Birbirinden uzak ama birlikte bir yaşamın ne denli zor olacağını ilk başlarda belki de hiç düşünmemişti. Aslında zor olan bunu sürdürmek değil buna karşı koyabilmekti. Kadın olmanın, hele de diğer kadın olmanın dayanılmaz başkaldırısı ile güne başlamıştı. Her günkünden farklı bir sabahtı sanki. Yatağında doğrulurken başka bir bedende ruhunu taşıyor gibiydi. Düşünceler net, bakışlar kararlıydı bu bedende. Ruhu karşı koymaya çalıştıkça beden onu susturuyordu. Çevik bir hareketle yataktan kalktı, duşa girdi. Ilık su bedene çarptıkça kurtulacağını, ruhunun dizginleri ele alacağını sanıyordu. Ama giderek keskinleşen düşünceler buna fırsat vermiyordu. Havlusuna uzandı, aynadan kendisiyle göz göze geldi. Beden aynı bedendi, ruhu hala ondaydı. Peki değişen ne diye düşündü bir an. Dalgın dalgın diş fırçasına uzanırken sanki biri “bardakta hala tek bir fırça var” dercesine sırıtıyordu. “İşte yalnızlığın”. Banyoda duran tek bir diş fırçası… Her şeyin ispatı bu tek diş fırçasında saklıydı.
Bir gece öncesinde her zamanki gibi içkisini yudumlayıp senaryo taslağını okurken çalan telefonun sesiyle mutlu bir tebessüm yayılmıştı yüzüne. Arayan “o”ydu. Neşeli bir sesle cevap verirken karşıdaki kısık ses karşısında belki de farkında olmadan tebessümü yüzünde asılı kaldı. Demek ki yine gizlice arıyordu. “Çocuklar, çocuklar daha uyumadı da. Nasılsın bir tanem? Sesini duymak istedim. Onlar yatınca yine ararım seni. Moralin iyi değil mi? Bu hafta gelemiyorum diye bana kızgınlığın geçti mi? Biliyorum güzelim, özlem arttı ama sabret geleceğim………..” Ses bir süre sonra mekanikleşmişti sanki. Artık duymuyordu, kulağında sadece odayı saran müzik vardı. “ Eee neden bir şey söylemiyorsun? “ Birden kendine geldi. “ Keyfim yok biraz “ “ Tamam hala bana kızgınsın, anladım ama biliyorsun işte küçük kızın yılsonu gösterisi varmış bu hafta. Gitmezsem olmaz, lütfen anlayış göster.” “Tabi haklısın, çocuklar önemlidir. Sana kızgın değilim ama seni çok özledim.”
Saçları hala ıslaktı, elinde kahve fincanı ile balkona açılan camın önündeki sallanan koltukta oturmuş ve dün geceki konuşmayı hatırlamıştı. Ellerini saçlarında gezdirdi. Islak saçları ile onu nasıl ürperttiğini hatırladı, muzipçe güldü. Bugün canı çalışmak istemiyordu. Bilgisayarını açmayacak, telefonu kapatacak, çalışma odasına dahi girmeyecekti. Çalan telefonun sesi ile kararını uygulamakta geç kaldığını anladı. O arıyordu. Açmayacağım, beyaz bir yalan uydururum diye düşündü. Uzun uzun çalan telefon elinde hala camın önündeydi. Tam kesildi derken bu kez kapı ısrarlı ısrarlı çalmaya başladı. Bugün kurtuluşum yok anlaşılan diye yüzünü astı. Kapıcı yada münasebetsiz karşı komşudur, giderler şimdi diye düşündü ama kapı ısrarla çalmaya devam ediyordu. Eyvah üstündeki, çıplak vücuduna geçirdiği sabahlık ile kapıyı açamazdı. Kapının gözetleme deliğinden baktı, gördüğüne inanamadı. Gelen “o”ydu. Hemen anahtarları çevirdi, of ne çok kilit vardı, kapı bir türlü açılmıyordu ya da ona öyle geliyordu. Kapıyı heyecanla titreyerek açtı. Birbirlerine büyük bir özlemle sarıldılar. Adam ıslak saçlarını kokluyor, özlemin en güzel anını yaşıyorlardı. “Hafta sonu gelemezdim, biliyorsun ama seninle konuştuktan sonra hafta içi gelmemem için bir sebep olmadığını düşündüm. Ani bir toplantı bahane edip evden ayrıldım. Buradan da ofisi arayıp gelemeyeceğimi söylerim. Bir gün hatta birkaç saat bile olsa seni görmeliydim. Aradaki kilometrelerin önemi yoktu özleminin yanında”.
Özlem, şaşkınlık, heyecan, arzu, aşk, tüm duygular birbirine karışmış, geçen her sayılı dakikanın tadına varmaya çalışıyorlardı. Birbirlerinin bu kadar içindeyken, bu kadar uzak olmaya mecbur olmak; bu kadar severken, bu kadar ayrı olmak; ve bu kadar tek yürek olmuşken, kendi dünyalarında yalnızlığa mecbur olmak çözemedikleri yaşam denklemiydi onlar için. Her ikisi de içsel yalnızlıklarını birbirlerinde yok etseler de, zorunlu ayrılıklarında özlemle çöken yalnız saatleri onları bırakmıyordu. Adam evliydi ve çocukları vardı ve bu yüzden kadın onun yalnız olmadığını, asıl yalnızlığı kendisinin yaşadığını söylerdi. Adam buna karşı çıkar; asıl yalnızlığın kalabalıkta hissedildiğini söylerdi. Anlaşamadıkları tek nokta buydu herhalde. Kadın durumu kabullenmiş, sınırlı zamanlarda da olsa onunla olmanın hazzıyla yaşamayı öğrenmişti. Taa ki bu sabaha kadar. Kendine ne olduğunu anlayamadan uyandığı bu sabaha kadar. Birden yatakta doğruldu, onu seyreden adama dönüp, “gel benimle sana bir şey göstereceğim” dedi.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Şiirden sonra hikaye çalışmasında da iddialı olduğunuzu gösteren bu çalışmanızı kutluyorum.Kazım beyin dediği gibi gerçek hayattta pek çok rastlanılası bir çalışma olmuş.Tebrikler.
Kısa metrajlı bir film izler gibi okudum, akıcı ve merak uyandıran. Gerçek yaşamdan kesitlerle dolu, bir çok insanın başına gelebilecek cinsten. Kutluyorum seni bu güzel denemenden dolayı. Başarılarının devamını dilerim.
Sevgilerimle.
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta