Yaprak Dökümü Çırpınışları.............. ...

Mehmed Sarı
620

ŞİİR


8

TAKİPÇİ

Yaprak Dökümü Çırpınışları......................Dosya

YAPRAK
DÖKÜMÜ
ÇIRPINIŞLARI
-dizge sevda öyküleri-

Onunla karşılaştığımızda yeniden
kocaman bir kırk yıl
geçip gitmişti ömürden
Mevsim güze vurmuştu
gönülde güller yanıp kavrulmuştu
Çırpınıp kaldı yürek
geri gelmeyecek günlerin ardından...

SANAL BİR SALINCAKTA
BİR AKDENİZ AKŞAMINDA
SEVGİLİYE SÖYLENEN NENNİ

Uyu bebeğim
kapa gözlerini,
Bak, yıldızlar fısıldaşmakta
yalnızlıkta şarkılar mırıldanarak
sessizlikle sevişir gibi.
Onlar da uykuya dalacaklar biraz sonra
gözlerinde hasret kıvılcımları
düşleriyle sarılarak ulaşılamayan sevgililere,
ateş düşmüşse öze
esiyorsa aşkın yeli gönlün denizlerinde
bitmez asla yürekte kabaran gelgitler
yıldızlar birer birer dökülse de yere...

Uyu sevdamın kızıl yıldızı
Uyan hayallerimdeki peri kızı
Kollarımı salıncak ettim sana
Attım aşkın kemendini
bir yıldızdan öbür yıldıza
sabaha tomurcuklansın aşkımız,
Yeni bir güne doğar gibi doğalım
yeni bir yaşama açılsın kollarımız...

Sevgilim, yavru ceylanım benim,
Seni sevmek
yaşamın anlamla donanması demek,
Mutluluğun dalga dalga yayılması yürekten
ve yağıp yağıp dinmemek...

Uğuldaması sevda fırtınalarının dört ufukta
çınlaması sağır duyguların
şiddetiyle şimşekli öpücüklerin
ve gül bebeklerimizin
gülücüklerle açması gözlerini dünyamıza...

Uyu meleğim
ve uyan yepyeni bir sabaha
“yeni bir dünyanın doğuş” gibi,
Gözlerinde kanatlansın güzellikler
çırpınsın bir sevdalı kuş göklerinde..
Bak el ediyor çiçekler
onsekiz yaşının görkeminde doğuyor gün
Bahar sabahlarınca açılıp saçılsın yaşam
sevgilimin efsane gözlerinde...

Sevgilim
nar tanem
yavru ceylanım benim,
Ne zaman ilişse gözlerim gözlerine
güzellikler bürüyor evrenin her köşesini,
Ne zaman sürsem dudağımı tenine
kır-bayır başak deryasına döner
yeşerip çiçeklenir çöller,
Uyu bebeğim
gözlerinde biriksin bütün güzellikler...

Bir tanem
yavru ceylanım benim,
Uzat başını kolum üstüne
sonsuzluklara gönder düşlerini
tepeleyip geçsin sevdamız barikatları,
Gökte ipekten ay çiseltileri,
Akdeniz akşamlarınca ipildesin
gecelerin karasında yürek kıvılcımları...

Uyu sevgilim
ve düşün ki
bir çamlı yaylasındasın Torosların
sevgilinin kalbi gibi okşamakta teni
serin serin esen akdeniz yeli
ve sırılsıklam ıslak saçlarımız
o efsane yurdun mahmur sabahlarında,
Gözlerimiz çevrili yüreğimize
birbirine yapışık bedenlerimiz
sevdamız eşkiyadır karlı dağlarda...

Uyu bebeğim
Düşünü sonsuzluklara sal
tutuşsun yıldızlar aşkımızın kor alazında,
Bırak boşluklara kendini boylu boyunca,
Kollarımı salıncak eyledim sana
sevda tezgahımda örtüler dokudum
ve ateşe vurdum
yasasını töresini bütün düzenlerin
karanlıklar defolup gitsin diye dünyamızdan,
Uyu sevgilim
Ve kabuğunu çatlatan narcasına
sevdayla yanıp kanarcasına
güzellik otağı bir yaşama uyan...

14/8/2013
Melbourne

KÜL OLANA DEK BEDEN
“……………………………
Feryadıma karşı aksiseda yok
Uyandım yerimde soğuk kül vardır”

Uyandım ve hemen buraya geldim.
Sen yoktun...
Beklemiştim zaten seni
gece yarısından sonraya dek..
Ve sen asla gelmemiştin..
Yoksun,
Ne yazık aynen devam ediyor çaresizlik:

Seni kurguladım
hayal ve düş karışımı bir gecede
sonu gelmez bir serüven gibi sabaha kadar...
Kül oluncaya dek beden
ayrılmaz aramızdan ayrılık biliyorum
ama
aynı zamanda
bilmek bile istemiyorum
bu acı gerçeği,
Kül oluncaya kadar beden
ayrılmaz yürekten bu kara sevda
ve ayrılmayacak da
-tek bilmek ve bildirmek istediğim budur-
günden güne arta arta
bitirecek tez gün içinde yaşam yolunu...

ÖYLE OLSA DA,
BÖYLE OLSA DA NE ÇIKAR.
Seni sevmem biricik yaşam biçimim
Yaşama tutunmamın tek yolu bu
Şunu çok iyi anlıyorum ve duyuyorum
her an ilahi bir seda gibi derinliklerden
dinledikçe kalbimin inleyişini:
SEVGİ BİTERSE YAŞAM BİTER
VE BEN AŞIĞIM YAŞAMAYA
YANİ SANA...
unutma bunu!

24/7/2014

AĞLIYORUM YALNIZLIĞIMIN
SONSUZLUĞUNDA DOYA DOYA

Karanlık ve soğuktu.
Pus sarmıştı şafağın bağrını.
Sokak lambaları sisli boşluğa esrarengiz
bir görünüm içinde salıyorlardı ışıklarını...
Buz tutmuş bir galaksiyi andırıyordu
şehrin sabah manzarası
ve o saydam yıldız mahşeri içinden
ateşler püskürterek buğulu gözlerinden
büyüdü bir sevdalı yıldız.
Dikildi gözlerimin tam karşısında
Yalp yalp yanan renkli tayflar oluştu
ve gözlerin gelip oturdu aklıma..
Yüreğime yalımlı bir yangın düştü
Seni düşündüm aniden
yıldızlar gözlerine dönüştü.

Karanlık ve soğuktu.
Buz kesiliyordu düşlerim...
Yitip gidiyordu belirsizleşerek
içimde umut diye taşıdığım gülüşlerim,
Kaybolacaktım gözlerinde aniden
karışarak renkli ışık zerreciklerine...

Birdenbire
yüzün aldı gözlerinin yerini
sis dağıldı şehrin üstünden,
Yıldızlar yavaş yavaş sönüp gittiler
ince bir ağıt gibi sabahın gözlerinden...
Çivilenip kaldı gözlerim yüzüne
bu yüz,aynen o yüz!
Hani sen beni
yeniden bulduğun zamandaki
40 yıllık bir depremle altüst edendir yüreğimi...
19 Ocak
cehennemi bir sıcak
ve akşam yanarken fanuslar gibi
gözlerinde eriyerek
çölde seraba döndürmüştü beni.
Ve dilime şiir doluşmuştu:
O günden bu yana
ve hatta ömrüm boyunca
tam olarak ezbere bildiğim tek şiirdir bu...

“Daha o günkü gibisin bende
Uzakta bir serapsın
ücra bir yıldız gecenin köründe,
Gönülde meltem esintisi
yanan duygulara
akdeniz gecelerinden...

Daha o günkü gibisin bende
Yalım yalım tüter hasretin
çöl güneşi gibi vuran gözlere,
Başımda o eski kavak yelisin
Ve bir yavru maral
sürükleyip götüren yüreğimi
karlı dağların yalçın yüzünden...”

Yüreğim ve aklım
hep o köprüde takılıp kalmıştır benim.
Dönüp gidemem geçmiş günlere
lime lime kanasa da yüreğim.
Ve başım alıp gelemem bir türlü
ömrün yaprak döktüğü bugünlere...
Günler acı ve elemle yoğrulmaktadır şimdi
ve hasret
yüreğimi delirtip taşar hergün yeniden
basar gözlerimi bir duygu seli...
Ağlıyorum hüngür hüngür
ve kırık bir hıçkırık eşliğinde!
Yok etrafta halimi kınayacak hiç kimse...
Yok dudak bükerek yanımdan
şaşkın şaşkın gelip geçecek biri...
Ağlıyorum yalnızlığımın
sonsuz rahatlığında
yürekte biriktirerek acı ve kederi
ağlıyorum doya doya..!

23/7/2014

GÜN KARARDI
KURUDU GÖLLERDE SULAR
VE GERİ DÖNMEDİ PELİKANLAR

İşte o son kırk saati nasıl geçirdiğimi
sana anlatmayı bir türlü götürmüyor yüreğim.

Evin aşağısında bir park vardı
Sokağın köşesindeki gül ve lavanta bahçesinin
yüz metre ötesinden başlardı
bu parkın sınırları.
Parkın ortasında büyükçe bir göl
ve gölün ortasında da
üç-beş ev yeri kadar bir adacık vardı...
Hem gölün batı ve güney yanı
ve hem de adacığın tamamı
iğne yapraklı,
dört mevsim yeşil duran
sık ağaçlarla kaplıydı.
Gölün kuzey ve doğu tarafındaysa
çok yaşlı, ulu okaliptüs ağaçları
birer tarihi yapı gibi dikilip dururlardı.

Doğu taraf aynı zamanda çayırlıktı.
Adanın merkezine de
okaliptüs ağaçları dikmişti ki belediye,
bu adada göl kuşları gecelerlerdi,
ve aynı zamanda
yuvalarını yaparlar
yavrularını büyütürlerdi.

Ada kuşların güvenliğini de sağlıyordu.
Tilkiler karanlık basar basmaz
sık sık parkta ava çıkarlarlardı.
Hatta zaman zaman dingo bile
kuş leşi umuduyla geliyordu bu göle
Fakat bu vahşi avcılar
hiç bir zaman sudan dolayı
adadaki kuşları avlayamazlardı.

Bu gölde bir kaç tür ördek,
kaz, yelkovan ve adını bilmediğim
uzun bacaklı, kırmızı gagalı,
siyah tüylü su kuşları yaşardı....
Ve zaman zaman misafir olurdu gölümüze
nereden geldiklerini bir türlü bilmediğim
bir çift garip pelikan...

Pelikanlar
bir kaç gün kalırlar
aniden kayboluştu sonrası,
ve uğramazlardı gölümüze bir ay, bir daha.
Bana hep gidilip dönülmemeyi,
ya da mekansız bir göçmenliği anımsatırdı
bu garip çiftin macerası...

Gölün doğusunda araba parkı vardı.
Kuzeye doğru ilerledikçe tuvalet,
Piknik alanıyla, barbecue ocakları
ve ilerisinde de çocuk parkı bulunurdu.
Burada genellikle yoksul aileler hafta sonları
barbecue pişirirler, çocuklar da parkta oynardı.
Parkın etrafı kıydolayı betonlanmış gezi yoluydu.
Gölün etrafı da öyle...
Anımsıyor musun bilmem.
Zaman zaman anlatırdım sana,
hani akşamları parkta yürüyüş yaptığımı.
Bazan da göldeki kuşlara
evden bayat ekmek getirip attığımı..
Parkın çevresi
normal yürüyüşle yarım saat çekerdi.
Ama ben hep yavaş yürürdüm
çünkü yürürken hep seni düşünürdüm.

