Yalnızların Da Yaşam Hakkı Varmış

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Yalnızların Da Yaşam Hakkı Varmış

Sen beni hiç özlemedin biliyorum hiç ama hiç sanki,ne sesimi, ne nefesimi, ne gülüşümü, ne de sana yazdığım cümlelerle benim sesimi, biliyorum bu yokluk zamanları, sadece geriye dönük özlemle yaşanamaz zamanları, sevginin kutsallığıymış, sevginin duruluğuymuş, sadeliğiymiş
duruşundaki asilliğiymiş, velhasıl sevgide ki yaşamı sollarmış geçmişsin gecenin geçinde, karanlığın koyusunda, ıssızlığında, yalnızlığının çıkardığı topuk seslerinde, el olmuş girmiş uğrunda ölürüm, can feda olmalı bu sevgiye dediğin sevgi talan olmuş gitmiş, kime ne ki?

Sevgideki ahtı vefanın varlığı, sana ne ki böyle bir duruşun ağırlığı, kim demiş ki sevginin yolu uzundur, kim demiş ki sevgi yolunda tabanlar çatlasa da vazgeçilemez bu yolculuktan, kim demiş ki sevginin gözleri, gecenin siyahında ve de zifirinde de gelip oturur insanın kendi gözlerine, hadi geldi diyelim, sana ne ki uzaktan göreceğin göz renginden, sen demiş olsan da “o gözlerde kaybolurum” diye unutmuş olsan ne yazar bu kalem, hayat bu sevdiceğim, bazıları sevda yoluna bir ömrü geçiştirir, kimileri de alır kazmayı küreği basar toprağın bağrına sivri uçları, açar bir kara toprak çukuru, basar geçer sevdayı o çukura, üstüne de sinsi bir gülüş atar ki biz de tanırız o sinsi gülüşleri ki onların sesi hep yankılanır kulak zarlarına doğru…

Hadi boş ver be can huydur bu buradan uçar gider, konar bir yerlerdeki sivri bir kara taşın üstüne, ama yine de sana sevgiler iletiyorum en azından eksiğini tamamlarsın, boşverilmiş sevdalardan uzakta kalarak…

Bu yüzden dedim sana “sen beni hiç özlemedin” diye, oysa sen her saniye “seni hep özlüyorum “ derdin ki ve eklerdin “özledin mi beni, özledin mi hadi söyle özledin mi de bana ki gücüm artsın” derdin…
Hayat bu sevdiceğim, gece karanlık, toz tutmuş merdiven taşları, soğuk bir rüzgar esiyor, kulak uçlarımda kış patlıyor, ellerim ceplerimde donmamak için ama bu gece de benim yalnızlığıma ait işte, ne büyük sevinç bu değil mi, tüm yalnızların arasında bir de ben varım ya gurur duyuyorum sevgimle…

Ama boş ver be canım “sen beni hiç özlemedin ki” demek de cesaret işi…
Susmak, içimdeki tüm haykırışları hapsederek içimde susmak istiyorum, bir zaman kollanması bu ve sen konuşunca ben yine susacağım...

Sen beni hiç özlemedin ki…

Düşüncelerin hüküm sürmesini arttıran bir gecenin içindeydi, yüzünün sağ tarafının, alt dudağının içinin, ufak bir kısmını, dişlerinin arasında sıkıştırarak, dili ile ağız içinde oynuyordu… Geceydi…
Geceye soğuk düşüyordu, soğuk düştükçe gece zorlu yaşama sokuyordu yaşamı…
Düşüncelerinin son kısımları terse dönüp, başı sonu olmayan düşünce istekleri dönüşüm halinde öncelik sırasını değiştiriyordu.
Gece üşüyordu ve üşütüyordu düşünceleri bile…

Camdan uzaklara bakıyordu ve onlarca düşünce, ardı arkasına yer değiştiriyordu. Bir anda kendini sokağa atma fikrine kapıldı ve beşinci adımında kendini sokakta buldu.
“İşte, isteyince sokaktayım, gece bana, ben sokağın soğuk gecesine düşüyorum.” Dedikten sonra, karanlıkların köşe başı aydınlığındaki gölgelere daldı gitti…
“üşüyorum, “ dedi “üşüyorum.” Gecenin ayazı önce kendi içinde, sonra omuzlarında patlıyordu… “Bunlar öksüzlük zamanlarının tekrarı.” Dedi, “bu zamanlarda duygular kendini kasar, ağlamaya zorlar bedeni, tekleşir bedenin ruhu ve beden üşümelerine dönüşür, yalnızım, yalnızlıklarımda sebebim kendim ve bu kendimleşerek küçülmem demekti, aslında ve sen sebep olduğun yaşamımın bu kısımlarını bilmiyorsun, sevgili, sana hala sevgili demek de sadece alışkanlık olsa gerek, sevgili olacak ne kaldı ki yüreğimizin çürümeyen kısmında? ..”

