Yanlış Numara
I-Yusuf….
Denize vuran dalgaların sesini bile kimsenin duy(a) madığı Burdur’un şehir merkezinden uzak ve ıssız bir yer… Issız ama etkileyici… Sessiz ama güzel… Kimsenin yaşamadığı ama yaşan(ıl) acak bir yer… Denize yakın ve manzarasının çok hoş olduğu bu yerde neden kimse yaşamıyor diye düşündü… Birkaç dakikalığına geçmişine daldı. Kafasındaki sorulardan ve geçmişini hayal ederek bir şeyler düşündüğü muhakkak. Ve o an kararını verdi burada yaşamaya. Bunun için de yapması gereken şeyler vardı: içinde yaşanacak ahşap bir ev ve bu evde hayatını idame ettirebilmek için gereken diğer şeyler…
Ama bir evde olan birçok şey bu evde olmamalıydı ve olmayacaktı diye düşündü. Televizyon olmamalı…! İnternet olmamalı…! Gazete vb. iletişim araçları olmamalıydı. Bir an fark etti cebindeki telefonu. Bunu da yanında bulundurmamalıydı ama nedensizce bunu yapamadı…Sadece o kalacaktı ama kimseyle görüşmek veya konuşmak için değil…Konuşmak için kullanıldığını bile bile cep telefonunu arayan değil de aranan olmak için bırakmadı belki de…Kimseyle konuşmak istemiyordu ama telefonu bırakmıyordu. Hayatı çelişkilerle geçen birin çelişkisiydi bu durum elbette ……
Ve tabi bu evde bulunmasını istediği, vazgeçemediği elinden bırakmak istemeyeceği eşyaları da olacaktı. Bu kaçış ve uzaklaşma öncesinde yanına aldığı çok sevdiği eşyaları.. Kalemleri, boyaları, paletleri ve şövalesi….
Yusuf idi adı…..
İnsanların bitmek bilmeyen hırslarından mı,anlayışsız olmalarından mı içlerinde bir an bile olmak istememesine ne sebep oldu ki bu uzaklaşmaya….?
Neden uzaklaştı….Ne’den uzaklaştı acaba? Buraya gelmesine sebep ne idi? Her şeyini bırakıp sadece resim yapma gereçlerini alıp bu tenha yerde yaşamak istemesine neden olan olaylar neydi?
Sabahın erken saatlerinde, bu sorularla kafasında boğuştuktan sonra evini yapmak için gerekli olan araç-gereçleri almak üzere şehir merkezine gitti. Birkaç saat sonra bir nakliye aracıyla getirtmişti ev yapımında kullanacağı tüm malzemeleri. Nakliyeciyle araç-gereçleri indirdikten sonra onu da gönderdi. Yardımını beklemeden ve yardım istemeden. Kendi evini kendi yapmak istiyordu çünkü.
Güneş doğmaya yeni başlamıştı evini yapmaya başladığında. Ve akşam karanlığı çökmeden bitirebildi evini. Denize yakın ve tenha bu yerde küçük ama şirin ahşap bir ev yapmıştı. Evin içine koyacak resim gereçlerinden başka bir şey yoktu zaten. Bu yüzden yerleşmede hiç sıkıntı çekmedi. Eşyalarını yerleştirip düşüncelere dalıp sonra uyuyakaldı.
Güneş doğmadan hemen önce uyandı ve resim yapmak için bu güzel manzarayı ve güneşin doğma vaktini resmetmek için dışarıya çıktı. Güneşin ilk ışıklarının denize yansımasıyla oluşan bu eşsiz manzarayı tuvaline yansıttı.
Günlerini böyle güzel anlar yakalayarak ve yakaladığı güzel görüntüleri resmederek geçiriyordu Yusuf. Sürekli tekrar etmesine rağmen bıkmadığı şeydi bu.
Ve böylece aylar geçti….Yalnızlığını, tek kalışını ve tek başına hayatını sürdürmesi gerektiğini düşünerek zaman akıp geçti.
II-Zeynep…
Masa lambasının karşısında sandalyesine oturmuş önündeki kâğıda bir şeyler yazıyordu. Şiir yazıyordu yine….Ama nedense yazdıklarını teker teker buruşturup çöp kovasına atıyordu. Ya yazdıklarını beğenmiyordu ya da …..
Ya da beynini işgal eden düşüncelerin verdiği sıkıntılar sebebiyle yazdığı ne olurda olsun buruşturup çöp kovasına fırlatıyordu.
Zeynep idi ismi…..