İşin doğrusuna gelince
senin hayallerinle
sarmaş dolaş olayım diye
gitmekteydim genellikle parka
ve hiç bitmesin isterdimbu tatlı yürüyüşler...
Seni düşünürdüm: Aklıma bir baraj gölü düşerdi.
Gözlerimin önünde bir barajlı yol uzanırdı..
Yürürdüm kalabalık ve gürültülü caddelerden.
Usta bir restourant
ve o restourant adıyla anılan
bir dolmuş durağında oturur,
karşımdaki binanın
arkasında kalan küçük bir apartmanın
güneye bakan yüzündeki
üst balkona takılır kalırdı gözlerim...

Neden sonra kalkardım
yol kenarındaki oturaktan
ve adımlardım yeniden
göl çevresinde seni düşleyerek.
Önümde barajlı bir yol uzanırdı.
Ağaçlara bakardım,
yüksek apartmanların balkonlarından
aşağılara bakan kadınlar gelirdi gözüme.
Hepsinin de bir yerleri sana benzerdi...

Yürürdüm karşımdan gelecek bir güzelle
yüzyüze gelme heyecanıyla.
Veya nefes nefese kalınmış bir anın
aceleci ve tedirgin huzursuzluğuyla...
Hayallerinden uyanınca da
kalbimin küt küt attığını duyardım.
Üstüne ala karanlık çöken
ağaçların ağıl gibi etrafını ördüğü yolda...

İşte o son kırk saati nasıl geçirdiğimi
sana anlatmayı bir türlü götürmüyor yüreğim.
Önceleri senin böyle yapacağına dair
bin bir kanıt gösterselerdi bile
inanmazdım asla hiç birisine.
Ama son zamanlarda
içine girdiğin girdabı sezer gibiydim
Ve son andaki kuşkulu tavrın üzerine
düşündüm mü, yoksa düşünmedim mi
olmayıp anımsamıyorum net ve berrak,
fakat geç vakit içime bir kurt düştü
ve ol sebepten ötürü
kuvvetli bir istemle
geri döndüm internete.
Açar açmaz mesaj kutumu,
mesaj geldiğini görerek
garip bir şekilde ürperdim.

Zaten öteden beri açınca interneti
hep mesaj kutusuna giderdi gözlerim,
çünkü hep senden mesaj beklerdim
ama çoklukla boş bulurdum kutuyu
ve buruk bir duyguyla acırdı, batardı kalbim...

O gece interneti açınca
ve görünce kutudaki işareti
senden olamayacağını düşündüm,
hatta senden olmamasını bile istedim
içten gelen bir duyguyla.
Ne yazık ki,
açar açmaz kutuyu
acı gerçek suratımda
düşman kırbacı gibi şakladı...
Bir anda kaybetmiştim kendimi,
durmuştu beynim, yoktu bedenimde
hiç bir yaşam belirtisi,
dünyamı ateş sarmış, gözlerimin akı kararmıştı...
Ayağa kalmayı denesem de beceremedim.
Kalmışım çivilenmişcesine,
saatlerdir oturduğum sandalyede...
Sonra göğsümün kafesinde derin batışlar,
kalbimin derinliklerinde sancılar duydum...
Başım döndü,
gözlerim karardı
ve yavaş yavaş yanaklarım ıslandı...

Ne söylemeliydim bilmem ki,
bu müşkül durumu resmetmeye
ne bende yeterli söz vardı
ne de anlatmak o kadar kolaydı..?
Neredeydim...kimler vardı çevremde...
Ben neydim, kimdim, neydi beni böyle
dünyadan koparıp götüren boşluklar mahşerine...
Hiç bir anlam oluşmuyordu beynimde.
Bir hayal meyal
güzellik görüntüsü vardı yalnızca gözlerimde...
Gülen dudakları ve gölgelenmiş gözleriyle...

Belki intikam duygularıyla
seyrettiriyordu bana gülüşlerini..
Belki de, “bakma sen gözlerimin gülmesine,
ağlamak geliyor içimden” der gibiydi...

Sabaha evrilmişti gece.
Kuşlar yavaş yavaş doğacak güneşe
şarkılı ayin törenine hazırlanıyorlardı.
Direne direne ayağa kalkıp, çıktım sokağa.
Sokaklar ölü gezegenler gibi ıssız...
Yürüdüm parka doğru,
bir tur attım etrafında gölün.
Kalabalık ve gürültülü
ve barajlı bir caddeden giderek,
bir baraj gölüne çıkarıyordu yol beni.

Yol boylarında
yüksek binalar dizilmişti selvi kavaklar gibi
bir güzel yürüyordu bana doğru kaldırım boyunca,
sol yüzü gölgelenmiş,
kızıl bir gül kurusu yanaklarında...

Nasıl olduysa anımsamıyorum şimdi
aniden çocuk parkındaki salıncağa tosladım.
Diz kapağım çok fena acıdı, çöktüm yere
ve oturup kaldım orada
belki bir saat kadar, daha fazla belki de
hiç derman kalmamıştı bacaklarımda...

Şafak attı.
Tan yeri ağardı.
Güneş kızararak yükselmeye başladı
Güney Pasifik okyanusunun üzerinden,
eve doğru yöneldim ayaklarımı sürüye sürüye...

Patron beni gördü.
Akşam o yatağa giderken
beni nerde görmüşse aynı yerdeydim yine.
Aniden irkildi kadın,
söylendi iki kez üstüste “ne oldu sana ”
Ben duymazlığa verdim onun söylediklerini,
duymuştum oysa,
yanıtlamak da istemiştim ama;
“ne oldu sana ” ne demekti?

anlamlandıramıyordum kafamda...
Patron çocuğu giydirip kuşandırdı
çantasını hazırlayıp gitti
ve dönmedi geriye bir daha...

Gün kuşluğu geçti,
çay yaptım içemedim,
ağzım zehir gibi acıydı,
bal ve ağız dürümü masada kaldı.
Göğsüm sürekli batıyor,
kalbim sancıyor ve beynim boşluk içinde,
yalnızca belleğimde kalan
iki medetsiz söz yineleniyor durmadan
“kendine iyi bak” ve “beni unut..”diye...

Çıktım evden,
her yer hapishane kapısı olup
üzerime kilitleniyordu habire...
Yürüyordum yine tıpkı geceki gibi
sürüyerek ayaklarımı parka doğru,
bir melankoli atmosferinde...
Park ıssız ve sakindir o saatlerde,
ancak akşamları kalabalıklaşır yaz günlerinde.
Bir turu bitirdim gölün etrafında,
adayı süzdüm dört yönden
dalgın dalgın düşünerek...

Etrafta çığlık çığlığa
gri, boz ve gövel ördek sürüleri,
kazlar tıslıyorlar durmadan,
yaklaşınca yanlarına
eski Adana kabadayıları gibi
başlarını kaldırıp dikleşerek...
Pelikanları aradı gözlerim..
Yoktular..
Gitmişlerdi aylar önce ve dönmemişlerdi geri...
Belki de
bu kurak göle
bir daha hiç dönmeyeceklerdi...

Gölün suları iyice çekilmişti içe doğru.
Damla yaş düşmüyordu aylardır toprağa,
tüm otlar kurumuş,
bomboz bir çöl görünümü almıştı doğa.

Oturdum sarsıla sarsıla,
o ışık sızdırmayan altına,
sık ağaçların arasındaki sıraların birine....
Önümde baraja giden bir yol,
suları çekilmiş bir göl,
gidip de geri dönmeyen pelikanlar,
ve ayrılıklar
ömür boyu yürekte çıban gibi kanayan...
“Bir ayrılık geldi de coştum ağladım”
gölekler gözüme umman görünür...

Bir bahar günü geliyor gözlerimin önüne
dumanlı bir dağın eteğindeki şirin bucakta,
bütün görünümler sis altındadır
bütün anılar yarım...
Yağmur altındaydı toprak,
yağmur altındaydı sokaklar..
Sokaklarda
yorgun ayaklarını sürükleyen
yoksul insanlar dolaşırdı,
Sırılsıklamdı elim, yüzüm, dudaklarım...
.....................................................
...................................................................
Rüya gibi bir ortamdayım,
pelteleşmiş beynim
ya uyuyordur karanlık bir iklimde
ya da uyuşmuştur iyice bedenim...
Yalnızca bileğimde
yalın ve yumuşacık sıcaklığı var bir elin...
Genzimde dezenfekte ve ilaç kokuları
Zorlaya zorlaya aralıyorum kirpiklerimi,
karşımda beyaz önlüklü ve beyaz tenli
olgun bir bayan,
Ellerim avuçlarının içinde,
Ve soruyor “ne oldu sana” diye.
Patron geliyor aklıma her nedense!
Ama o daha yaşlı, sıcak ve candan...
Gözlerim geri kapanıyor ağır ağır,
O farkında bile değil bendeki depremin
Yalnızca soruyor bana durmadan...

27/2/2014


AKLIN PUSUYA YATARDI
BEN KARŞINA ÇIKANDA

Aklın pusuya yatardı hep
karşıma çıktığın zaman,
Oysa çırılçıplak bir yürekti
her zaman seni ayakta karşılayan,
Ben hep çıplak ve ak
bir aşkla sevmiştim seni,
Yüreğim çırpınırdı bakarken
ummanlar kadar derin
ve yıldızlarca uzak gözlerine,
Yüreğim yanardağlar
kadar sıcaktı
meltemli sular gibi serin,
Ne zaman aklıma düşse adın,
ne zaman gözlerime otursa hayalin...

Aklım
alır başını giderdi
bilinmedik yerlere,
Acılar, ayrılıklar ve cefalar
sürüklenirlerdi sevgi selinde
ve ötelenirlerdi önünde
yüreğime sınırsız bir gülistan gibi
serilen gözlerinin...
Zaman dururdu
uzayıp giderdi yaşam
Her şey yeniden doğarcasına
gençleşip donanırdı yeniden dünyam
filizlenişiyle gönlümde rengarenk güllerin...

Yüreğimin sesiyle eğilirdim önünde,
Yüreğimde kanat çırpardı kuşlar
ufkun enginliklerine,
Sevdalar büyürdü yüreğimde derin
ve kaplardı yedi iklim dört bucağı
gönül güzelliklerin...
Çırpınırdım eteğinde
kırılıp dökülen dalgalar gibi
kızgın fırtınasında aşkın deryasının,
Gökleri güzellikler bürürdü
yağardı gecelerime yıldızlar,
Gönlüm evrene sığmaz,
Gözlerim senden ötesini görmez,
Kulaklarım sesinden başkasını duymaz
ve asla yaşanmaz sanırdım kucağında
sensiz güzellikler dünyasının...

Oysa sen
hep aklın pusuda
yüreğin kuşkuda
saklanarak duldasına
kara yüzlü bir korkuluğun
üzüm yeme amacıyla değil
bağcı döğme
planıyla gelirdin yanıma...
Ve hiç umulmadık yerde
volkan patlar,
savaş çıkar,
kıyamet kopardı...
Yer sarsılır, yıkılırdı bütün yapılar...

Bir türlü anlayamazdım bu durumu,
Suçlu bulunurdum her defasında
ve aşkımın gereği olarak
kabul ederdim suçumu...

