Güneş; çok güzeldi meleklerin arasında. Güzelliğini kaybetmek gibi bir kaygı taşımıyordu. Okşadığında ne kadar da berraklaşıyordu her şey. Anında fark ediliyordu dağların doğru sularda yüzmesi... Kendime geldim, kırmızı fenerlerin buluştuğu noktada. Ormanlar soğuktu, ölülerse unutkan... Yağmurlu içkiler içiliyordu, inanılmaz acıklı kıvrımlarında yaşamın. İlkel deniz üstü silahlar tıkanıyor, düş demetleri uçuşuyordu siyah beyaz kentlerde. Gittikçe daha sık yüz yüze geliyordum akıl dışı yol girintileriyle. Cehennemde ciddi bir toprak çatlamasıydı bu, boş dünyaları eğlenceye çağıran. Bir gün demirli ekmek, bir gün kömürlü ekmek, bir gün kırılmış ekmek... Anlayamıyordum şiddetli çalmayan tehlike çanlarını ve bilinçli toz bulutlarındaki kan izlerini. Büyük ağaçların gölgelerinde sigaralar söndürüp yalnızca gökyüzüne haykırmak, ardından da pencereleri genişletmek yetmiyordu artık, yetmiyordu. Bulup sorgulamak gerekiyordu duvar ustalarını. Nasıl unuturum, yoksul beyaz kelebeklerin çukurlar yumağında süründükleri zamanları? Doyumsuz, vahşi rüzgarlar alçaktan geçerek hızla içimi tutuşturuyorlardı. Gün beklerken, dün çıkıyordu bütün yumurtalardan... Parçalandım, işe yaramadı. Öldüm, işe yaramadı. Yıldızlarım doğdu, kara deliklerden habersiz. İşkencelerde mavi mutluluk bitkileri... Koşarken uçmak, yaşarken sevmek... Loş ışıklarda çocukluğumla kucaklaştım, sabahlar sıkıştırılıp soyulmadan. İzin verdim kaçmasına. Kalın giysi gibi taşıyamazdı kirli havaları. Taşıyamaz, başı dönerdi. Sergi açılışlarında anımsayacaktım saflığını. Tanrı’nın günlüğüne kısa yorumlarımı yazacaktım korku duymadan. Tablolar başıma saplansa da, ağlamayacaktım.
Hüseyin EvcilKayıt Tarihi : 11.2.2006 17:43:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!