İnsanların ve çevresinin samimiyetsizliğinden, kimsenin kendisini dinlemeyişinden olsa gerek bugün şiir yazamıyordu. Ruh halini şiire de yansıttığından beğenemiyordu ortaya çıkan sözcükleri, cümleleri…O daha çok sevgi,aşk,hayatın güzelliği ve yaşama sevincini dile getirirdi şiirlerinde ama bugün yazamıyordu işte…Kimsenin dinlememesi, halini, durumunu sormaması Zeynep’i iyice karamsarlığa ve çaresizliğe itiyordu.
Bu düşüncelerle eli masa üzerinde duran sabit telefona gitti ve rastgele numaraları tuşlayarak telefonu çevirdi. Ve biri çıktı telefona …Hiç tanımadığı biri….
Hiç tanımadığı bu kişiye, kimsesinin kendisini dinlemediğini söyledi ve kendisiyle sohbet edecek, başka birinin kendisini dinlemesini istediğini ağlayarak anlattı.
Yusuf idi konuştuğu kişi…Herkesten kaçıp ıssız ve sessiz yere sığınan Yusuf. Neden telefona cevap verdiğini anlamadan sabır ve anlayışla dinledi Zeynep’i……Yusuf Zeynep’in anlattıklarını saatlerce ve sabırla dinledi. Görüşmenin sonunda, Yusuf’un adını bile bilmeden sesindeki huzur ve samimiyetten dolayı teşekkürlerini ağlayarak ifade edip telefonu kapattı. Çok etkilenmişti karşısındaki kişinin onu sabırla ve anlayışla dinlemesinden Zeynep. Bu görüşmeyi devam ettirmek istiyordu ama ortada çözümlenmesi zor bir şey vardı.
Zeynep, telefon numarasını rastgele çevirmişti ve bu bir daha arayamayacağı anlamına mı geliyordu? Adını bile sormadığı ve bilmediği bu insan ile nasıl iletişime geçebilecekti ki……Kimsenin anlayıp dinlemediği Zeynep’i bir anlayan ve dinleyen vardı ama önemli olan bu “anlayan”ı nasıl bulabileceğiydi.
Artık kafasında cevap arayan bir düşünce bu oldu. Bunun da etkisiyle karamsarlık yerini bunalıma bırakmak üzereydi….Kimse onun için bir şeyler yapmıyordu ve bunu gerçekleştirebilecek olanı bulamıyordu. Âmâ kararını vermişti Zeynep…Kendisini anlayan ve dinleyen bu kişiye ulaşmanın bir yolu olmalıydı ve mutlaka bulmalıydı.
Birkaç gün bu düşüncelerle boğuşurken aklına sabit telefonunun arama kaydı dökümlerini ilgili kurumdan istemek geldi. Ve aylardır gülmeyen bu kızın yüzünde tebessüm gülleri açtı.
Kendisini tanımayan insanı bulup onu tanımak istiyordu artık Zeynep. Görüşme kayıtlarından bulduğu numarayı çevirmek istedi bir an ve sonra sendeleyip düşünmeye başladı.
Neden arayacağım, neden konuşmak ihtiyacı hissediyorum bu kişide? Telefonu açınca ne konuşmalıyım ki? Ya tekrar o da konuşmak istemezse…Ya da. …. Ya da…
Böyle gitgellerden sonra numarayı çevirip karşı tarafın sesini bekledi…Ve Yusuf açtı telefonu…
-Hayırlı günler….Daha önce de sizi aramıştım. Numaraları rastgele çevirerek…
-Evet..Hatırladım. Sesiniz ve ruh haliniz çok kötüydü o zamanlar..
-Aynen öyle…! ! !
-Peki, şimdi nasılsınız?
-Sizinle konuştuktan sonra biraz daha iyi sayılırım…
-Sevindim sizin adınıza.
-Teşekkür ederim. Şey….Sizinle muhabbetimiz oluyor ama adınızı bile bilmiyorum….
-Yusuf…
-Ben de Zeynep…Zindandaki Yusuf mu kuyudaki Yusuf mu?
-Bilemiyorum….Atana veya çekene bağlı…
-Siz hiç kendinizden bahsetmediniz. Sağolun, hep beni dinlediniz.
-Dinlemeyi severim.
-Ben de dinlemeyi severim …
-Beni de çevremdeki insanlar dinlemediği için ve kendimi bir boşlukta hissettiğim için kendi küçük dünyama sığındım..
-Küçük dünyam derken..?
