Yalnızlaşıyor/sun/uz
Tüm yorgunluklarımı alıp sırtıma, terk etmek isterdim eskiden, bu şehirlerin hepsini teker teker. “Soluklanmak için, uzakların en sonuna gitmek lazım” derdim. Gidip gitmediğimi hatırlamıyorum ama insan nasıl yalnızlaşıyor onu biliyorum.
Saatlerce sürecek keyifli sohbetler terk ediyor önce insanı. Sonra, sessizliği sevmeye başlıyorsunuz. Kalabalıklardan kaçıyorsunuz. Yürek kapatıyor kapısını, ardından dudaklar kımıldamıyor, ardından kulaklar duymazlıktan geliyor, en sonda da gözler seçmeye başlıyor göreceklerini.
Sonra, hiçbir şeyi özlememeye ve ihtiyaç hissetmemeye başlıyorsunuz.
Yalnızlaşıyor/sun/uz!
Bazı geceler, rüya görüyorsunuz yabancı yüzlere iliştirilmiş sıcak tebessümlerle ısındığınız. Uyandığınız gün ışığı yeniden üşütmeye başlıyor sizi, her sabah. Çünkü git gide daha çok yalnızlaşıyorsunuz!
Yağmurlu bir kış sabahında, pencere kenarında bir yere ilişmiş, kahvenizi yudumlarken, diyorsunuz ki kendinize; “Gitmek gerekmiyormuş meğer! Kimse yok işte…”
Yalnız bırakılmadınız, yalnızlığı siz seçtiniz!
Eskiden kitap okurken, müzik dinlerken, gecenin bir yarısı uykusuzlukla sarmaş dolaş olduğunuzda ve acıyan bir yürek taşıdığınızda yalnız kalırdınız. Çocukken, gözlük taktınız diye arkadaşlarınız size “Dört göz” diye lakap yaktığında yalnız kalırdınız. Ya kaçardınız, ya da kovalanırdınız çünkü!
Büyüdük!
Kimimiz, yüreğini yordu, kararttı içindeki güneşi. Kimimiz, güzelleşti, pırıltılı bir insan haline geldi. Kimimiz, varlıktan ya da kibirden yükseldi, uzaklaştı. Kimimiz düştü ve “Düşenin, dostu olmaz! ” yasasını öğrendi kıvrana kıvrana. Kimimiz de çoğaldı, azaldı, yanlış seçimleri yaptı ve sonunda öldürdü kendini. Kimimiz insanlar yerine, makinaları seçti konuşmak için. Gerçekliğini daraltıp, mekanik ve sanal bir dünyayı tercih etti.
Herkes, hepimiz, hepiniz yalnızlıkla kucaklaştı öyle ya da böyle!
Kaçmaya, kovalamaya gerek yok. Artık kimse kimseye elini uzatmıyor, korkmadan sevmiyor. Gerçekten, duyurmak için konuşmuyor. Görmüyor, sadece bakıyor.
Duvarı süsleyen bir tablo değil insan, dinlerken kendimizden geçtiğimiz bir şarkı da değil. Uyku öncesinde çocuğa anlatılan Pamuk Prenses, Uyuyan Güzel masallarından herhangi biri de değil.
İnsan işte!
Sevmeye, sevilmeye ve anlaşılmaya ihtiyacı olan, düşünebilen canlı. Üreten ve tüketen bir varlık. Giderek daha çok yalnızlıkla bütünleşen ve kimsesizliğe, hiçliğe doğru sürüklenen sosyal canlı, insan.
Kahveyi çok severim. Pek çok yerde, çayın kalabalık, kahvenin de yalnızlık istediğini okuyoruz. Ben, her yerde ve her zaman kahveyi severim. Hele de güzel bir sohbeti de beraberinde yanı başıma getiriyorsa, tadına doyulmaz o vakit!
Şimdi, sizlerden bir şey yapmanızı istiyorum. Gidin alın kahvelerinizi, çünkü benimki yanı başımda.
Yeni bir yıla yaklaştığım şu günlerde, eski yalnızlardan olan ben bile tercihimi değiştirmeye başladım. Çok kalabalığa gerek yok elbette ama sesimi pek çok insana duyurabildiğimi biliyorum.
Sevgili Okur’um,
Yalnızlığını benimle paylaşır mısın?
Kahvenden bir yudum al, günün hangi saatinde olduğun mühim değil. Fincanın üzerinde tüten bir duman olmasa da olur. Gözlerin, satırlarımda gezinirken yalnızlığını fincanın yanına bırak ve dört kişilik bir ekip olduk şimdi.
Tebessümlerimizi bırakıp karşılıklı, kahvelerimizi yudumlarken devam edeceğiz sohbete.
Selam olsun, tüm yalnızlara!
Evet, bekliyorum. Neden susuyorsunuz?
Funda KocaevliKayıt Tarihi : 7.12.2015 20:11:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Edebiyatist Dergisi 2015 Ocak sayısında yayınlandı.

TÜM YORUMLAR (1)