Oysa neydi
ve nedendi bu olup bitenler
anlamam olanaklı değildi.
Yirmibeş gün küslükle
beş gün sevecenlikle geçerdi,
Hislerin yasa sayılırdı
ve sivri sinek en etkili sazdı,
Karşındakinin yazılı belgeleri
hiç bir halta yaramazdı...

Kanalboyu caddesinde yürürken
hicranlı mutluluklar yaşadığımız
haftanın bitiminde
hani yalvarmıştım da sana
“ne olur ceylanım beni gönderme
bir daha geri kangurular yurduna”
ve sen benim hiç akıl işi saymadığım
ve asla inanmadığım bir yanıtla
savmaya çalışmıştın beni başından...
“ Sen bana katlanamazsın...
ben çılgın biriyim..
hiç umulmadık bir anda hırçınlaşır,
kırar, döker, yakar, yıkarım ortalığı..
sen beni tanımıyorsun...” diyerek!

Bu söylediğin kaldı aklımda
senin ardında durduğun gerçek
ve tabi ki, bir de karakterin gereği
beni yalvar yakar
uzaklaştırdıktan sonra
o ‘bereketli topraklar’dan
“beni terkedip kaçtın” diye
savaş açman sevdalına karşı...

Ama şimdi inanıyorum sana,
Gerisi hep fasarya..
Aşkın –meşkin, sevincin -hüznün...
Tüm bunlar bir anlık ve ömrü
mevsimlik bile olamayan
bitkisel yaşamlara benziyordu...
Üç günlük çiçek ömrüydüler belki
belki de
istasyonlarda yemek molasıydı
zahmet yüklü yaşam treninin...
Dizginsiz ve çılgın bir sevda dalgası
yaşanırken esrik düşler dünyasında
bu dalgaya düşmüş küçücük bir
denizanası parçacığı
her şeyi altüst ediyor,
tüm sular denizanasıyla kaplanıyor
sevda son buluyordu gözlerinde senin...
Aşk hançerleniyor,
yürek kanıyor
ve kıvranıyordu yaşam
kaprisli kuşku mengenesinde beyninin...

Şok altındaydım
aramızdaki serüvende ilk defa
ve belki de ilk defa
omuzlarım arasında
taşımamaktayım yeşil bir lahana!
Düşünebiliyorum artık az da olsa,
kesik kopuk da olsa beynim.
Bu kez altımda buzağı olduğunu iddia ettin
oysa sen de bilirsin ki ben inek değildim...
Bu son bomba, kinli ve kara bir kuşku gibi değil,
apaçık bir hakaret gibi vurdu kalbimi..
Ama ben eminim ki
sen bilerek ve isteyerek
yapmış olamazsın bunu..
Şoktayım!
ve sen ayan beyan
ruhsal bir sıkıntı altında kıvranmaktasın...
Her durumda sanki bir doğal afet gibi
patlattığın taşkınlık seni otomatiğe bağlanmış
bir kurgu gibi harekete geçiren
bünyeni, ruhunu ve beynini
tamamen işgal edip yerleşen,
kuşkulu, kaprisli, egoist yapındandı...
ve ben son defa yaptığın garip suçlaman gibi,
tüm bunlara rağmen ne küçümsedim,
ne suçladım ve ne de acıdım sana...
Bu “acıma” suçlaması zaten
bir ruhsal rahatsızlığın söylettiği
söz olagelmiştir her zaman...

Fakat her şeye karşın
benim yüreğim hüzünle dolu şimdi
Kırk yıldır kalbimde
galaksiler dolusu
yıldızlar kadar büyüttüğüm,
peri kızlarına benzetip
tılsımlı efsanelere garkettiğim
ve tanrıçam diye önünde eğildiğim
bir kişinin bu denli sıradan
bir suçlamaya imza atmasını
gönlüm olmayıp kaldırmıyor...
Acıyor ve ağlıyorum kendi halime!

26/9/2014

KIŞ BİTTİ GELDİ BAHAR
HEP SENİ DÜŞÜNDÜM
GECE SABAHA KADAR...

Kış bitti takvim yapraklarında
bahardır artık mevsim.
Bahar geldimi yaşam nümayişe kalkar.
Bitkilerin gövdesine su yürür,
insanın yüreğini sevda bürür...
Bahar aşktır, sarar doğayı
sarar insanları...
Elbet yürek diye bir uzuvları varsa
ve duyguları ayaklanabiliyorlarsa...
Kuşların en içli şarkıları seslendirmesidir
gecenin bitip de atma noktasında şafağın...
Çiçeklerin yerde
sümbül sümbül gerinmesidir
çiğli gülümseyişlerle
ve ağaçların dallarında
gelin gibi döllenmesidir yemiş yüklü günlere...

Kış bitti geldi bahar...
Oysa biz ne baharı yaşadık el ele
ne yazı gördük meyve yüklü bahçelerde
güze vurdu günlerimiz farkına varmadan...
Yüreklerimizde açan güz çiçekleridir,
ne uzundur ömürleri yaz bahçeleri gibi
ne de ballı meyveler sunarlar dallarından...

Şu an doğa bahar açıyor burada,
yaprak dökse de öte yanda dallar
hazan savruluşlarıyla.
Hüzün ve sevda iç içe geçiyor aramızda
ve gözlerimizde sevdaya ve yaşama
doymamışlığın kahreden sıkıntısı,
Ellerimizde kavruluşu
geç kalınmış sabahlara özlemin,
Bir yanımız üşüyor şimdi
güz esintili yalnızlık akşamlarında
bir yanımız yüzüyor dansında çiçeklerin...

Kış bitti geldi bahar
ben seni düşündün yine
bütün gece
son iki yıldır tatlı bir kabus gibi
alışkanlık olduğu üzere.
Bir yanım buz tutmuştu
geçmiş günlerin kırıntı kuşkularıyla
oluşan üzüntü ve ayrılıkları yüzünden,
Bir yanımda bahar gibi yeşerişi
sevgi bahçemizin yeniden...

Ama her zaman var oldu içimde
onulmaz bir sancısı ince mi ince
sararma ihtimaline karşı sevgimizin,
Ya bir deli poyraz çıkar
ya da eserse bir kara yel
ve kurursa diye suyu çiçeklerimizin...

Ölümüm başlar o zaman
kanaya kanaya gider yaşamdan pılım pırtım
adım, sanım, anılarım
karışıp kaybolur bir kara dumana,
bir avuç dertli kül kalır
ateş tuğlasının bağrında..!

Yüreğimde ince bir keder
senden gelir sana gider şarkısınca
acıta acıta saplıyor hançerini
başlıyor kabuk bağlamaya
yüz tutmuş yaralarımız
yeniden ve sızım sızım kanamaya.

Ve yüreğin diyorki yüreğime
hakkın yok senin bu gece
annesinin göğsünde
masum bebekler gibi uyumaya...
Gönlümde bir eski yaranın sızlayışları
aymazlıklar, bilmezlikler, görmezlikler ürünü
dönüp duruyor bedenim gecenin içinde,
Gözlerimde ışığını tüketmiş
yıldızların hüzünlü görüntüleri,
Duygularımda
hazan yapraklarınca savruluşlar
ve bir göçmen kuş sızlanışı
dönüşsüz gidişlerin göklerinde...

İçimdeki boşluk kahrediyor yüreğimi
hep sen geliyorsun gözlerimin önüne
gözlerim yanımda değiller oysa,
Yıldızlar karardılar bir bir
kopkoyu karanlıklara gömüldü dünya...

Gözlerimde sen varsın
kıvılcımlanıyor gözlerimde anıların
genç kız görkemliliğindeki
bahar sabahları gibi
atıyor tan.
Sonsuz bir yol gibi uzuyor zaman
ve ben dönüp durmaktayım daha
gecenin mahşeri burgacında
çatlayacakmışım gibi huzursuzluktan...

Kış bitti, geldi bahar...
Yaşam ayağa kalkıyor tümden
ayağa kalkıyor dağlar ovalar
ve senin aşkınla ben
bahar gibi yeniden doğuyorum...
Canım sevgilim
yüreğimin başeğmez yabanıl eşi
sevdamın efsanevi perisi
güzelliklerin simgesi
bahar kuşlarının sesi
altın kalpli amazonum.....
Erisin dağlarda kar
kalksın üstümüzden kara bulutlar
yok olup gitsin izleri kuşkunun, kederin...
Günlerimiz çiçekli dallar gibi yüklensin aşkı
sevdalı gönüllerce yağsın gökyüzü
sarsın sevda kat be kat yüreklerimizi
hiç sökülmeyecek tarzda içli, derin...

4/10/2014
Melbourne


KANLI GİYOTİN ALTINDA
DÜŞÜNÜYORUM KELLEMİ

Şoktayım
Gözlerimde kanlı bir duman
çok eski zamanlardan
hani tektanrılı despotizmin
yeryüzündeki pratisyeni olmakla gururlanan
ve korkaklıklarından dağbaşı kalelerine sığınan tüm zamanların
en karanlık günlerinin
temsilcilerinden günümüze ulaşan
bir hortlak giyotin altında sınıyorum kellemi…
Sesim çıkmıyor
gereğide yok aslında sağa sola
umarsızca haykırışların hiç bir zaman
işkence altında anlamlı susuşlar gibi
susturmaktayım ölesiye kendimi…

Şoktayım
Kanlı şövalye kırbacı gibi
şaklıyor sevgilimin ruh hali
alnımın tam orta yerine,
Ne söylesem suç içeriyor sözcüklerim
yüreğine sızmış düşman ajanı gibiyim
mars olmam gerekiyor tüm zamanlar
ve bütün zarlarım gele…

Şoktatım
Doğal felaketler uyarınca
amansız ve apansız kıstırılıyorum kapana,
Oysa ne denli acı bir manzaradır
yangın düşmesi ortasına başak yüklü tarlaların,
bağların kesilmesi haydut baltalarıyla
ve kuruyup kalması yaşamın
sevgisizliklerin çöl yazısında…

Aklın işlevsizliğiyle kıvranıyor gövdem
aklın işlevsizlğiyle ayaklarım, ellerim
aklın işlevsizliğiyle dilim lal, kan çanağı gözlerim…
O kendini kaymakam beni köylü sanıyor
bakmadan ellerimin boya izlerine,
Onun beyni işliyor yalnızca
kurgulanmış bir bilgisayar gibi
sevdasıyla kanıyor benim yüreğim…

Şoktan çıkıyorum…
Büyük bir denizde
azgın dalgalarla boğuşa boğuşa
batan bir gemiden bir kırık saldalla
ıssız bir adaya çıkan bir gemici gibi...
Ama çıkılan adada
ne sevda sıcaklığında saran bir hava,
ne yeşilin fütursuzca tırmanışı göklere
ne tropical meyve yüklü ağaçlar
ve ne de şakıyan kuşlar var...

Açlık ateşiyle kavrulan
afrikalı çocuklar manzarasında
kupruru
perişan ve çorak
çöle rahmet okutan cinsinden
bir kara parçası çıktğım yer.
Kim bilir,
ömür yeter,
olanaklar elverir mi
bu adayı yeşertmeye..?
Gönül yeşerir mi
od düşüp yanmış yüreğin susuzluğunda
ve yaz yağmurlarınca
can katarmı sevdaya umut..?
Gün buluta girmiş
ay dolanıp geçip gitmiş
bütün bekleyişlerini düşlerimizin,
Gelecek günler güman içinde.!