Sokaklar soğuyarak çürümekten kurtuluyordu, “belki de nefes vermelerimle, ağzımdan çıkan buharlaşmış nefesler, sanki adını tekrarlar gibi buharlaşıyordu avuç içlerimde, sensiz geçen kaçıncı kış bu ve kaçıncı yıl sonu eylül sonları aylardan sonuncusu… Aralık…”

“Daha dünlere kadar kapalı kapılar ardında,evimizde sevgi sözcükleri ederken şimdi ayrılık cümlelerini nefeslerim donarak, donuklaşarak, sokaklarda uçuşuyor, seni sevmenin bedeli galiba bu gecede sokaklarda donuk nefeslerle ödeniyor…
Kaç çeşit bedel ödendi, kaç kez ellerimiz titreyerek ağzımızdan donuk nefesler fırlattık?
Gecenin geçi, hayatımın geçi, zamanın geçi, karanlığın geçi de, geçmek üzere, seni yine gecelerin koyusundaki yalnızlığımdan bir yerlere veya birilerine emanetten ziyade bırakıyorum, hoş kal bile diyemeden…

Dünlerden bu günlerden, sonraki yarınlara uzayacak bu merhamet duygularıydı beni
Gecenin soğuğundan yolların soğuklarındaki nefeslerimi donduran merhametlerimdi
Ve bu merhamet duygularımın acıya, yüreğimdeki yanmalara, geçmişten bu günlere gelip yarınlara ulaşacak yorgunlaştıran düşüncelerdi şüphesiz bunlar merhametimin arkasına yapışmış sebeplerdi” dedi kendi kendine ve artık kaderinin getireceği rüzgarlarda da savrulmaya hazırdı sanki…

“İçimde tamlanmamış, tamamlanamayan bir şeyler vardı, gözkapaklarımı kısarak hissetmeye çalıştığım…
Bunlar geçmişten gelen hislerin eksikliği miydi, yoksa geleceğin özlemleri miydi?
Biz yan yana iken, seninle beraberken, belki de hiç hissetmediğim hiç düşünmediğim eksikliğini yüreğime gömmediğim bir düşünce fırtınası bu…
Belki de biz birbirimizin eksik taraflarını tamamladığımız için bu duyguya karşı savunmalıydık…”

Şimdilerde o günlerden yıllar sonra bu tamamlanamayan duygular bu günlere sarkarken, savunma direncimiz eksilmiş, yokluğun süngüleri içimizi yararken geleceğe uzanan tüm hevesler, yaşanamamış duygular olarak çıkıyor şimdi karşıma…

Sönmeyen ateşin közleri gibi gömülüyor içime bu tamamlanamayan duygular…
Asi yüreğimin suskunluğunda, yaşama doğru yürüdükçe, bu kor, bu köz harladı,, dah daha gömüldü iç diplere, ta oralara, ismini gömdüğüm yüreğimin kuytularına doğru gömüldükçe gömüldü…

Ansızın içimden geçen hislerle, gözlerimi kısarak ve sadece göz diplerimdeki yanmalarla daha da fazla sıkarak, gözlerimin içindeki sıkıntı yanmalarıyla gözlerimde yanarak, beni dara düşürerek, patlıyordu…

Kendi kendime düşünürken, toprak kuruyor, toprak kurudukça çatlıyor, yanıyor bitki örtüsü, sonra diplerde, toprağın derinindeki su yanıyor, alev ışığa, kızıla ve mor üstü maviliğe dönüşüyor, düşüncelerim tutuşuyor içimde, yılların ezilmiş düşüncelerim kıvrılıyor, kızışıyor, tutuşuyor, toprağa gömülüyor…

Düşüncelerimin arasında sen görüntüsü alev alıyor, sesin yanışıyor, sesin çıtırdayarak tutuşuyor sevgili, alev oluyorsun, ve alevlere karışıyor saçların, sen yanıyorsun, yıllarım senle yanıyor, hayatımın mutlu zamanları yanıyor, sevgiye dair hangi anı varsa aleve düşüyor, unutulmaz aşk, vazgeçilmez sevgi dediğimiz yanıyor, sen yanıyorsun beni yanıklar kaplıyor.

