Kavruk bir mandalina ağacının ölü kökünden yonttuğum kadın heykeline dokunuyorum bazen. Onun da bizler gibi hayatının sırlı hikâyeleri var. Ben bir tanesi biliyorum. Şahidiydim. Atını şefkatle tımarlayan bir seyis gibi pütürlü doksunu temizlemek için zımparalıyorum onu arada. Bu ikimizi de büsbütün iyileştirmiyor ama hatıralarla beslenen acıyı diri tutuyor.
Eğer bana “Neden durduk yerde acıyı diriltip üzülelim” derseniz, ben size derim ki “Her acının altında onu gizleyen kederle gölgelenmiş bir mutluluk vardır ve insan çoğu kez bu alacalı duyguyu yaşarken derinden hissedemez”. O zaman yüzüme bakıp sorarsınız belki: “Peki, geriye kalan mutluluk kırıntılarını saf hâliyle hatırlamak mümkün değil mi? ” Ben de derim ki, “Hiçbir duygu o en saf hâliyle kalmıyor. Hikâyelerle kristalize olurken, kendimize söylediğimiz yalanlar gerçeğe, gerçekler yalanlara dönüşüveriyor. Ve biz bu büyük akıntının ortasında dalından düşen çürük meyveler gibi bilinmeyen bir sona doğru sürüklenip duruyoruz”.
Sizi değiştirecek, çoğaltacak, hiç ummadığınız kadar mutlu edecek bazen üzerek sağaltacak, bilmeden benliğinizin zehirli kısmından uzaklaştıracak, ömrünüzü ağulu acılarla törpüleyecek “kayıp hayatları” düşünür müsünüz hiç? Ben çocukluğumdan beri “ıskalanmış ömürler” dükkânı açmak isterim. Ne renkli bir yer olurdu kimbilir. Ama oraya gelenler sadece taammüden kaçırdıklarını görmeyecekler. Geçmişte onları kıvrandıran zorunlu tercihlerinin sonradan nelere mal olduğunu da kendi eksik hikâyeleriyle yapılmış bir film gibi izleyecekler. Kimse gelmek istemezdi benim dükkâna değil mi? Ben de öyle tahmin etmiştim. Yüzleşmek belalıdır ve hâliyle herkesin harcı değildir çünkü.
İşte bu yüzden insanı ardına saklandığı karanlık hikâyelerini küçümsenmeye aldırış etmeden anlatabilen yazarları seviyorum ben. Onları okurken insanın başkalarından ziyade kendine duyduğu sınırsız düşmanlığı, ruhunu yaralayan ilk derin kırılmaların başlangıcını, sonraki travmaların yansımalarını görebilmek varoluşuma da bir anlam katıyor. O vakit çaresiz bir roman kahramanı gibi kanımın kalp atışlarından daha hızlı aktığını duyuyorum. Hikâyenin acımsı tadı sadece yazanı değil beni de hırpalıyor: “Bu uğultulu kâinatta, terk edilmişliğin, zamansız kayıpların, tercih edilmemiş yalnızlığın, yoksulluğun, ezilmenin, aldatılmanın, ölümün yasını örten hikâyelerin sesini duy” diyor bana sanki. Görünen açık yaraları değil, o yaranın kalıcı izleriyle birbirlerini, tabiatı, dünyayı nasıl bozduklarını rüyada yavaşlatılmış bir depremi yaşıyor gibi izliyorum. Bir yazarın kelimeleriyle tanımadığım acılara ortak olmak başka bir hayat tasavvurunu gösteriyor.
Kolombiya doğumlu Jorge Franco Ramos sert bir yazar. Sinemaya uyarlanan romanlarıyla ellisine gelmeden dünyada tanınmış ancak onu özel kılan bu değil. Marquez’in “meşaleyi teslim etmek istediğim yazar” diye tanımlaması da değil bence. Türkçeye çevrilen tek romanı Yara İzleri’ni okurken hissettiğim acının gücünü hissettiren “acımasız” anlatımı oldu. Büyülü, evet fazlasıyla gerçekçi ama bir o kadar da yakıcı! El değmemiş duyguların ateşine dürüstlüğüyle böylesine korkusuzca dokunan bir yazarla karşılaşmamıştım epeydir.
