları yıldırımlanmış katı boğalar
    Ateşin saydam gövdesini kırarak
    Yatarak hayat dolu sarnıçların karnına
    Sıkı sıkıya kapalı sivri ve kıvrak gaga

    Delip geçecek dalıp yeryüzünü
    Bak istersen avuçlarıma
    Küçük parmağın hizasında o derin havzada
    Göğüs göğüse iken ikimize
    İki ayrı kadeh gibi doldurulmuş yudum kat'i
    Sesin
    Sırrım
    Gözüm palaspandıras çehremde

    Aşk bu
    Çölün sarı sofrasında atlılar
    Hepsinde
    Gererken parçalanan elimde
    Çelik yay parçaları
    Ağızlarımız kum rüzgarlarıyla yanık
    Yiyip içmezik acıkmazık

    :Başkanları
    Uyutmasın vahalar diye
    Koynuna doldurmuş yılanları:

    /çocuk
    Bir tane.Dayanmış yanağını cama
    Karşı evin balkonuna bakıyor
    Orada bir çocuk
    Tutunmuş demirlere../

    İki kadeh arasında ufak kara nehrim
    Beni senden bölen.Suyu yakut de ki kafur
    Çölün arı çehrenin gamsız ölümün uzakça olduğu bir demde

    Diz çökeyim söyle
    Tahtın nerede
    Bende kaynayan sende kaynak
    Tıpatıp iki kristal küre

    Aramızda ceylanımsı bir sıçrama
    Çalkalanır sonsuzca.Şöyle irice
    Bir kelime bul ok atsın döş kemiğime

    Öfkemi iyi belesin öfken

    Aşk duraksar ve yara alır
    Uçak çelik rengi göğü sesiyle sokunca
    Alçalarak yemyeşil ekinlerin arasına
    Kuru ekmek yiyen üzgün köylüleri bombalamaya

    İlkin küçük nir göl kan dolu ağzı
    /hava nasıl da yeşil/
    Su mu yoksa o katı ışık mı yanakların taşıdığı
    Nilüferler isteklerkoca bir dev

    Aşk bu çiğnenmiş kırbaçlanmış alta alınmış
    Tanıyıp tutunacak bir insan arayan
    Gördükçe çelik kazanlarının iç kaynamasını
    Kaliforniyadaki silah fabrikalarını

    /Doların egemenliğ halkın refahı:
    Depolar boşalmalı/

    Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın
    Kurşun kanatları gergin
    Fosforlu mermiler yine taze
    Yıldırımlanmış boğalar
    Havanın katı gövdesini kırarak
    Yararak hayat dolu sevdanın karnını
    Pilot ağzı zehirli bir dil
    Kentelenmiş çeneler arasından
    Gözler ovaya başını çıkaran insanları

    Haydi aşk aşk
    De ki dağları delerim senin için
    Yıldızlar yakarışlar açık kartlar
    Ve haydi hoşçakal

    Kilimin üstünde
    Bir ampül
    Bir kırbaç bir ayakkabı


    Cahit Zarifoğlu

    ******


    buğu banyosu



    Kırgızistan´da batık bir vadide
    Men seni bela sandım.
    Kalbimden uzakta çok uzakta bir kurt öldü.
    Şarap kızılı bir lale sızıpdur şimdi orada farkında mısın?
    Geceyarısı batkıları ve al kanlar içinde ekşimden
    öle budum. Yıllar ve yıllar var ki Bizansiyya´nın
    tungasında erguvani balıkçıl gibi yaşadım.
    Çünk heeç, heç görmedim dosttan vefa. Gözyaşım duştu.
    Gözelsiz, vefasız, hakikisiz
    Meleksiz, çeçeksiz, heykelsiz
    Ben bu yerde yaşamadım.
    Sonunda bir gün könlüme bir buğu banyosu yaptım.
    Bulanık bir yağmur yağdı. Batkın eşklerden kendimi
    kurtarıp başka bir tür Aşk´lara aldım.
    Ben bu Aşk´a düşeli kimse yüzüm bakmaz.
    Sevmiş bulundum güzelim gayri ne çare.
    Ela gözlerim teninizin en derenlerine getti.
    Batıl bir evlenme yaşadım. Sevsem de öldürüyorlardı
    Sevmesem de. Düşerler onlar da yıkılıp düşer bir gün.
    Heeç ağlamadım. Mavi kuzgun buğday başaklarını sıyırdı.