Hayatımın tüm mutlulukları yanıyor, ziyan oluyor sevdanın tüm geçmiş zamanları, ziyan oluyorsun sen ve ben beyhude zamanlara düşüyoruz, anılar tükeniyor, sen anılarımda tükeniyorsun, gene de yok sayamıyorum seni, heba edemiyorum kendimi, seni yok sayamıyorum, tüketiyorum sana ait her anının içinde kendimi, gelmiş geçmiş
Birliktelik zamanlarını yok saymak, bir yanış, bir tükeniş, bir gömülüş, bir öfke çukuru, sen sevgili, sen, yüreğimin çukuru, gömülüyorum her şeyimle, her anımla, sen varlığının içine, yine de kurtaramıyorum kendimi bu yanıştan…

Hayat buymuş sevgili, her şeyin, her kaybettiğim zamanın tutuşmasını seyretmekmiş, af edilecek, yok sayılacak her şeyin, yanışına, tükenişiyle tutuşmak demekmiş, bilemedim sevgili, bilemedim, seni yok saymayı, bilemedim, senli tutuşmadan kurtulmayı artık çoğul yaşamın zamanlarından vazgeçmek, galiba sevgili, seni yok saymak zamanlarını kabullenme galibe sevgili…
Her şey boşlukta bir boşlukta kaybolmakmış, bilemedim sevgili…

Oysa yaşamdan var olmak vaat edilmişti bize, bir yaşam yaşanacaktı dolu dolu huzurla, eksik kalmış düşünce itirafları vardı, yaşamak güzel derlerdi hep, oysa severek, sevilerek güzelmiş yaşam ki eksik kaldık sevgide, eksiklendik yaşamda…

Neylersin kayıplaşmışız sokaklarda, hayatın perçinleri işlemiş içime,
içimizdeki hüzün elde bir olmuş, neyleyim ki sabahlar geç oluyor…
Asi bir bakışın kurbanı olmuşuz, geçmeyecek bir yara açmışız bedenimizde,
neyleyim ki hayatı boş veremiyorum, bağlamışım seni zincirlerle kendime sanki…

Ölümüne bir tutuşma bunlar, bazen acıları hissediyorum bir yerlerimden, neyleyim kopmuş gitmişin hayatın girdaplarına, tutunmuş sanmışım kendimi aşkın kulpuna, dudaklarım çatlamış, eski bir hüznü yapışmış üstüne, oysa zamanın gecelerinin bekçiliğini yaparken mutluluğun hüznüne bunalmıştık, kar serpintileri bastı, omuzlarımız yağmurlardan şikayet ederken, donmuşluğu öğrendik, sabahın ayazını sakladık gecenin kuytusuna günün karamsarlıklarını, sövmüş saymışız geçmişin urganları ile kendimize vururken, sadece bakışmışız hayatın kulvarlarından acının döşendiği kaldırım taşlarından, bir sana yanmışken sonra, daha sonraları hep kendime yandım ki, işte vurgun buymuş anladım neyleyim…

Geri kalan hayata baktım, sonu karanlık umutlar, darmadağın bir yaşam ertesi ki ne olacaktı sanki, sevmişiz sonsuza derken, hasret kalmışız bir bakışa, kendimizi masallara yazdık ki savaşlara tutuşurken yara bere içinde yaşadık her günü her savaşmaktan mağlup çıkarken sadece gülmeyen yüzümüzle hayretli baktık yaşamın elde kalanlarına.

Yangın yerindeyiz sanki, tutuşuyor düşüncelerimiz dedik ve durmayasıya tutuştuk hayata ağlayışlarımız avaz avaz iken, şimdilerde kısık seslere dönüştü son umut, sessiz trenleri uğurluyoruz mecalsiz bakışlarla sen ve ben derken aslında sadece ben ki seni kayıplıklara saklamış bir ben hayatını mecalsiz nefeslerle geçiştiriyorum…

Bir geldik, bir gittik ki, geriye baktığımızda sadece kurumakta olan ayak izlerimizi gördük, sonuçta dar nefeslerden sonra kalan da yaşamın bu kısmında, sadece hayata bıraktığımız izlerdi sanırım…

Acıların içinde büyümüşüz ki artık acıların sonsuzuna dair ulaşmak için nefes almalarımız devam etmekte...
Meğer her şey bir boşlukta kaybolmakmış, bilemedim...
Yalnızların da yaşam hakkı varmış oysa...

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 12.2.2014 11:21:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Düşüncelerin hüküm sürmesini arttıran bir gecenin içindeydi, yüzünün sağ tarafının, alt dudağının içinin, ufak bir kısmını, dişlerinin arasında sıkıştırarak, dili ile ağız içinde oynuyordu… Geceydi… Geceye soğuk düşüyordu, soğuk düştükçe gece zorlu yaşama sokuyordu yaşamı… Düşüncelerinin son kısımları terse dönüp, başı sonu olmayan düşünce istekleri dönüşüm halinde öncelik sırasını değiştiriyordu. Gece üşüyordu ve üşütüyordu düşünceleri bile…

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4