-Salda Gölünün kıyısında sessiz ve ıssız bir yerde hayatımı sürdürüyorum. Benim sıkıntılarım daha çok maneviyatla ilgili…Hayatta yaptığımız birçok şey nedensiz veya amaçsız geliyor bana. Bu dünyaya geliş sebebi burada yaptıklarım olmamalı diye düşündüm hep. Manevi bir arayışa girdim ve kendimi bulmaya, tanımaya başlamıştım maneviyatımı kuvvetlendirecek şeylerle, kitaplarla ve bu yöndeki eserlerle. Âmâ çevremdeki kimse beni anlamadı,eleştirdiler, yadırgadılar ve dışladılar…Bu sebeplerle uzaklaştım herkesten.
-Çok iyi anlıyorum sizi…
-İnsanlardan uzaklaştım kendimi daha iyi tanıyabilmek için ama resimlerimle uğraşmak için çok güzel zamanlarım oldu.
-Ressam mısınız?
-Hayır, öyle kendimce resimler yaparım.
-Ben de şair değilim ama şiir yazmayı severim…
-O da güzel bir sanat.
-Evet…Birçok şey şiirle dile getirilir. Mecnun da aşkını şiir ile diler getirmiş Yunus Emre de ….Hem maddi aşkı yaşamış Mecnun hem manevi aşkı….Leyla’yı arar iken Mevla’ya aşık olma hali….Yunus Emre’nin Sitare’si yani Yıldız’ı Elif’ti…Elif ise “Bir” demekti, bir olan demekti. Elif’ten başkası yok demekti ki,bu “Bir”den başkası yok” anlamına gelirdi.
-Evet, bence de sanat, Necip Fazıl’ın da dediği gibi “Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış..”
-Evet,, haklısınız böyle düşünmenizde, bence de öyle. Belki size çok garip gelecek ama sizinle yüz yüze görüşmek istiyorum.
-………
-Cevap vermediniz?
-………Bilemeyeceğim.
-Hayır demek istiyorsunuz galiba.
-Öyle demiyorum. Bilemiyorum diyorum. Hayır, da diyemiyorum evet de demiyorum.
-Yanlış anlamadınız umarım.
-Buraya kadar olan görüşmemizden yanlış anlaşılacak bir durum olmadı. Görüşmek üzere, dedi Yusuf…
-Peki, dedi Zeynep ve telefonu kapattı.
III-Yusuf ve Zeynep…
“Görüşmek üzere” demişti ya Yusuf….Zeynep’in aklı bu cümleye bir an takıldı. Çünkü görüşmek üzere demek “Gelme! ” demek değildi,aksine “Gel! ” demek olabilirdi de….
Onunla konuşurken yerini de tarif etmiş oluyordu Yusuf…Salda Gölü kıyısı ….Issız ve sessiz….Kararını verdi ve oraya gidecekti. Ve tekrar Yusuf’u aradı:
-Yarın güneşin doğma anında…..Orda olacağım. Sen o anı resmedersin ben şiirle anlatırım. Birbirimizin yaptığı şeyleri yorumlarız.
-Bilemem dedi Yusuf. Âmâ anlamıştı Zeynep “Gelme! demek istemediğini….
Ve güneş doğma anından beş-on dakika önce Yusuf’un bulunduğu yere gelebilmişti Zeynep.
-Hoş geldiniz dedi Yusuf…
-Hoş bulduk dedi Zeynep…
-Güneş doğmak üzere…Ben resim yapmaya başlıyorum dedi ve Yusuf başladı resmine.
-Zeynep de çantasından çıkardığı kâğıda bir şeyler yazıyordu. Biraz zaman geçtikten sonra ikisi de düşündüklerini kâğıtlarına yansıtmıştı ve birbirlerine kâğıtlarını uzattılar.
Zeynep’in uzattığı kâğıtta şöyle yazıyordu:
“Bu anı anlatmak şiir ile değil de seninle bu anı yaşamaktır şiirim…..
Yusuf’un tuvalinde ise kuyuda kendisine sarkıtılan bir ip ve onu kuyudan çıkarmaya çalışan bir kız resmi vardı ve altına şu notu düşmüştü:
“Zindandaki Yusuf mu, kuyudaki Yusuf mu diye sormuştun ya. İp de senin elinde çizdiğim resim de. İster zindana at,istersen kuyudan çıkar beni …..”
Kayıt Tarihi : 27.4.2016 15:43:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İsmail Toptaş](https://www.antoloji.com/i/siir/2016/04/27/yanlis-numara-8.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!