27/9/2014
Melbourne

TÜM ACILARIN İNLEYEN ÇİLESİ
ALTINDA AYIPSI MUTLULUKLAR

Uyandığın zaman sabahın tazeliğine
tüm zamanların çilesiyle inleyen
sesimin tortuları çarpmış olacak gözlerine...
Kanayarak akıtsa da anılarımızı
bin bir noktasından her zamanki gibi yine
olmayıp gönüllenmezler bir nebze de olsa
senin o yüz kızarmaz mutluluklarına,
Vurmazlar yüzüne ayıpsı fısıltılar...
Sana hasredilmiştir
en içli duygularımın dile getirilişleri,
Senin içindir arzulayıp da bir türlü
yaşayamadıkları güzelliklerin dilekleri,
Senin içindir en güzel günaydınlar...!

Paramparça edilmiştir akı gözlerimin
kararıyor gönlümde yarının sevda ışıltıları
söndürüyor özlemin..!


Şimdi çok ötelerindeyim mutluluğa giden günlerin
esir alınmış düşlerden de beterim,
Ciğerlerimin demir pençeli bir elle
sökülüp alınacağı ve nefesimin gırtlakta boğulacağı
bir duygusuzlukla yoruluyor içim…
Gözlerimin akı bulanıyor yavaş yavaş
dönüşüyor tüm görkemli görünümleri yaşamın
külrengi bir manzaraya,
Cinnet getiriyor yüreğimdeki sesler
beyni boşalmış kuşlar çırpınıyorlar ufkumda…
Nereye uzatsam ellerimi nefessiz bir boşluk,
Ne zaman atsam adımlarımı mülkiyetsiz sevgilere
durmadan dipsiz uçurumlara akıyor duygularım…

Yokluğun yıktı bendini berrak suların
kanayarak akıp gitti yürekte çağlayanlar
süründürüyor özlemin..!

Üzerime matem karanlığınca çökmüş duygular
En küçük esintide kanlı sular basıyor gözlerimi
Tüm bedenim sümer tufan söylencelerinin
bugüne kalmış kutsuz kanlı fosilcikleri…
Terkedilmiş bir meyhanenin
bin yıllar geçse de hiç değişmeyen
yapayalnız müşterisi gibiyim,
Ellerimde esrik bir derviş gibi
sonu gelmez bir serüvende dönüyor kadehim…
Kavgada yere düşmüş
ve bahtsızlığına küsmüş
umut gibi ağlıyor yüreğim…

Kelepçelemiştir aşkın ellerimi arkadan
Ve bağrımda dudak izlerinden bir yafta
öldürüyor özlemin..!

Nebula kütlesi gibiydim aşk galaksisinin…
Sen beni nasıl ettin de döndürdün tümden
çiy düşmüş sabahların mahmur güzelliklerine
içten içe yanıp küllenirken yürekte sevdan
ömrümün yaprak döken günlerinde,
Sen bana ne yaptın da kaldım çar-naçar
kahır yüklü dünyamın uzak köşelerinde…
Tutup da tılsımladın deli-divane
göçmen kuş eyleyip saldın ummana,
Çaldın duygularımı umarsız ayrılıklardan
Süründürdün kimsesiz düşlerimi
süründürdün gece-gündüz ardından
bir kanlı Kesikbaş öyküsünce tozlu yollarda…

kocaman kor ateşsin yüreğimin merkezinde
dokundukça kül olduğum parça parça zerre zerre
göğündürüyor özlemin..!

9/10/2014

YAŞIYORUM
TÜM GÜZELLİKLERİ
SEVGİLİMİN GÜLİSTANINDA

Soydum sevgilimi
üryan macerasında düşlerimin
bıraktım çırılçıplak güneşin altına
kendim gibi.
Tutunduk el ele
yaşamın yörüngesinde
başladı düşlerimiz
renk cümbüşü bir devinimin
sonsuz burgacında dönmeye,
Yürek yüreğe verdik
gerdik kollarımızı
tüm doğa varlıklarıyla kucaklaşmaya,
Sevda ile sarılıp birbirimize
sökülmez bir alaşım gibi kaynaşmaya,
Gün vurdu çıplaklığımıza yandık
Güneş ananın eteğini
ulu dervişler gibi dolandık,
Baktık ki
biz de bir dünyayız
dönüyoruz aşk ile boşlukta
sarıyor sevdamız sonsuzlukları doya doya…
Soydu sevgilim beni serdi sulara
ve başladı yüreğim sevgilimin gövdesinde
maceracı bir seyyah gibi dolaşmaya….

Dilimden destanlar akıyor
sevgilinin gönül bağına....

Sen bana yaşamın sonbaharında
en doyumsuz duyguları taddırdın,
Gülün ne tadlıydı, dilin ne tatlı
anlatımı olanaksızdı o tadın…
Senin dilinden akan balın esrikliği
yaşanmamıştır daha insan neslinde süleymanın çoban kıza aşkından beri,
O balki, emdikçe doyurmayandı
ömür boyu bayıltıp ayıktırmayandı..
Senin nefesin yaşam üfler bedene
ve kanatlandırır yüreği sevgi denizlerinde,
Senin öpüşlerin yener ölümü
baharı geri getirir kış girişinde...

Yüreğinden derin ve içli
fısıltılar geliyor yüreğime...

Canım ya sen
neden
bu denli derin sulara dalarsın,
Neden bir sevdalı kuş gibi çırpınır
mavinin derinliklerinde kanadın
ve garkolup
erotiğin en doyumsuz esrikliğinde
beni benden alıp bana salarsın...

Ve sonra başlıyor muhabbeti
yüreği bıçaklı iki minik kuşun...

Gönlüm kanatlanıverdi işte
ne yapabilirim ki güz çiçeğim
benim bir suçum yok bunda...
Eğer suçlu aranıyor ve varsa
bu duyguları bana ilham edendedir
yani sendedir…
Benim çılgınlaşmanın iksiri
ve sana kanat çırpmamın nedeni
gözlerindedir…

Sanmam diyorsun ama
öyledir canım benim
sen bana yüzünü gösterince
yeni kanatlanan kuşlar gibi
çırpınıyor yaşlı yüreğim.
Şu an tüm varlığımla seninleyim.
Saçlarının kokusu ciğerimde,
Yüreğim çarpıyor heyecandan
sıcaklığını duyuyorum tenimde
ve saplanıp kalmış gözlerim gözlerinde...

ve sevdadır evvel zaman aşklarınca
vurur yüreği ölüm uçurumlarına

Canım…
Ahu bakışlım…
Yavru ceylanım…
Ben gerçekten şu anda
kaybettimşim kendi kendimi
bir sevdalı maralın koynunda.
Aşkın şarabıyla sarhoşum doyasıya
sarıp kollarımı dolayıp uzun uzadıya
sevdalı bir uydu gibi
dönüyorum güneşimin etrafında...

Ellerin ellerimdedir şimdi
çırpınıyor yüreğim yüreğinde
öyle bir kural tanımazlık duygusuyla
değişip dönüşüyorki varlıklarımız
yürek denilen ol yaratıcının fırtınaları
senden bana, benden sana esmektedir,
Sarılsın kollarımız sonsuz sular gibi
kaynaşsın gönülde gözbebeklerimiz,
Girmesin aramıza hava boşlukları
hep esrik bir iklimde tükensin ömür
çürüyene kadar kemiklerimiz...

Aşktır insanı yaratır yeniden
güller açılır buz bahçelerinde

İyi gelir yaralara bu şarkı
bu dokunuşlar çiçeklenir tende
acılar yağmaz üstümüze
sel basmaz barınakları…

Yüreğimsin
yüreğimin esintisisin sen...
Ve ben
hep o esintiden
alıyorum tüm feyzimi...
O esintidir alıp götüren beni
en karanlık gecelerden
apaydınlık günlere…
Gidiyorum sıcak
iklimlere doğru aşk sarhoşluğunda
sallana sallana
Sızım sızım emip teninden
atıyorum dışarıya engerek akıntılarını
- offf ne de sıcaksın-
yediveren iklim bereketinde kucağın…

Biliyorum sen hemen elimin altında gibi,
sen hemen yapıştırmışcasına tenini tenime,
sen hemen ıslanıyorsun
öpücüklerin yağmurundan
sen yanıyorsun ateşinde harlanmış sevdamın!

Boynuna yüzümü sürüyorum
dilimi
dudağımı
ve kalbimi sarıyorum göğsüne
canıma yapışıyor canın…
Bırak kendini boşluğa atarcasına
erisin tenin ateşinde
doyumsuz duyguların…

Her noktasında bedeninin
kalsın ıslak dudak izlerim,
Sıcaklığın, nefesin
ve ellerin sinsin kopmazcasına tenime.
Acıların çekip gitsin
esrik sevdalar dolsun yüreğine.
Başını göğsüme yasla
koklayım baharın çiçeklerini
ve hapsedeyim dudaklarım arasında dilini...

Yeterki ten tene gelsin
haz dolar nar bahçelerine

Canım
ceylanım
göğsünde ölürüm...
Ölsem bile sen benim kalbimden
çıkıp gidemeyeceksin hiç bir yere
ve ben senin yüreğinde mezara gömülürüm…

Gevşedi gövdem iyiden iyiye
seni hissediyorum biteviye bir tanem bedenimin bütün hücrelerinde
seni yükseltiyorum altından abide gibi
duygularımın en yücesiyle…

Şimdi sevda sularında
yol almaktadır ışıklı gemilerim,
Yaşam ve aşk ve sen
olmazsa olmazların en kutsanmışı
yolsuz yolculuklara pusula
susuz çöllere çiseleyen yaşam yağmuru
ve insan olmayı mermer yontuya
emzirip büyütendir sevdan senin...

Açlığıma ekmek olmuştur yarım yüzyıldır
mavi yuvarlağın dört yanında
derdime derman en elverişşsiz anda
ve gözlerimde pasifik sularınca serin
ve sıcak yakamozlu akşamler gibi okşayan
gönül hüzünlenmelerimi demem oki
yalçın dağlarımın koynunda yaşayan
ve vurgun gönülleri ölüme taşıyan
efsaneler maralı
beni dünyanın dört bucağına götürendir
beni yalım yalım yakan
beni süründüre süründüre kanatan
beni bugüne getirendir hasretin...

Ve daha öyle acım ki yar göğsüne baş koyup
esrik bir ezgi mırıldanmaya uzak ve derin
yaşayamadıklarımı bir kerecik olsun
yaşamak, yaprak dökümünde güzelliklerin...

Yaşam bir yolculuktur hep
sevda küskünü bir göçmen kuş için,
Yaşam kırbaçlaya kırbaçlaya geçirir
kanlı kancasını gırtlağına sevda vurgunlarının
ve aheste aheste yokeder yürekte devinimi
bitiverip gidersin birgün kimseden habersiz
unutulmuş bir viranenin köşesinde…
Sıcaktır bütün duygusu yaşam sevincinin
ve sen sıcaksın.

