YALANI AHLAK HALİNE GETİRMEK
Güzel ahlak ile yoğrulmalı insan. Gayesi de bu olmalı. Hele de siyasetle uğraşıyorsa kendisine bir kat daha fazla dikkat etmeli. Etmeli ki, toplum karşısında, seçmenleri karşısında kıymet-i harbiyesi artsın. Güven versin. Örnek alınacak bir şahsiyet olsun. Konuştuğu zaman mangalda kül bırakmamak yerine, yüreklere sevgi bıraksın, akıllarda iz bıraksın, baki kalan kubbede hoş bir seda bıraksın.
Toplumumuzda özellikle siyasi hayatımızda bir lider ekran karşısına çıkınca veya milletin önüne geçince yapacaklarını söylemesi yerine, akla hayale gelmeyen karalama kampanyalarına girip, kendisini de bir çıkmazın içine sürüklüyor. Karalama esnasında şüphesiz sığınabilecekleri en güzel liman yalan.
Yalan insanda olgunluğun kemale ermediğinin bir göstergesidir. İnsanın adının Kemal olması, o seviyeye çıkmasına maalesef sebep olmuyor. Yalan insanı toplumda kendisine güldürmekte, ona olan güveni sarsmakta, doğru söylediği konularda da ciddiye alınmasına engel olmaktadır.
Bazen insan kendisine bir hedef belirler. Bu hedefini de insanlara açıklar. Hedefe varmak içinde elinden gelen gayretleri gösterir. Netice itibarı ile istediği seviyeye gelememişse yine bir vesile ile gerekçelerini dile getirir. Bu gayet normaldir. Her insanın başına gelebilir. Çünkü elimizde olmayan o kadar çok sebepler oluyor ki. Sıralamaya kalksanız belki de kitap olur. Özellikle işbaşında olanların, icraatı elinde tutanların sık sık karşılaştıkları bir durum bu.
1970’lerden beri siyasetin içindeyim. Kıyısından, köşesinden, bazen de ortasından. Hiç uzak durmadım siyasete. Siyaset tarihimizde yalanı bu kadar kolay söyleyen, söylediği yalanı yine başka bir yalan ile telafi eden, bunu yaparken de yüzü hiç kızarmayan bir siyasi figürümüz var. Sözüm ona Türkiye’nin en köklü partisinde bir de.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...