    Gözyaşım duştu. Ben bu yerde heç yaşamadım.




    lale müldür


    ***



    Ben Ruhi Bey Nasılım
    I

    Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
    Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
    Büyük bahçelerin küçük içinde
    Saksılardan birinde
    Gördüm de
    Uyurken uyandırılmış gibi
    Beni bir sardunya büyüttü belki.

    O ben ki
    Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
    Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
    Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

    Ne peki
    Yere dökülen bir un sessizliği mi
    Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
    İşini bitirmiş bir org tamircisinin
    Tuşlardan birine dokunacakkenki
    Dikkati ve tedirginliği mi.

    Bekler mi beni
    Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
    Bir sürü yaz gününün içinde
    Acaba bekler mi beni
    Uykularım, o sonsuz uykularım
    Yanmış bir limonluktaki
    - Ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
    Sesini hiç eksiltmeyen -
    Ama bilmez miyim ben
    Bilmez miyim hiç
    Böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
    Kısacık bir zaman olmalıydı elimde
    Turfanda meyva gibi bir zaman
    Yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği
    Geçerek erguvanların dönemecinden
    Leylakların dörtyol ağzından
    Yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
    Acının dudaklarına ve geçmişin
    Bir yaban gülü yaprağı gibi beni
    Ama ne gezer.

    Korkmuyorum artık solmaktan
    Solmaktan ve solgunluktan
    Gelmişim nerelerden böyle
    Kurumuş bir dere yatağı gibi
    Ya da pek kurumamış da
    Baygın, hasta ya da cançekişen
    Çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
    Ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
    Yorgun düşerek taşımaktan
    Ve ne çıkar ayırmasam kendimi
    Suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.

    Koylardan
    Kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
    Eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
    Ayırmasam kendimi
    Diyorum ayırmasam
    Köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
    İçindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
    Cepleri yüreği cepleri
    Ayırmasam da ben
    Kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
    Sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
    Oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
    Bu kımıltısız gövde
    Görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
    Görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
    Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
    O müşiş öğle sıcağında
    Pencerenin önünde örgü ören birinin
    - Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
    Görülmediği gibi
    Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
    Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.


    edip cansever



    ****



    Diriliş Saati



    Ey bir emre hazirlanan simsiyah gecede
    Karanligi emip emip de gebe kalan
    Ey her depremden sonra biraz daha dogrulan
    Herkesin
    Veba girmis bir sehrin hem halki
    Hem seyircisi oldugu bir günde
    Ey düstügü yerden kalkmaya hazirlanan ülke.

    Her damlasi bir zafer müjdecisi
    Bir posta eri gibi
    Yagmur yüzümüze degince
    Cikacagiz yola.

    Cikacagiz yola
    Hesap günü gelince
    Yagmur yüzümüze degince
    Günes bir mizrak boyu yükselince.


    Erdem Beyazit


    ****


    Amentu


    İnsan
    eşref-i mahlûkattır derdi babam
    bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
    ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
    bu söz asıl anlamını kavradı
    geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
    geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
    kararmış rakamların yarıklarından sızarak
    bu söz yüreğime kadar alçaldı
    damar kesildi, kandır akacak
    ama kan kesilince damardan sıcak
    sımsıcak kelimeler boşandı
    aşk için karnıma ve göğsüme
    ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
    aşk ve ölüm bana yeniden
    su ve ateş ve toprak
    yeniden yorumlandı.

    Dilce susup
    bedence konuşulan bir çağda
    biliyorum kolay anlaşılmıyacak
    kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
    yanık yağda boğulan yapıların arasında
    delirmek hakkını elde bulundurmak
    rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
    bana deha değil
    belgeler gerekli
    kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
    gençken
    peşpeşe kaç gece yıllarca
    acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
    bilmezdim neden bazı saatler
    alaturka vakitlere ayarlı
    neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
    yazgı desem
    kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
    Tokat
    aklıma niye gelmezdi
    babam onbeşli olmasa.

    Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
    ben o yaşta koltuğumda kitaplar
    işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
    cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
    kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
    Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
    her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
    gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
    resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
    oysa hergün
    merkep kiralayıp da kazılan kökleri
    Forbes firmasına satan babamdı.

    Budur
    işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
    işte şehirleri bayındır gösteren yalan
    işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
    kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
    güçbela kurduğum cümle işte bu;
    ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
    tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
    Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
    bile bir bir çınlayan
    ihtilal haberidir
    ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
    nisan ayları gelince vücudu hafifletir
    şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
    bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
    marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
    gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
    biraz ağlayabilmek için
    fotoğraflar çektirir
    babam
    seferberlikte mekkâredir.

    İnsanın
    gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
    marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
    belki ruhların gölgesi
    düşer de marşlara
    mümkün olur babamı
    varlık sancısıyla çağırmak:
    Ezan sesi duyulmuyor
    Haç dikilmiş minbere
    Kâfir Yunan bayrak asmış
    Camilere, her yere

    Öyle ise gel kardeşim
    Hep verelim elele
    Patlatalım bombaları
    Çanlar sussun her yerde

    Çanlar sustu ve fakat
    binlerce yılın yabancısı bir ses
    değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
    polistir babam
    Cumhuriyetin bir kuludur
    bense
    anlamış değilim böyle maceralardan
    ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
    yalnız
    coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
    nüfus cüzdanımda tuhaf
    ekmek damgası durur
    benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
    etin ıslak tadına doğru
    yavaş yavaş uyanmak
    çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
    hırsız cenazelerine bine bine
    temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
    korkak dualarından cibinlikler kurarak
    dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
    nakışsız yaşamakları
    silâhlanmak sayarak
    çıkardım
    boğaza tıkanan lokmanın hartasını
    çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
    halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
    ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
    hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
    fly Pan-Am
    drink Coca-Cola

    Tutun ve yüzleştirin hayatları
    biri kör batakların çırpınışında kutsal
    biri serkeş ama oldukça da haklı.
    Ölümler
    ölümlere ulanmakta ustadır
    hayatsa bir başka hayata karşı.

    Orada
    aşk ve çocuk
    birbirine katışmaz
    nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
    kendi tehlikesi peşinden gider insan
    putların dahi damarından
    aktığı güne kadar
    sürdürür yorucu kovalamacayı.

    Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
    Nerde, hangi yöremizde zihnin
    tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
    ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
    parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
    Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
    takvim yapraklarının arasını dolduran
    nedir o katı şey
    ki gücü
    gönlün dağdağasını durultacak?
    Hayat
    dört şeyle kaimdir, derdi babam
    su ve ateş ve toprak.
    Ve rüzgâr.
    ona kendimi sonradan ben ekledim
    pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
    ham yüreğin pütürlerini geçtim
    gövdemi alemlere zerkederek
    varoldum kayrasıyla Varedenin
    eşref-i mahlûkat
    nedir bildim.

    (1974)


    İsmet Özel

    ****



    melahat geçilmez



    1. Gazetelerde ak kara bir resmi otuz yıllık. Arkasında mülki taksimatlı bir harita.
    Komiserin odasında ağırlanırmış.

    2. Ve imparatoriçeliğinde bir vesikalık. Tombalacı Ceylan renkli çekmiş.
    Delikleri balmumuyla örterler.

    3. Gönderilen çelenklerde 'Geçilmez' yazılmıştı soyağacı. Küçük harflerle de
    'fuhşun anısına'.

    4. Çanakkaleli Melâhat'ın törenine polis bandosu da katılmıştır.



    ece ayhan

    ***


    Çanakkale Şehitlerine



    Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
    En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
    -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
    Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
    Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
    Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
    Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
    Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
    Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
    Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
    Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
    Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
    Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
    Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
    Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
    Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
    Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
    Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
    Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
    Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
    Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
    Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
    Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
    Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

    Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
    Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
    Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
    Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
    Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
    Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
    Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
    O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
    Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
    Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
    Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
    Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
    Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
    Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
    Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
    Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
    Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
    Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
    Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
    Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

    Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
    Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
    Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
    'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
    Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
    İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
    Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
    O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
    Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
    Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
    Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
    Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
    Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
    Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
    Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
    'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
    Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
    Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
    'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
    Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
    Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
    Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
    Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
    Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
    Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
    Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
    Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
    Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
    Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
    Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
    Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
    Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
    Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
    Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
    O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
    Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
    Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
    Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
    Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
    Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.