Sevdalı bir derviştir yürek
demir atmaya görsün engin sulara

Gömülmüşüm kuytu kucağına
yağmur ormanlarının.
Ekvator çukuru sanma sakın
şarap doldurup içtiğim yerleri.
Ve alıp başımı gidiyorum aşağılara
bir deli derviş gibi bel kemerinden
bir demlik demir atacak gemim
o sıcak,
o ılıman
al güller vadisinin odağına,
Ve ben özgürlüğümü yitirsem bile
ol limandan hiç ayrılmayacağım bir daha…

Oğlak dönencendeyim tanrıçam benim
gemilerimi salıyorum yavaş yavaş
kaydırarak yağlı kızakta
çatlamış kızıl nar bahçesinin kapısından içeri.
Goncalarla sarmaş dolaş oluyorum aniden
ay vadisinde iki al-pembe zambak
hasret bitimi yar gibi çırpınır iki al dudak
bir doyumsuz gezintide dolaşır yüreğim,
Sonra aşk bahçesinde
başlayıp hiç bitmeyen bir sokak
başlayıp bitmeyen sokakta
başlayıp bitmeyen bir yolculuk
Ölürüm sevgilim, sonbahar çiçeğim…

Gönül gönüle eserdi meltemler
dökülürdü güzellikler eteklerinden

Devam et yolculuğa canım
ben bu heyacanlı serüvene
hiç doyamıyorum diyorsun
ben de sana doymuyorum biliyorsun...
Yaşarıyor
biryerlerin gözleri,
Akıyor birilerinin ağızlarının usareleri,
Dolaşıyorum derin vadideki al gül bahçesini
annemin memesini emer gibi
emmek yaşamı yeniden orada,
İçmek abu hayatı pınarlarından kana kana
ağzımı dayayıp hiç bir zaman doymayarak
ve sıcak tuzlu çay bahçesi
ol gülistanın bin bir yeri
yandı damağım....
Yandı her yanımız
akım kapladı gövdemizi
çırpındık, sarsıldık iki üryan beden olarak
birbirine karıştı nefeslerimiz…
Aşkım, hiç biter mi bu yürek hoplatan öykü
anlatsam ömür boyu yine de zaman yetmez.
Daha yeni başladık biliyorsun
gün biter gece biter o hiç bir vakit bitmez...

Şimdi ben sana şöyle bir kucak açıp
kırk yıllık özlemin vuslatı gibi
yeniden sarılıyorum ve diyorum ki,
Sen benim ezeli ve ebedi yaşam pınarımsın,
Sen benim canıma can katan cananımsın,
Ne dert bulur beni kollarım seni sardıkça
ne yaşam tükenir doyumsuz dünyamda...
Ve sen diyorsun ki bana,
Ben bir irem bağıyım, tüm meyvelerim
yaşam filizleridir hep senin için...
Ben bir firdevs bahçesiyim
topla topla kokla güllerimi...

Ve işte ben şimdi
sabahın seherinde acılmış
gül goncalarını derer gibi deriyorum
sevgilimin çılgınlıktan tüten göğüslerini.
Ve işte ben şimdi
nar bahçesinde çatlamış kızıl nar gibi
emiyorum sevgilimin yanan leblerini...
Tüm çiçeklerin özleri onun dilinden akıyor
emdikçe susamakta yüreğim,
Bütün güzellikler sevgilimin bağrında açıyor okşadıkça yanıyor ellerim…

Canım
sen doyumsuzluklar tanrıçasısın
Ve ben doyamam sana
binlerce yıl yaşasam da
hiç ayrılmasa tenim teninden
ellerinden ellerim
kalsak ömür boyu kucak kucağa…
Ve nefes nefeseyiz işte
can canayız ten tene
yaşam seni sevmekle vardır ancak
seviyorum seni ölesiye…

……………………………………….

Dönüyor dünyamız
milyarlarca yıldır aşk ile,
Ve biz geldik
döndük
ve öldük bir kaç saniyede,
Bir karınca adımı ömrümüz
dünyamızın yörüngesinde…

23/10/2014

KURTULUNMADIKÇA
YARASALARIN KARANLIĞINDAN

Seni her düşünüşümde dalgalar basıyor yüreğimi
Seni her özleyişimde ağlıyor bulutlar göklerimde.
Dağlar devriliyor üzerime durmadan
Depremlerle sarsılıyor
yıldırımlarla vuruluyor
üzerinde yürüdüğüm umutlar,
Kainatın tüm ağırlığı sırtıma yükleniyor
bütün acıları yaşamın dökülüyor üzerime...

Karanlıklar ortasında kanıyorum yapayalnız
Ne bir ışık gökyüzünde
ne bir yol
ne bir iz
alıp götüren insanı güzelliklere,
ve sabaha giden yollarda kara örümcek ağları.
Tek umutla mıhlanıyorum beynimden
tek ışıkla koşuyorum sana yüreğimden
ve kaldırıp başını karanlığın saltanatına
tepeleyip geçiyor karanlığın tuzaklarını
sevgilimin sıkılmış militan yumrukları...

Hiç bir nesne kalmıyor yeryüzünde
Engin ve sonsuz bir dünya
ve bu sonsuzluklar kadar
mutluluklarla bezenmiş sevdalar...

Nereye baksam sen
hayalde sen, düşte sen,
yerde gökte, dağda denizde
ekmekte aşta sen,

Sızlamakta gövdemde
derin belirsizlikler içinde bir yer
acıda, sevinçte sen
Yavaş yavaş açılıyor karanlıklarda yıldız çiçekleri
tomurcukklanan gülde, koklayışta öpüşte sen...

İçimde kabaran sevinç dalgaları
Sırtımda kanayan esaret kılıcının yaraları
Ve gözlerimden çağlayan sevda pınarları
deva bulmazlar asla
Ve benin bu kıskanç yüreğimde
senden başka bir nesneye yer kalmaz sevgilim
devrim tufanlarıyla yıkılıp atılmadan
ve biz bize kavuşup kaynaşmadıkça
yirmi birinci yüzyılda bile kurtuluş yok
ayaklarımıza dolanan yarasaların
illetli kültür ve ahlakından...

İrinli salyalarıyla çürütmüşler sevdayı
İğrenç görünümleriyle bozuyorlar güzellikleri
Karanlıklarıyla boğmaktalar gözlerimizin aydınlığını
Kükreyen kavga sellerinde meşaleşiyor yürek
Çığlıkların ve öfke selindir atılan öne
ardında saf tutuyor oğullar-kızlar...
Dilimdeki seste sen, ciğerindeki nefeste sen
Yarına giden yolda, aydınlığa akan selde
kavgada, döğüşte sen...
....ve gözlerimde aşkınla tutuşup yanıyor yıldızlar!

21/7/2013

SEVDA SALVOLARIYLA
GELMEKTEYİM KAPINA

Uyan da bak
pencerenden dışarı
sana seranaddayım
gece yarısından sabah alacasına...
Şarkılarıma kuşlar devam edecek
sen o tatlı uykularından uyanınca
bense karanlıkta eriyip yiten
bir göktaşı gibi kaybolacağım
gecenin koynunda…

Uyan da bak sokaklara
sabahın tüm kaldırımlarında
ayak izlerimi bulacaksın
ve her beton duvarda
gözlerimin ıslaklığını…
Ben bir sevda apostoluyum
geliyorun kapına her gece
ve el ayak çekilince ortalıktan
ve sen dalanda derin uykulara
kıskançlık taşkınlıklarıyla
yolluyorum sevda salvolarını…

....................................................
..................................................................

Bu düş yarım kaldı
Sabaha ermeden gece
vurup dağıttı bir deli poyraz
sevdalı bulutları üstümüzden.
Aniden bastırdı kış
yağmur yerine tipi yağdı,
Gökte kıyamet tufanları
yerde yılışıklığı dalkavukluğun
utanmazlık saltanatlarına karşı
karardı yıldızların ışıltıları...

Uyandım sarsılarak
Sol göğsümün altı küt küt atarak,
Yollardan çirkef yükseliyordu
Gökte külrengi bulutlar
minarelerde ağulu gürültü anaforları
ve şekilsiz insancıklar
cadde boylarında
minnacık bencillikler uğruna
yamuk yamuk yürüyordu…

Kasım 2014
Melbourne

ÇIKIŞSIZ BULANIKLIK
BÜTÜN UFUKLARIMIZ

Ve kış bastırır yüreğini
yanan yaz ortasında
külrengi bir donukluk çöker gözlerine
sevdalı sular yitirir içinde berraklığını
nehirler buz tutar
kurur otlar, çiçekler
çıkışsız bir bulanıklıktır dört ufkun
beyinde fırtına gibi uğuldar uzak sesler...

İnsanın kendi kendine
zulmü gibi çürütür yaşamı
çözümsüzlük içinde kıvranışlar
Bir dal kalmamıştuır tutunmaya
bir düş bitimi anıdır ve yol ayrımıdır
yaşamsızlık dünyalarının girişinde,
Ne güneş doğar,
ne sabah ağarır
bir zerre iz olarak kalırsın
fosil atıklarından geriye…

Ve belki de
yarin tatlı hayali
geri döndürür seni
süründürmeye sevda çilesiyle
inleyerek bitirmen için günlerini
ölüm yüklü yolların kavşağından,
Yalpıyıp gider gözlerinden sürekli
kelebek dokunuşları
pembe gül kurusu bir dudağın
ve yürekte ipiltisi
kavuşulmuşluk düşlerinin
bitip tükenmeyen özlemlerden
yanında kalan..

HAZANDA AŞKIN UYANIŞI

.... O dedi ki bana
“bak gökte yıldızlar ağlaşıyorlar
yerde otlar, karıncalar
Hiç bir nesne bulunmuyor
senin o tedirgin kollarının arasında.
Yaşamsız yurtlar gibi anlasmsız duruyor
ve bomboş kuruyor benim bedenim
sevda deryamızın ortasında...”

Biliyor musun
kara gecelerimin balkıyan yıldızı
sevda alemindeki sonsuzluğum,
Ben seni düşününce
gövdemi kuş gibi hafif
hava gibi ince
ve delikanlı zamanlarımdakinden
çok daha yıkılmaz ve zinde buluyorum...
Çünkü senin sevdan
yağlı bir urgan değil boynumu sıkan
senin sevdan yüreğimdeki coşkun çağlayan,
Çünkü seni sevmek
bir tanrıçaya ibadet etmekten
daha kutsal bir eylem,
Çünkü seni sevmek,
nefesini ciğerlerimle
sıcaklığını tenimle
ve yüreğini yüreğimle
eşleştirmek
demek
birtanem...

Ne denli anlatsam seni
ne denli güzellesem sevgini
ne denli parça parça parçalayıp
kaynaştırsam uzuvlarını uzuvlarıma
ne denli eritsem ruhunu ruhumda
bir tamam söndüremem yürekte
volkan volkan kaynayan ateşimi...
Birtanem,
anlatmaya bir türlü söz yetiremem
gönlümün otağında fütursuzca
çırılçıplak oturan mutluluğu,
Ne denli çırpınsam da dile getiremem
gülümün güzellikleri
sevda sarayımızda nasıl dokuduğunu...

Sen benim yarım yüzyıl ötesinden
yüreğimde kanayıp kalan
bir deva bulmaz yarasın
ve bana doğa ananın
kutsal emanet gibi sunduğu hatırasın...
Ondandır ki ulvi bir tutkudur
benim sana olan tutkum,
Ondandır ki yürek vuruşumdur
hiç bir kurala gelmeyen
asla değer biçilemeyen
ve beni böyle
dünyanın eteklerinde
divane dervişler gibi süründüren aşkın...

Allı gülüm
sana tüm varlığımla
ve tüm duyarlılığımla
en değerli şeylerim üzerine
yürekten gelen bir yeminle
söz ederim ki
hiç bir dişi varlık geçemez
senin sevgilinin yakın semtinden,
Hiç bir dişi kanatlı uçamaz
senin sevgilinin göklerinden...
Ben senin aşkınla
köle olmuş bir gönüllü dervişim,
Ben sevdalı ve serkeş bir yürekle
seni sevmenin ayrıcalığına ermişim...

Ben senin tek erkeğin tek eşinsem
sen de benim aynen öyle al dudaklım,
Asıl sensin mutluluğun kaynağı
efsanevi aşkımızın efsanevi otağı
yaşam seninle var ancak
ben seninle varım...

Gönülde sevda sevda dalgalanmanın,
yaşamanın, var olmanın
ve ölümden yaşama doğarcasına
yeniden doğmanın asıl kaynağı sensin.
Sen benim huzur bağımın tomurcukları
Sen benim kırlarımın yemyeşil baharı
Sen benim sevdamın renkli çiçeklerisin...

Ahum...
ceylanım...
ve daha sayamayacağım
bin bir türlü güzelliklerin
ve çılgın dişiliklerin
güneşi altında yanan balım...
Bir yavru kelebek çizerim göğün alnına
karlı dağların doruğuna senin adını
tüm renklerini emiştire emiştire doğanın
kelebek gökkuşağına boyar mavilikleri
senin adınla duyulur aşkın iniltileri
bir sonsuz güzellikte
bir bitmeyen serüvende
gürleşip büyür yaprağım dalım...

Mavi atmosferde bir sevda alkımı
senin o tılsımlı gül endamın
bütün renkler senin sembolllerin
ısı ve ışık ve beynin o görkemli işlevi
senin yürek titreşimlerinden erişir bana,
Anamın adı gibi biliyorum ki ela gözlü nergisim
senin renklerin vurulacak gelecek yaşama
senin adın konacak tüm güzel kızlara,
ceren, xazal, ceylan, maral, ahu
hüzünlü bir moğol dervişi gibi
acısız düşecek toprağa
gözlerinde dünyayı dolaşan bugu...

Gözlerim yaşarıyor durmadan
bir ince esrik mutluluktan,
Oysa ben mutluluktan ağladığımı
bir nebze yaslanıp güneşe
bir yudum nefes kadar okşandığımı
hiç ama hiç anımsamıyorum.
Senin hünerin
bütün bu gözyaşlı mutluluklar
Sineme saplı hançerlerin
kışın ayazında nergislenmesi,
Senin eserin
susuz kalan düşlerimin
ak göğsün üstünde yeşermesi...

Benim ilk ve son sevgilim
ve ömrümdeki biricik gerçek eşim,
Öyle bir oluşum ki
senin kalbinin kadın kadın yanışı,
Öyle bir anlatımsız güzellik ki
aşkın hazanda başkaldırıp uyanışı,
Anlatamam tanrıçam
anlatamam birtanem
anlatamam güneşim...

Resmini kalbimin üstünde taşıyorum hep
sana baktıkça gözlerime güzellikler nakşoluyor,
Mutluluk dalgaları vuruyor yüreğime
karanlığıma sıcak ve ak
ışık tomurcuklaları düşüyor
gülistana dönüşüyor yanım yörem
ve kenetleniyor birbirine ellerimiz...
Yollar kaybediyor uzunluğunu
karanlıklar yitiriyor koyuluğunu
bir kızıl gül açımı sevdalı durakta
yapışıyor ten tene,
kaynaşıyor iç içe bedenlerimiz....

Ben bir deli dalgasıyım engin denizlerin
döğünür düşerim ezelden ebede eteklerinde
sevdamın destanını söylerim iniltilerle derin derin
öpüp ayaklarını, kanayıp köpürerek...
Ve ondandır ki
çiçeklenip meyveye durur
gönlümüzdeki güzellikler sevişerek...

Ben dedim ki ona
“sığar mı iki komünistin aşkı deryalara
gök sema bile yetersizdir bize
biliyorsun ki biz
geleceğe giden yolların yolcularını yaratacağız
sözle tarif edilemeyecek olan sevgimizle...”

31/12/2014

BİR YILBAŞI GECESİ

Ben yapayalnızdım kendi duygularımla
O yapayalnızdı kalabalıkların arasında
Yapayalnızdık ikimiz de,
Dışımızda bize yabancı bir dünya vardı
İçimizde bizim olan bir dünya
yetip de artıyorduk kendi kendimize...

Ne de olsa hayalle gerçek
birbiriyle hem sevişerek
hem döğüşerek yürüyorlar günümüzde
“aramızda yüz yıllık yol.....”
Kim bilir bu sözü eden şair
söyler miydi böylesi bir çarnaçar sözü
yaşamış olsaydı böylesi bir günü,
Ama biz çarnaçardık işte
tıpkı şair baba gibi bu gün bile
Bir yanımız belki bin yıllık uzaklıktı
bir yanımız göz göze,
dudak dudağa, dil dile, el ele sanallık,
Biliyoruz çok eski sevdalarda bulunur ancak
günümüz aşıkları için seyran- ı samanlık...

Ben bu geceleri hiç yaşadığımı
anımsamıyorum böyle duygulu
böyle mutlu,
Onun elleri işteydi daha
dem soframızı kurmaya başladığımızda
Onun elleri öpülesi anaların elleri
Onun yüreği bendeydi benimkisi yolda
Yüreklerimiz kamberdi, keremdi, ferhattı
arzuydu, şirindi, aslıydı...
Ve serde sevda serüvenlerimiz
düşer dillere dillere,
Onunla biz bu denli
hiç mutlu olmamıştık belki de
bugüne kadar böyle gecelerde...

Onun bir eli işteydi bir eli bende
Ben tüm iklimlerin
en görkemli çiçeklerini
derleyip serdim onun önüne,
En derin içtenlikler işlendi günün tarihine
en içli duygular yaşandı yürek yüreğe,
Selam bile vermedi bize
diş bileyerek dışımızdaki kurulu dünya
en kutsal etik ve törelerini çiğnedik diye,
Biz ise hiç dönüp bakmadık
asla kulak asmadık
etrafta gırla giden şamata ve gürültüye...

Biz hiç böyle geceler yaşamamıştık
can cana, ten tene uzakları yakın ederek,
Kan damlardı kadehlerden yüreklere
dudaklarımızda öpüşlü sevda ezgileri
içimizde yeniden doğan bir harikalar diyarı
içimizde fırtınalı aşkların
hiç durulmayan çalkantıları...
Biz hiç yaşamamıştık belli ki
gözlerimizi açamadığımız için kendi içimize
bugüne kadar böylesi mutlulukları...

1/1/2015

SERİ SEVDAYA
VERME DUYGUSU

Bekledim
Düş bitti yarılandı gece
Karardı aynada yaşamın
tüm güzelliklerinin sureti,
İçimde kanayan bir yaranın
durmadan deşilişi gibi bir sancı
Ve umut çırpınıyor yerde
kanadından vurulmuş
bir yavru güvercin gibi...

Bekliyorum
Yüreğimi döşemişim
gelip geçeceğin tüm sakaklara
tüm caddelere, tüm alanlara,
Yapılara kahrım ve kanımla
yazıyorum adını
Düşlerimi hoyrat duygulara
gözlerimi yıldızlara bıraktım
bini birden doluyorlar içeri
yırtarak uykunun kara suratını
yıkarak karanlığın saltanatını
yalnızca senin
gül kalbinin penceresinden...

Ben, ben değilim artık
Ümüğüm darda kaldı
Sürünür ayaklarım
yalnızlık kokan kaldırımlarda,
Gözlerimi yıldızlara yolladım
Yüreğimdir hergün senin
ayakların altında çiğnenen...

Bekleyeceğim
Baş konulmuş bir aşkın
sımsıcak sarmalayışı beyinde
jet hızıyla üretiyor kendini
ve şaraptır demlenmekte yürekte
sevdaya adanmışlığın içli duygusu,
Yaratıyor yeniden
yaratıyor beni senden
en karanlık anında bile
en çözümsüz umarsızlıkların
sevdaya adama duygusu serini...

7/1/2015

PENCERE ÖNÜ EZGİLERİ

1

Şafak atıp da
ışıyanda pencerenin ardı
sarıl aydınlığa çırılçıplak
sıyırarak kollarını karanlıklardan,
Benim, ağarıp gelen ufuktan
Benim, kopup dağılan yıldızlardan
Ellerimde yediveren gül esintileri
Buz tutmuş ışınlarla dolacağım
seher mahmurluğundaki gözlerine
Sen soyunurken derin uykulardan...

9/1/2015

2

Pervasızca kaldır
donmuş duygularını ayağa,
Her günün batımında
ve şafağında her sabahın
ben hep soluğunda olacağım,
Üşür sensiz gecelerin ayazında
buğulu bakışlarım,
Tenim hasret çeker
onca uzun zamandır
ürpertili okşanışlara,
Gözlerine sarınıp ısınacağım...

9/1/2015

SEZGİ

Çok zor bir karar verme durağında
kendi yüreğinle savaştasın günlerdir,
İçimin ezilerek kanayışından
ve yüreğimin acıyla sızlayışından
seziyorum ben bunu...
Tüm varlığımın yalnızlaşmasından
anlıyorum, metanet zırhıyla günlerce
koruyarak kendini işkencede
kutsal bir sır saklar gibi susuşunu...

Ondandır
Hayalde ve düşte
böğrüme gelip saplanan kurşun…
Ve ondandır benim
yürek çalkantılarımın
bir türlü durulamayışı...
Hüzün yağmurlarının yağması
tüm zamanlarıma aralıksız
kara bulutların kaplaması gözlerimi
ondandır benim gönül dünyamın
güneşini yitirmiş gibi buzlanşı…

16/01/2015

HIRÇIN DUYGULAR SARIYOR YÜREĞİMİ
VE HÜZNÜM ÖFKEYE VARIYOR HABİRE

Yine bir çalkantılı duygu çöktü üstüme
yine bir garip esinti
sardı sinemi
inceden inceye ve giderek,
keskinlşerek bin yıllık bir dert gibi
delirtti hüzün yüklü yüreğimi....

Acılı anılar sıralandı gözlerimin perdesinde
ayrılıklı günler, haftalar, yıllar sıralandı
kanaya kanaya geçiyordu
dönüşsüz duraklar gibi son sürat
yaşamın konaklama noktaları habire...
En kutsal amaçlar,
en görkemli sevgiler
ve en içli duygular
geçip gitmiş ölü emek didinişleri olarak
ve ağıtlara sarınarak döküldüler önüme...

Güneşin kararması gibi
yavaş yavaş sönmesi gözlerde ışığın
tüm çabaları boşa çıkartarak inadına
ve alıp gitmesi başını güzel duyguların
beyhude geçen günlerden
bilinmeyen bir zaman ayrımına...


Bir öfke tufanıdır basıp yıkıyor bendimi
sele verip gözlerimi, dünyamı harap eyleyip
ve hiç usa gelmedik binlerce engelle
boğa boğa kesiyor nefesimi...
Ve ayaklanıyor
çırılçıplak bir kavga atı gibi öfkem
başlayarak geçmişine geleceğine
ve sıralayarak en tumturaklı küfürleri
kim kayrılmışsa
yüreğimin çırpınışına karşı nankörce
kim saklanıp savunulmuşsa kölece
ve kime bırakılmışsa
yürekte yanan ateşin yalımları
ve kim konmuşsa önüne kanayan ağıtların,
Sahte sevgi masallarıyla kutsanarak
ataerkil köleliğin efendilik saltanatları....

Yüreğim isyan ocağı
yüreğimde dile gelmez ağır acıların
bağış bilmez haykırışları sana
ve layık olmayan yere koyduğun
kör inançlar kıskacındaki iğdiş duygularına...
Acı ve öfke vuruşuyor şimdi
bir ölüm kalım meydanında
acı ve öfke kıyasıya yürek bağımda
kafamda
ruhumda...

Acı ve öfke
sevdanın kutsallığını
yasal köleliğe kurban eden fikre,
Acı ve öfke
gönlün güzelliklerine
burun kıvıran zavallı ve küstah kibre...

Yürekte yaralarım bugüne kadar
hiç bu denli delirmemişti,
Hiç bu denli kudurmamıştı hırçın duygular
bünyemin her hücresinde
yaralı ve kızgın canavarlar gibi.

Sen kötürümleştirilmiş bir yürek taşıyorsun
solmuş zambaklarının altında
ve tecavüze uğramış bir beyin çiziyor rotasını
günlük yaşantılarının...
Ne denli sövsem senin bu kutsallıklarına
ne denli dişlerim arasından kanlı irin gibi
salsam sözcükleri gölgesinde karardığın
senetli tabunun karanlık suratına
olmayıp yeterli gelmez
seni güzelliklere geri döndürmeye..
Olmayıp yeterli gelmez köleliğini öldürmeye
ve benim öfkemi bir anlık dindirmeye...
Bu öfke durağından
tez an içinde gitmezsem eğer
parçalar güzellikleri senin
aydınlık diye ezberlediğin
hortlak ananelerin...
Ve bir daha dönmez gönül meltemli duygulara
nar çiçekleri açımında kızgın güneşin kamçısıyla..
Kurur gözlerde gönül pınarlarımız
kaybolur sevdalı dallarda kuşların şarkıları
yok olur okşanışın esrik tadı boyluboyunca...
Ne olur yüreğim yardım et bana..!

2/2/2015

UYKUSUZ GECENİN SESİ

Yok be gönlümün gülü
dün gece olmayıp bir türlü
uyuyamadım sıkıntıdan,
Sen git dedin ya
ipe gider gibi gittim yatağa
seni kıramadığımdan.
Hiç ayrılasım yoktu aslında
kalbinin kapısında
kanlı zincire vurulduğum
güzeller güzelinin karşısından.

Uzandım sırt üstü karanlığa
dikip gözlerimi evin damından
olmayıp göremediğim yapayalnız yıldızlara
kendi yalnızlığımı düşündüm uzun uzadıya...
Yıldızlar gibi kimsiz kimsesiz
duyumsadım yüreğimi
kulak verdim karanlığın dipsizliğine
in cin top oynuyordu dışarıda,
Pencere perdesinin yarığında
sokak lambalarının ölgün ışıltıları
ve kafamda
ve kalbimde
ve gözlerimin önünde
bomboş bir dünya...

Tıpkı ömrüm gibi düzensiz çalkantılı
ömrüm gibi taşkın ve nahoş,
Tıpkı duygularım gibi içli ve acı
tıpkı düşlerim kadar kırık dökük
tıpkı umutlarımca umutsuz ve boş...

Kayboldu tavanda gözlerim
Düşlerim yitidi tılsımını
bilinmezlikler karmaşasında
toslaya toslaya tutuculuklara...
Uzak ve ulaşılmaz bir sevda tınısı gibi
çınladı yüreğim dipten gelen bir acıyla kanayarak,
Düşlerimde ne varsa
doyum ve doyumsuzluklardan yana
yüreğinden toplayıp biriktirdiğim bugüne kadar
süpürüp götürdü gözlerimin pınarları çağlayarak...

Seni düşündüm
Eteklerinde
bahar kelebeklerince
çırpınan sevdalı duygularımı
ölüm döşeğinde can çekişen umutlarımı
ve şu doyumsuz dünyaya doymadan
geldiğim gibi gitmenin acılarını,
Bizi düşündüm
kızgınlıkları
kırgınlıkları
hastalıklı kuşkuları
hiç bir anlamı olmayan tutarsızlıkları
hiç bir güzellik içermeyen ve üstümüzde
kara bulutlar gibi dolanan ayrılıkları...

Uyuyamadım gül perim
Gece güne evrildi gün geceye yeniden
ama ben hep o bıraktığın yerdeyim...
Yanıyor gözlerim
alev almış çıra gibi kökünden
yanıyor yüreğim ateş düşmüş
yoksul harmanlarından daha beter,
Yanıyor ayaklarım, yanıyor ellerim...

Kuşlar
sabah şarkılarını unutmuşlar
kırgınlık iklimlerimizde ben yeni anladım
sabahları neden sevdayla doğmadığını güneşin,
Şafağı selamlamıyor artık seher yeli ağustosta
ve gün cehennem gibi biniyor sırtına yeşilin...

Uyuyamadım kırk yıldır yüreğimde
baharı beklercesine açılmadan kalan çiçeğim
Ayaklarım kırk yıllık sızlanışlarını taşımakta
dağ bayır sürünmemin aşkının ardısıra,
Kollarım yorgun balyozcu kollarınca
döküldü aniden iki yanıma,
Beynimde düşüncesizlik düşüncesiyle
çalkanmaktadır bir anarşi dünyası...
Kaç gecedir uyku yok gözlerimde
Ve çıkıp geldi işte yine
çıkıp geldi yavaş yavaş
pasifik okyanusunun üstünden gün ışınları...

13/2/2015

ÇIRPINIR YÜREĞİM YOKLUĞUNDA YERDE

Hazan yapraklarınca savrulurken duygularım
ve yol kenarlarında donup kalırken
eskimiş sular gibi
kavuşulma arsuzuyla sevgiliye
ömür boyu çekilmiş özlem acılarıyla,
Kırdığında bir acı esinti yüreğimin yaşlı dallarını
kesilip de nefesim
sudan çıkmış balıklardan beter
çırpınırken ölüm kalım kavgasında yüreğim
bitiversen yanıbaşımda gözlerinde ateş çıngıları
müzmin yalnızlığıma inat bir dişi aslan gibi
ve ben seve seve gönüllü derviş yiğitliğince
paramparça olup yitsem kucağında...

Ben sana bir şey deyim de düşün azıcık.
Genelde insanlar, özellikle de erkekler
birleşemedikleri sevgilinin
yani sahip olamadıkları servetin
adını asla iyilikle anmazlar,
kara çalmak, olumsuzlamak
ve hatta içlerinden nefret kusarlar...

Oysa sen benim yüreğimde
bir ömrün dörtte üçünde
bir tomurcuk gül olarak var oldun hep...
Bir düşün kızgın mayıs peteğim
Gözünü yeşil dağlara, gönlünü maviliklere çevir,
Şimdi ben seninle birlikte
düldülün eteğindeki altlık denilen yerde,
bahar çiçekleri arasından
yeniden sevdaya doğuş şarkıları gibi
kar sularının şırıltılı akışını izleseydim,
Tepemizdeki dağ kadar yücelirdi sevda serde
yücelirdi gülüşlerin, yücelirdi düşlerim...

Aşkımın cevheri canımın yongası
Ben seni hiç kimsenin düşünemeyeceği kadar çok
hiç bir yüreğin götüremeyeceği kadar yoğun
hiç bir gözün göremeyeceğince derin
ve hiç bir ufkun
sınırlayamayacağı kadar sınırsız seviyorum...
ve korkunç bir şekilde özlüyorum....
Şu an çukuovanın bahar güneşinin altında
portakal çiçeklerinin arasında seninle olmak
salarak doğanın bağrına çırılçıplak ruhumu,
Ve dolanmak
sevdalı yılanlar gibi boyun boyuna
Ah ulan ah
ulaşılamayan bir kayıp cennet özlemi bu...

29/3/2015

DÖN GEL ARTIK

Sen gittin...
Yavaş yavaş süzüldü
gözlerime kurşundan ağırlık
ılık ılık bir uyku sardı gövdemi
düştü başım masaya yumuşacık...

Sen gittin...
Yokluğun bir kara gece içimde
beynim uykulu yüreğim uyanık...

Renkli dallardan oluşan bir ağaç altında
rüyama giriverdin sevgilim
ve sana sarılacakken ben
şanssızlığımın kalleş cilvesinden
uyanıverdim hemen
yüreğim cızzz diye yandı,
dön gel artık...

26/3/2015

MEMELERİN
KOKSUN NEFESİM

Her uyandığımda gece yarısı
zehir gibi acı buluyorum damağımı
ve ağzımın içi ilaç deryası güzelim,
Ne bir başka tad, ne başka koku
ilaç deryasında yüzüyor dilim...
Oysaki ben hep isterdim
her gece senin
memelerin
koksun nefesim...

30/3/2015
Melbourne

GÜNEŞ GÖZLÜ AMANOS CEYLANI
VE KÜL RENGİ UMUTLARA DAİR

Donup kalmıştı beynim heykellere inat
belki saatlerce adının karşısında
Neden sonra ayıktım
bir külrengi boşluktu dünya,
Ve felcolmuş beden gibi hareketsizdi
düşüncelerim kafamda,
Çok uzak bir anı izlenimi veriyordu
belleğime gün ışınları...
Bir güneş gözlü kız vardı bir zamanlar
Amanos ceylanı...

O belki bir romantik serüven anladı
benim böylesi bir ölümcül vedamı
belki bir kaçış ışıktan, sudan
aştan, ekmekten, uykudan
ve yaşamı yaşama benzeten
gizem yüklü yüreksel duygudan.
Sonra gölgeler bastı
beklenilmeyen bir afet gibi
mutluluğun yeşeremediği
kan ve barut
çiçek ve ekmek
sevda ve ağıt tüten toprakları...

Ölüm karanlığı gibi sağına sağına
gelip dikildi önüme yolların sonu,
Ağaçlar, taşlar, hayvanlar, insanlar
ne varsa yani yaşamaya dair
toprak ananın göğüslerinde büyüyen
birer kemik heykel oldular gözlerime,
Külrengi bir boşluktu geride kalan
ve gece zifiri bir cehennem kazanı...
Viraneleri gülistan eden
güneş gözlü bir kız vardı eskiden
Amanos ceylanı...

Çoktan batmış gün
gökte ilk yıldızların ışıltıları
ve sıradağlar gibi dikilişi kara bulutların
Antarktika üstünde ufkun,
Islaklığı ikindi yağmurunun
benim tenimde
ve bir de iliklerimde
kalmış yalnızca,
Bomboş sokaklarda
alaca karanlıkta
esrik ve bitkin
bir derviş gibi sallanıyor gövdem,
Güneyden esiyor yel
ve zehir akıtan bir hançer gibi
delip geçiyor bedenimden,
Hiç aldırış etmiyorum gözlerime

hiç kurumuyorlar zaten onlar
etkilemiyor hiç gözlerimin selini
ne kuraklığı gönül bağının
ne gecelerin buz kesen ayazı
ve ne de Antarktikanın keskin yeli.

Yol boyu meşe ve akasya ağaçları
ve savruluşları sarı sarı yaprakların
yol boylarına acıta acıta yüreğimi
ve bitişi sevdayla direncin günden güne.
Sözün sonuna konmuş bir noktayım ben
savruluyor ömrüm yelin önünde...

