Yalnızlıklar... Bazen “huzurun bulunduğu an” diye bilerek tercih edilen, bazen de istememize karşılık bir zorunluluk olarak karşımıza çıkan ve tasvip etmediğimiz sonuçlarla baş başa kalmamıza neden olan yer, yer yaşamımızda olumsuzluklar yaratan yalnızlıklar.
Düşünmek, sorgulamak isteriz. Sorgulamaya başlarken bir soru sormak gereği duyarız ister istemez. Ancak, bir soru ile sorgulamaya başlamanın olanaksız olduğu hemen daha ilk soruyu bitirmeden karşımıza çıkar ve hemen ardı sıra diğer sorular sıralanmaya başlar;
Acaba şu anda dünyada kaç kişi bulunduğu mekânda tek başına ve bir sevgiyi paylaşmaktan yoksun? Kaç kişi günün başlangıcından beri kafasına takılmış olan düşüncelerini paylaşacak ikinci bir kişiden yoksun, yapa yalnız? Ya da kaç kişi günü istediği şekil yaşamış ve yaşadıklarını bir küçük tebessümle karışık, birkaç sevgi sözcüğü duyarak paylaşmak ve yaşadıklarının tadını çıkarmak için yanında bulunmasını istediği bir ya da bir çok dostun yokluğunu iliklerinde duyuyor?
Soru... Soru... Soru... Yüzlercesini sormak olası...
Her soruya verilecek bir yanıt ise muhakkak vardır. Ancak nasıl bir yanıt? Yanıtları düşündük mü?
Bazı soruları, o anı kurtarmak için kendimizi savunma içgüdüsüyle hareket ederek yanıtlarız.
Kimi zaman soruların yanıtlanması karşımızdakinin içtenliğinden kaygı duyduğumuz için hiç de önemli değildir. İşte öylesine bir yanıt veririz. Aslına bakarsan verdiğimiz yanıtlar kendimizi de tatmin etmez. O an ki şartlar onu gerektirmiştir! diye düşünürüz
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.