    Mehmet Akif Ersoy




    ***



    Çile


    Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,
    Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
    Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
    Gök devrildi, künde üstüne künde...

    Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
    Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
    Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
    Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

    Ateşten zehrini tattım bu okun.
    Bir anda kül etti can elmasımı.
    Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un,
    Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

    Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
    Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
    Al sana hakikat, al sana rüya!
    İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

    Ensemin örsünde bir demir balyoz,
    Kapandım yatağa son çare diye.
    Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
    Yepyeni bir dünya etti hediye.

    Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;
    Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
    Bütün bir kâinat muşamba dekor,
    Bütün bir insanlık yalana teslim.

    Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
    Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
    Otursun yerine bende her şekil;
    Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

    …………………………………..
    …………………………………..
    …………………………………..
    …………………………………..

    Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
    Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.
    Deliler köyünden bir menzil aşkın,
    Her fikir içimde bir çift kelepçe.

    Niçin küçülüyor eşya uzakta?
    Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
    Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
    Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

    Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
    Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
    Selâm, selâm sana haşmetli azap;
    Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
    Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
    Ey yedinci kat gök, esrarını aç!
    Annemin duası, düş de perde ol!
    Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!
    Uyku, kaatillerin bile çeşmesi;
    Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
    Teselli pınarı, sabır memesi;
    Size şerbet, bana kum dolu çanak.

    Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
    Sırrını ararken patlayan gülle?
    Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
    Karınca sarayı, kupkuru kelle...

    Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,
    Mevsimden mevsime girdim böylece.
    Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
    Fikir çilesinden büyük işkence.

    …………………………………..
    …………………………………..
    …………………………………..
    …………………………………..

    Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
    Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
    Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
    Yetişir çektiğim mesafelerden!

    Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
    Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.
    Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
    Tutuyor önümde bir mavi ışık.

    Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
    Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
    Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
    Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.

    Lûgat, bir isim ver bana halimden;
    Herkesin bildiği dilden bir isim!
    Eski esvaplarım, tutun elimden;
    Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

    Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
    Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
    Belâ mimarının seçtiği arsa;
    Hayattan muhacir, eşyadan öksüz?

    Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
    Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
    Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
    Dev sancılarımın budur kaynağı!

    Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
    Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
    Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
    İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

    …………………………………..
    …………………………………..
    …………………………………..
    …………………………………..

    Gece bir hendeğe düşercesine,
    Birden kucağına düştüm gerçeğin.
    Sanki erdim çetin bilmecesine,
    Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

    Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
    Atlas sedirinde mâverâ dede.
    Yandı sırça saray, ilâhî yapı,
    Binbir âvizeyle uçsuz maddede.

    Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
    Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
    İçiçe mimarî, içiçe benlik;
    Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

    Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
    Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
    Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
    Suda ezel fikri, ebed duygusu.

    Kaçır beni âhenk, al beni birlik;
    Artık barınamam gölge varlıkta.
    Ver cüceye, onun olsun şairlik,
    Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

    Öteler öteler, gayemin malı;
    Mesafe ekinim, zaman madenim.
    Gökte saman yolu benim olmalı;
    Dipsizlik gölünde, inciler benim.

    Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
    Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
    Sen, bütün dalların birleştiği kök;
    Biricik meselem, Sonsuza varmak...


    Necip Fazıl Kısakürek

    ***

    Ben Senden Önce Ölmek İsterim...


    Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mi zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    İyisi mi,
    beni yaktırırsın,
    odanda ocağın
    üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf,
    beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin
    Fedakârlığımı anlıyorsun:
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan




    nazım hikmet...

    sonsuza dek devam edebilirim..ama bu kadar yeter..anlatabildim mi?

    Cevap Yaz
  • Ceren Kaya
    Ceren Kaya 21.09.2009 - 12:52

    Harikasınız üstad.Coşup'ta çağlayan gönül pınarınızın pırlanta kalemini yürekten kutluyor, saygılar sunuyorum. Tebrikler...

    Cevap Yaz
  • Çiğdem Kılıç
    Çiğdem Kılıç 18.09.2009 - 21:10

    Yogun duygularla bezenmis güzel bir siir okudum. Yüreginize ve usta kaleminize saglik. saygilarimla

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 13 tane yorum bulunmakta