Hacı Hafızoğlu'nun hacılıkla-hafızlıkla
filan alakası yoktu
Mesellioğlu'nun bütün meselesi para
sinema, tüpgaz, inşaat, bakkaliye ve beyaz eşya
ne ararsan onda bulunurdu
çatapat, sinek ilacı, gülyağı, kolonya,
gazoz imali Yılmaz Erdoğan'da
ama kendisi de arar bulamazdı istenilen şeyi
sanki herşeyi ondan almak zorunda sanırdı herkesi
kız sesli, iri-yarı ve şişman
“Tatlıcıların Şemşittin'in Lokantası'nda
illa taskebabı yenirdi,
mermer tablalı masalarda
arkasından kaymaklı kadayıf
minicik yayvan tabaklarda
ekmek arası ciğer, köfte, kıyma
hal içinde Vedat Usta ile
Kazım Duran'da
Bakkal Ramazan
'-sana şu olur' diye güya ikram etmekte
malının kalitesini her daim methetmekte
Ali Bakkal arada sıkışıp kalmış
Abdullah Kocabaş köşede ama her şeyden bıkmış
Sadık Başaran tüpçüydü, ne alakası varsa
okul kitapları da satardı
manifaturacılar hafta içinde sinek avlarlardı
ama pazartesi günleri varılmazdı yanlarına
Ekmekçi Muammer'de kuyruklar arttıkça
Gavur Avni'de müşteri olmasa da
Suratsızlardı
“Terzi Doğan” üzerindeki ceketi söküp,
dikerek, terzi olduğunu anlatırdı
Nuhfel’de ondan geri kalmazdı
ama çırakları onlardan
“ilmi-siyaset” almamıştı
yaptığı iş yüze gülmez
yol-yordam, edep erkan bilmez
esnaflık-terzilik etmez
tertip düzen hak getire
“-yandıysa n’olmuş,
nasip meselesi dedi” bir müşterisine
“-biz eyi ütülensin deye …”
sümüğünü çeke çeke
….
“-ged ordan bi metro daa al gel, dikivireyin
zaralı yok dikişi bizden olsun, emme
bayrama etişmez deyvireyin
pravası etişcek bissürü insan var sırada
biz senikini öne aldıydık
insannık olsun deye”
karşı da Hal’in hükümet çıkışında
duvarları; çerçeveletilmiş önceki yılların
duvar takvimleriyle kaplı
berber Kemal Vural sakalı eliyle yoklayıp,
dikine usturayla kazırdı
ayakkabı boyacısı Şavkıa(ğa) yaygaracı
nursuz tipi, cartlak sesiyle
ağam-paşam, şaklabanlıklar çok
yoldan geçenleri çevirir, neşesiyle
boyar, parlatır,
“-parlamazsa para yok”
herkesin halini-hatırını sorardı
müşterisi olsun olmasın beis yok
yanı başındaki Ramazana(ğa)
ona bakınca bâyâ sakin bir adamdı
sinek avlardı
demek ki; marifet yaygarada
Boyacı Süleyman kaç tane kimsesiz çocuk
büyütmüş, okutmuş
ne parası, ne malı, ne mülkü olmuş
biri yan ayaklı şişman,
diğeri yatalak, arabalı müzmin iki dilenci,
biri caminin abdeshane girişini mekan tutmuştu
diğeri kız lisesinin karşısını
onlarla birlikte birileri daha
yollarını buluyordu
‘Deli Yakıp’ avare, ‘Zaza’ camız çobanı
çocuklar peşlerine düşse de
diğerlerinin kimselere zararı olmazdı
kırık-çıkık, yara-bere ne olursa olsun
sarılıp-sarmalanıp
Tokmacıklı Epbeleklerin Fatma’ya yollanılırdı,
çok şükür kapısını çalmadım
çilmiyorum kaç para alırdı
Epbeleklerin evinde kardeş
soyadları farklı
sürüyle çocuk vardı
Epbeleklerin halı atölyesinin üstündeki
meydan çeşmesine bitişik “Ayşe Nine”nin evi
küçük küçük bölünmüş odalarda talebeler kiracı
genelde Manargalı çocuklar,
bir de Gelegermi’li
“çift dikiş Nihat” vardı
birbirine girmiş sokaklardaki
kimi konak, kimi derme-çatma evlerde
yalnız yaşayan mahallenin dul kadınları
“Hu! ” çekerlerdi her perşembe
gitsin çay bardakları, gelsin meyve
kış ortasında yaş üzüm, kavun, muşmula
Allah ne verdiyse
sıradan her hafta birinin evinde toplanırlardı
mis kokulu, doksandokuz devirli
bir tesbih etrafında halka olurlardı
huşu içinde,
coşku içinde
“Allah, Allah, Allah”
“-la ilahe illallah, la ilahe illallah”
herkes sanki kendinden geçerdi
bir müddet sonra atılır giderlerdi
diğerlerinden geri kalmazdı
birileri
Kayıt Tarihi : 11.1.2007 16:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Terzi Doğan Sarıpınar'a sevgiler le
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!