Dört yanım fısıltısız boşluk
Gece külrengi ve kuru umutlarımca
Zehir gibi keskin esiyor yel
Yıldızlar beyhude el sallıyorlar sevdiklerine,
Antarktika buzulları içinde kanıyor yüreğim
Bulutlar
yükseliyorlar
sıra dağlar gibi ufkun üstünde,
Bu kara bulutları her gördüğümde
akşam alacasında işten dönerken
ve sabahın köründe giderken işe
hep Toros dağlarına benzetirim
ve gelip dikilir ufkuma Gavur dağları...
O dağların yeşil eteklerinde
güneş gözlü bir kız yaşardı bir zamanlar
Amanos ceylanı...

Tıkanıp kaldı gırtlakta son nefes
Çok eski bir anı gibi gel git içinde
gözde ve gönülde ışıması günün,
Ölüm karanlığınca kapladı atmosferi
verilen sözü yadedemeyişin çaresizliği,
Sel bastı tümden sevdaya yürüyen yolları...
O yolların son durağında
güneş yüzlü bir kadın vardı daha dün
Amanos kartalı...

Asla
elveda
edemeyeceğim sana
yanıp kül olmadan beden
ve tükenmeden yürekte sevda,
Sen benim sinemde
kızıl kanlı bir yara gibi açıp
bir daha kapanmadın,
Sen benim yüreğimde
bir kırmızı karanfil gibi tomurup
hiç açılmadan kaldın,
Eğer yollarımız kavuşmazsa bir daha
hep gül içinde kal güneş gözlü kadın....

21/4/2015

SABAH ESRİKLİĞİNDE
SEVDALI DÜŞ YANILSAMALARI

Bir sabah uyandım
kara kabus gibi kaldığım uykudan,
Yorgun geceler daha gözlerimde
işgal orduları gibi konaklıyor olsalar da
bir ılık meltem iklimindeydi duygularım...

Bir sabah uyandım
Sen henüz yeni dalmış olmalıydın
gül tenini teslim alan asalağın karasına,
Belki ihanetli gölgeler basardı gözlerini
ve belki de kim bilir
düş alemlerinin birinde
yangınlı sulara yol almaktaydın
salarak kavganı aydınlıkla karanlık arasına...

Bir sabah uyandım
Güneş vurmuştu pencereme,
Bahar gelmişti sanki kimseden habersiz
özgürlük muştusu verircesine
ve daha kış saldırmadan çekip kılıcını
çakal gangsterler gibi
ruhumun derinliklerine....

Bir sabah uyandım
Ezik
ve esrik
bir esenlik
sarmıştı tüm bedenimi,
Yumdum gözlerimi geri
yarı uykulu yarı uyanık hülyalara daldım
Bütün duyularımı gül tenin kaplamıştı
görmüyordu yastığı gözlerim
seni kollarımda sandım...

6 MAYIS '15
MELBOURNE

KIYAMADIM UYANDIRMAYA

İnsanlık tarihinin belki
belki de yer kürenin bu güne dek
en kaba tsunamisiydi hissettiklerim,
12 derece duygu depremiyle
sarsıldı her yerim,
Gözlerime doluştu tüm okyanuslar
atmosferi aşan dalgalara garkoldu yüreğim...
Büyük patlama gibi dağıldı feryadım
galaksiler arası karanlık boşluklara,
Kıyamet dalgaları dövdü bağrımı
Açıp telefonu ağlamak istedim karşında
doya doya ve sarsılarak,
Sen uykudaydın
kıyamadım uyandırmaya..!

8/5/2015
Melbourne

GÖNLÜNÜN GÜLZARINA
KURBAN OLDUĞUM

Günaydın karlı dağlarımın ılık baharı
Bitek ovalarımın al dudaklı narı
Yaşamın bengisuyudur seni düşlemek
Günaydın yanan bağrımın serin rüzgarı

Günaydın ateşiyle tutuşup yandığım
aşkının okuyla kana boyandığım
Tek ilaç yüreğindir yürek yarama
Gönlünün gülzarına kurban olduğum

4/2/2014

YAŞAMIN KAPISINDA

.....................
Seher gülleri
ve şakıyışları kuşların,
Yeniden kucaklaşır
yaşamın kapısında umutlar,
Yürekte sızlayan batışlardır
onsekizlik kızlar güzelliğinde
ışıması ortalığın gözlerinde
çekip giderken karanlıklar...

13/5/2015
Melbourne

SAAT GECENİN DÖRDÜ

Hiç anımsamak istemiyorum şimdi seni
doğal ve somut olarak
içinde bulunduğun durumunda,
Çünkü saat sabahın dördü çukurovada!
Yalnızca seni düşlerime yüklemekteyim
ve bir silinmez güzellikte resmetmekteyim
hayal tablolarıma...

Geride kalan bir eylül sıcağında
aniden bastıran ikindi yağmuruyla
şehrin gürültülü sokaklarında ıslanarak,
Ve gelecek eylül gecelerinde belki
yapışık ve tek
ve ateş almış bir yürek olarak...

Uyku bilmez esrik sabahlara erişmek üzere
gidiş gelişler nefes nefese
cennet bahçelerine
daha sökmeden şafak,
ve nar çiçeği mevsiminde
yılanlar gibi sevişmek birbirine sarılarak...

Şimdi benim yüreğim kanıyor
uzak bir köşesinde yorgun dünyanın
yapayalnız ve soğuk boşluklarda...
Hiç anımsamak istemiyorum şimdi seni
doğal ve somut ve çırılçıplak
Çünkü saat gecenin dördü çukurovada!

19/5/2015
Melbourne

GÖK YERE KAPANIR
KANLI BİR AĞIT ÇÖKER YÜREĞE

Bir ayrılık ağıtıydı
sabahımızı karartarak teslim alan,
Gök yere kapanmıştı
çekip gitmişti parlaklığı renklerin
ıslak ve külrengi bir zemindi
geçen gecelerden geriye kalan...

Çıktım çırılçıplak
ani ve acil bir gidiş ortamında
Yanımda gökkuşağı yüzlü bir filiz
gülüşleri yaz bahçeleridir lokman yurdunun
gözleri birer meltemli deniz
ve yollarda otomobil ışıkları
bir garip dünyadan gelip geçercesine
karlı gece yolculuklarında
kürdistan dağlarının,
Kar yağar bardan bardan
Kar yağar tozutarak
kar yağar çam ormanlarına
pamuk helvasınca lapa lapa
ve haber gelmezdi yardan
kapanırdı geçitleri hasret yollarının..

Gök kapanmış yere
Etrafta doğal bir matem havası
Ağlıyor bulutlar bir acı ayrılık gibi
sessiz sedasız toprağın sinesine.
Kocaman bir fanus içinde çarşı pazar.
Kokusuz çiçekler çiçekci dükkanında
bekleşmekte özlemiyle sevgiliye yollanışın,
Aklıma bir sisli bahar günü geliyor
Amsterdam sokaklarında
ve bir florist kirli su kanallarının başında
rengarenk lalelerdir en çok göze çarpan
Yüreğimin bir yanı Amsterdamda kalıyor
göçüyor bir yanı karlı bir kış gecesinde Atinaya
Çok nedenli bir kederle doluyor duygularım
geçiyor gözlerimin önünden anılar birer birer
Antifita denirdi adına rumca,
çiçekler ve yeşillikler..

Ne çok can atardı gönül
alıp götürmeye birilerine bir demet nergis
baharı taşıyarak karlı gecelerin eşiğine,
Ne çok arzulanırdı bir bahar dalı gibi girmek
gecenin ortasında bir sevgilinin yüreğine....

Melbourne'da bir çiçekçi dükkanında gözlerim
biten mutluluklar gibi karanlık hava
ve çiçekler ağlarcasına bakıyorlar bana..
Yüreğimin bir yani amsterdamda kanıyor,
bir yanı atinada
ve tükeniyor gönül maceram
şol kanguru yurdunda
umutsuz bir ayrılığın sabahında...

Ve ondandır ki
bilinemez bir türlü
nereye çıkartacağı serüvenimizi yolların
Ve ne zaman kanaya kanaya
son diyeceğimiz geleceğe...
Tüm ayrılıkların finalidir bu
gönlümüz istese de, istemese de
Gök yere kapanır
Kanlı bir ağıt çöker yüreğe...

13/7/2015
Melbourne

YARIM ASIRDIR KANAR BU YÜREK

Hazirandı...
Gök mavi, dağlar yeşil
ve her taraf rengarenk çiçekti,
Niyetler ak, gönüller sıcak
damarda fokurdayan kandı,
Eserdi yürekte fırtınalar
akardı yürekte bir çağlayan,
ve kanardı yürek kıskacında
ahlaki karanlıkların,
Yürüdüm cehennemi günlere
baş eğik
yürek ezik
hiç ardıma bakmadan...

Çok şey değişti
o günden bu yana
ama daha o günkü gibi her şey
bugün bile
bir türlü bana
geri dönmeyen yüreğimde,
Göz yaşlı
gönül ezik
sinede iniltileri yar hasretinin
ve kahredişi günde yirmidört saat
aşkın ahlaka yenilgisinin,
Oysa zaman
hiç o zaman değil
tam yarım yüzyıl geçmiş aradan...

Şimdi yine haziran
ve her yer
kış, kıyamet
fırtına, kar,
Hasret savurmuştur benim
bu yaslı, yaralı bedenimi
ite kaka uzak diyarlara
ve yürekte saltanat kurmuştur acılar...
Karlı düldülün dorukları
gelip oturur aynıma her zaman,
Dünyanın dibinde çakılıp kalış
ve kanadı kırık bir kuş gibi
çırpınıp, çırpınıp uçamayış,
Kırk yıllık acılarla bakarım durmadan
kanata, kanata yüreğimi
Tasmanya dağlarına
pasifik kıyılarından...

3/8/2015
Melbourne

YALNIZCA SANA

Bunu yalnızca sana yazıyorum...
Bıçak saplanmış gibi sancıyor yüreğim
sensiz zamanlarımın her saniyesinde
ve bütün günlerimin her nefesinde
sen geliyorsun gözlerimin perdesine,
İçli bir duygu yeşeriyor
yüreğimin en ücra köşesinde,
bir keskin dalga vuruyor
yüreğimin en kuytu yerine,
Köpürüp, taşıyor bir kanlı feryat
ağlıyorum.....

Bunu yalnızca sana söylüyorum....
Hep sen esiyorsun yaz akşamlarında
akdeniz üzerinden kurak bağrıma,
Hep sensin
ak köpüklü sıcak suları yaz plajlarının,
Ve kırıp döken
ve yakıp yıkan
hep sensin
deli poyrazı gönül fırtınalarının...

Bunu yalnızca sana açıklıyorum...
Nereye bastı ayağın senin
nelere dokundu ellerin
ve nerelerden aldın yaşamın renklerini?
Oralar takılıyor aklıma hep
Oralarda kalan günlerimin acıları
oralarda yaşanmamış güzelliklerin
yağmalandırılması haydutluklara,
Ve daha
dilin kuruduğu
aklın yorulduğu
sustuğu duyguların
çarpıp çarpıp dağılması düşlerin duvarlara...

Bunu yalnızca sana bildiriyorum...
Koyu bir karanlık çöküyor gözlerime
Acı bir duygu sarıyor içimin sularını,
Ağlıyorum nafile
vurmadan gözyaşlarımı dışarıya,
Toprak el ediyor uzaktan
emiyor külrengi bir boşluk
yüreğimin en içli duygularını...

4 / 8 / 2015
Melbourne

Mehmed Sarı
Kayıt Tarihi : 10.12.2014 02:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmed Sarı