YAMALI DÜ(N/Ş) LER PEŞİNDE
Hastane odasında zaman geçmez. Yelkovan ilerlemek için nazlanırken akrep yelkovanı umursamaz. Hareketsiz yatmak zorunda olduğunuz günlerde duvardaki hatta tavandaki çatlakları ezberler, hemşirelerin ayak seslerinden hangisi olduğunu tahmin etme oyunu oynarsınız kendi kendinize ya da sınırlı televizyon kanallarından dön dolaş aynı şarkıyı dinlersiniz. Özel odanın yalnızlığı içerisinde benim en sevdiğim oyun ise yamalı dünler peşinde koşmak oluyordu.
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! ***
Eflatun renkli leylak ağacının salkım söğüt ile karışıp güneşe geçit vermediği gölgelik, yüzme havuzunun hemen yanındaydı. Ne havuz boyunca salınan rengârenk güller ne de çitin kenarında köpük köpük açan ortancalar leylakların baygın kokusunu ve güzelliğini gölgeleyebiliyordu. Kendinden emin bir edayla salkımlarını salıveriyordu bahara.
Çocukluğumun tatil günlerini geçirdiğim köşkün bahçesinde en sevdiğim köşeydi burası. Ankara’nın gri atmosferinde tek renk benim için babaannem ve dedemin yaşadığı bu koca evdi. Pazar günleri tüm akrabaların toplanıp bir araya geldiği, ailenin sadece iki çocuğu olan ben ve Adnan ağabeyimin en güzel anılarımızı topladığımız bu bahçe leylaklı gölgeliği ile kazındı hafızama. Belki siz olsaydınız uçsuz bucaksız papatya bahçesini ya da papatyaların hemen çaprazındaki gelincikleri hatta dallarına çıkıp tıka basa doyduğunuz meyve ağaçlarını saklayabilirdiniz geçmişinizde. Korkarak yaklaştığım kuyu, köpeğimiz miskin Mayk bile olabilirdi. Ama ben leylakları ve salkım söğüdü aldım kendime.
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına! ***
Aklım bana oyun oynuyor, eskilerin kokusunu bile taşırken yakını hatırlatmıyor. Dünlerimi yamaladıkça geçmişim dipdiri karşılıyor beni. Babaannemin tereyağlı gözlemeler ile ikram ettiği kristal şeffaflığındaki patlıcan reçelinin lezzetini dilimde duyarken aylar öncesinde yaşadığım acıyı hatırlayamıyorum. O acının bendeki izlerini taşımama rağmen uğraştıkça acı hepten kayboluyor ve leylaklar sarıyor bedenimi.
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At... ***
Bilir misiniz leylak ağacı güneş istemez, çorak kuru toprağı daha çok sever. Çiçekleri kesildikçe daha çok çiçeklenir inadına. Suyu çok seven salkım söğütle olan birlikteliği birbirlerini tamamlamalarındandır belki de. Topraktaki tüm suyu emen söğüde “seni ilk görüşte aşık oldum” dercesine leylaklanırdı ağacım. Birbirine karışan dallarında sonsuza denk yaşayacaklarına söz verirlerdi. Çocukluğumuzun sığınakları mutlu sonla bittiği için mi masallardı, yoksa bizler mi masal olmak isterdik.
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkım söğütler
sarı saçlarının
üzerine! ***
Karmakarışık karaya dönük akım artık. Tıpkı günahsız ağaçların toprağa olan esaretleri gibi umutsuz ama dirençliyim. Sürekli yazmak, yazmak istiyor yamalı düşler peşinde topallayarak koşmaya çabalıyorum. Her tökezlediğimde tutunduğum minicik elin sıcaklığı ile ısınıp gülümsüyorum hayata. Düşlerimde gördüklerim bile artık şiirler ve nesirler oluyor. Uyanıp yazmadıkça şafağa unutuyorum. Uyutmayın beni diye yalvarıyorum tıpkı anneme bayramlık elbisemi mor dikmesi için yalvardığım gibi. Ama karşılaştığım hep aynı cevaptı “olmaz mor sana yakışmaz”. Şimdi çok yakışıyor değil mi anne?
Elimde olsa leylaklı gölgeliğe gömülmek isterim. Matemi yüklediğimiz salkım söğüdün çiğleriyle uyanmak güne ve yeniden başlamak hayata, yamalı da olsa yarına…
Ağlama salkım söğüt
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama! ***
Kirpiklerimden dökülen sırları göğsümün yakasına takıp, dağlara vuruyorum kırıntılarla sızlayan bedenimi. Sarsıntılı ömrümün tuşlarında hülyalı bir gemi, gözlerimin hücrelerinde alaca/at’lı bir sevdanın son şövalyesi. Suskun yüreğimin sevdalı sağrısından şiirler sağdım yıllarca, geceleri uyudum, gündüzleri ağladım ve menekşeli ruhumla kar sepkenlerine yakalandım. Yaşamın enjeksiyonlu odalarındayım. Şimdi uyuyorum mevsimlerin düşsel kanatları altında. Şiirlerimdeki imzam, ruhumdaki davamdır…
Rengin Alacaatlı
Rengin AlacaatlıKayıt Tarihi : 13.1.2008 16:59:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
*** SALKIM SÖĞÜT Akıyordu su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi kanadından yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı, gidenleri geri çağırmadı, baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına! Ah ne yazık! Ne yazık ki ona dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! Nal sesleri sönüyor perde perde, atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! Atlılar atlılar kızıl atlılar, atları rüzgâr kanatlılar! Atları rüzgâr kanat... Atları rüzgâr... Atları... At... Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat! Akar suyun sesi dindi. Gölgeler gölgelendi renkler silindi. Siyah örtüler indi mavi gözlerine, sarktı salkım söğütler sarı saçlarının üzerine! Ağlama salkım söğüt ağlama, Kara suyun aynasında el bağlama! el bağlama! ağlama! NAZIM HİKMET
![Rengin Alacaatlı](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/01/13/yamali-du-n-s-ler-pesinde.jpg)
dostluga özlem daha cok yansiyor..
tatli bir tebessüm ve bir selam yetecek aslinda özlemleri yikmaya...
GÜZEL TÜMCELERLE, GÜZEL BİR ANLATIMLA ETKİLEYECİ BİR ÇALIŞMA. OKUDUKÇA OKUNAN HER BÖLÜMDE BİRŞEYLER HİSSETTİRİYORSA BU BAŞARIDIR. KUTLARIM.CENGİZ ÇETİK
Muhteşem bir çalışma ve anlatım. Mora çalan düşleriniz hiç bir zaman sarıya dönüşmesin ve hep mor salkımlı söğüt olarak yüreğinizde kalsın.
Kutluyorum kaleminizi ve yüreğinizi. Sevgiler yüreğinize. Tam puanımı bırakırken sayfanıza listeme alıyorum izninizle
TÜM YORUMLAR (40)