Franco, köyde başlayan trajik hayatların kentteki devamında modern hayatın neden olduğu travmalardan çok melankoliyi, kaderin önlenemez gücünü, erkek iktidarının zulmünü gösteriyor. Üç kız kardeşi anlatıyor. Küçükken tecavüze uğradıktan sonra kendi yöntemleriyle ölüme yürümeyi seçen Leticia, bir depremde yaralanınca hayatı boyunca acılar icat ederek para kazanan, yalanın kimyası olduğuna inanan Jennifer, birkaç kez birlikte olduğu adama onun hiç okumayacağı mektuplar yazan âşık bir kadın, Amanda. Kabaca böyle tarif edilebilir zaten öyle karmaşık bir kurgusu da yok. Franco öyle “hınzır” Avrupalı yazarlar gibi edebiyatta zeki oyunları önemseyenlerden değil. Latin damarları şeffaf teninin ardından görünüyor. Kadınlığın “uçurum bakışlı” sezgilerini, onları bu dünyada değersiz kılan “kötülükleri” ve doğuştan tabiatlarının bir parçası olan hep biraz kederli olma hâlini nasıl da şiddetini sakınmadan anlatmış.
Kendisini hiç aramayacak genç “erkeğini” beklerken ihtiyarlayan Amanda, mırıldanır gibi yazıyordu mektuplarını: “Hatıranız bir hasım, yarayla birlikte delip geçen bir zımba. Jennifer, ‘Hiçbir yara tamamen iyileşmez, ya deride ya ruhta daima varlığını anımsatan bir iz kalır’ derken haklı. Belki de Jennifer’ın yaraları benimkilerden daha az acıyordur. Mosmor ama hâlinden memnun dolanıp duruyor. Oysa ben canım yanmadan nefes bile alamıyorum.” İlk bakışta korkunç gibi görünüyor değil mi? İnsan bu kadınları bu tekinsiz dünyanın orta yerinde böylesine yalnız, çaresiz bırakan ne olabilir, diye düşünüyor hâliyle. Yazar muhtemel sebeplerini sezdiriyor. Doğrudan anlatıp okurun tadını kaçıranlardan değil o. En çıplak, gerçekçi cümlelerinin gerisinde bile ironiyle acılaşmış buruk bir tat var.
Iskalanmış hayaller, teğet geçilen hayatlar, biriktirilmiş acılar galerisinde dolaşırken bu “vahşi” romanın neden ve nasıl bu kadar sıcak dokunabildiğini düşündüm. Yazarları birbirinden ayıran, onları benzersiz kılan bir “hâl” var. Taklit edilemeyecek bir “oluş”. Galiba ben tereddütsüz anlattığı “o kadın” olabilen Franco’da bunu gördüm. Bir kadına “Sizin beni terk edişiniz dünyanın sefaletinden ve yalanınız da milyonlarca kişinin yok olmak üzere olan bir gezegende yaşadığı aldatmacasından daha ehemmiyetliydi” cümlesini yazdıran romancı, bazı kadınların “bir tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi” canlanabileceğini ve aynı hızla cehennemi bir yangına koşabileceğini bilir. Bunu bildiği için rahatlıkla bir hayatı anlamak, âşık olmak, ölmek için kaç dakika gerekir, birkaç dakika bile yetmez mi diye soruyor. Sahiden, ıskalayıp mahvettiğiniz hayatları, zaman denizinin dibindeki kalıntıları görebilmek için kaç dakika gerekir?
(Yara İzleri, Jorge Franco, İthaki Yayınları, Çev. Seda Ersavcı)
A. Esra YalazanKayıt Tarihi : 29.2.2016 14:53:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![A. Esra Yalazan](https://www.antoloji.com/i/siir/2016/02/29/yara-izleri-nin-gizli-hikayeleri.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!