uzun zamandır yok gibi yaşıyorum, bu hüzün benim ve kuytusu sessizliğin
asi yamaçlara dayanan bu tutsaklık benim, yapraksız bir ağaç gibi bu yalnızlık benim
ve yüreğimin ortasında kemiksiz birkaç keder
delice ruhumda kımıldayıp duran tepeden tırnağa katı bir esaret
göğsümde hiç durmadan ağlayan bir kaç çocuğun gözyaşı var,
sırtımda günah gibi taşıyorum bu sıra bir yığın insan yükünü
gönlü harap olmuş bir kadın acısı gibi
parmaklarım bu kadar küskün durmuşsa şehre ve her şeye
artık dünyanın alevleri kalbimin çağından ölse vazgeçmez
göz kapaklarım gecenin hangi kalesine sığınsın şimdi
neredesin, ey gözlerinde nergis açanım, burçlarında sümbül biten ellerin nerede
göklerden ziyade nefesin, kainatın aydınlığı olan sesin nerede
velev ki lavlarınla bir yanardağ da olsan gönlüme, kime ne, yarada benim, tuzda
yetişsem diyorum üstüme karanlık basmadan sınırsız şimdine
yetişsem, içimde hiç bitmeyen kandil yağı gibi gözlerinin o lavlı önüne, ne değişir ki
yazan yazmış bir kere, el ile şekillenmez ki kader
şimdi bu kadar halsiz ve çaresiz düşüyorsam hasrete, aynı bir muhacir yalnızlığı gibi
kulağıma küpe olsun gönlümdeki binlerce ölümün sesi
ağırlaşırken dudaklarımda bir Sokrates zehrinin soğukluğu
ey her bir yıldızın sekiz köşeli nuru, bu kadar sevdaya susamış ise ayaklarımın nasırı
sözünün eri olmasındandır aşkın öznesi ve dahi nesnesi
bir merminin ete saplandığı, bir kökün toprağı sarmaladığı gibi seviyorum seni
merhameti dillendirmek için Tanrının süslü harfleriyle, idrak ederek o güçlü sanatı solumda
hazır olmalı her insan o mahşeri huzura ve gereğini yapmalı çetin ise şayet verilen söz
öyle ya, dillendirmek için suyu ve zamanı
sen gittin gideli ışıklar söndü,
hu diyerek tüm köşeli yıldızlar döküldü gecenin orta yerine, mum içimde alev, sen gittin gideli elimden alındı dünya
o gün bu gündür ölümü gözlerinden öpüyorum her seher vakti, sor istersen, bunu en iyi Azrail bilir
ve dahi ellerim kehribar bir gecenin koynunda hala, yârin gül açan yanaklarıyla
salın demir ayaklı güvercinleri, salın, boynu bükük kalmasın gökyüzü
hayatın ölümcül hali dudaklarıma çökmüş yokluktan
yâri anıp duran sakin ve berrak dudaklarımın sesini şah damarlarımdan duyuyorum,
ve sonsuz derinliğini bir kılıç yarasının
hani o, adınla bağladıkça kanayan yaralarımın
biz buna en iyisi gürültülü bir gök, ya da kırmızı bir dağ yalnızlığı diyelim
ya da fabrikada işçi yorgunluğu, ayazı yokluğun
bir sonbahar sabahı, kuşlar ve çocuk sesleri ve ben, yani sol yanım
seninle birlikte ve seni kuşatan ve aslında sekiz köşeli yalnızlığım...
ah bu yalnızlık, ne kadar çıkmazsa, ey yar sende o kadar çıkmazımsın
ışıklar söndü, gaipten gelen bir karanlık içime batar
sanki alem bir at ’ta, ben bin at ’tayım
ve o güzel adamlar nerede acaba, o güzel atlarla gidenler hani
beni de götürsünler gittikleri kıyamete, taze bir haber gibi
düşerken gri göğün tavanı mavi üstümüze
görsünler, bir rüzgar bir yaprak uğruna nasılda paramparça oluyor
ellerim nerede uyudu bu gece, ya gözlerim, ya bu kan nereden damlıyor yorgunluğuma,
……..yalnızlıktan mı?
öyle ya; selam söyleyin ey can, yalnızlığımın kan kızılına
selam söyleyin selam, o yârin gül açan yanaklarına
ve sonra, salın demir kanatlı güvercinleri, salın, sevda-sız kalmasın gökyüzü
Orhan DEMİRTAŞ
Orhan Demirtaş
Kayıt Tarihi : 5.7.2022 12:26:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!