Yalancıkların Simyası
Aslında "simya" kelimesi daha çok Kimya bilimi terimidir.Maddelerin karıştırıp başka bir madde haline getirilmesidir, kısaca özetlersek.
Ben bu yazımda bu kelimeyi,mecazlayarak "değerlerin karıştırılıp yeni zırvalar üretilmesi"diye aldım.Şuan sende mantıklı bir çağrışım oluşmadıysa, yazının tamamı sana önce 'yalancıkları'sonra 'simyayı' anlatacak...
Umarım Servet-i Fünün müdavimleri gibi yormam gözlerinizi ama bir takım davranışları yazıya dökmeye kalksak belki sayfalarca yazı olabilecek kelimeleri mecazlarla küçültmeye çalıştım.Bu noktada,anlam ve yorumlamada sizlerin yardımına ihtiyacım olacak.
Bu yazının 'amacı ne ' diye sorabilirsin belki.Ben bu kalem ve harf çalışmasının,kötülüklere atılan tokatın yazıdaki versiyonu olarak tanımladım ve başladım.
Yıl 2013,aylardan Temmuz.Bir ihanete tanık oldum.Hemde ne ihanet.İhanete uğrayan ben değildim ama ben uğramışcasına üzüldüm,korktum,tiksindim...
Bu tiksintinin etkisinin henüz geçmediği günlerde,arkadaşlarımın zorlamasıyla bir seminerde buldum kendimi.Birçok seminer gibi laf kalabalığı ve zaman kaybı olan bir seminerde.Seminerde vakit biraz ilerledikten sonra katılımcılara şöyle bir soru yöneltildi "Bir insanı severken en çok neye dikkat edersiniz? "diye.İsterseniz bu soru biraz kenarda duradursun biz sizinle bir iki şey konuşalım!
Öncelikle maddeperest 21.yüzyılda; maneviyatı,maddeden yüksek tutan sayılabilecek kadar az insan kalmışken,kendinden başkalarını haksız eleştirmeyi sıradanlaştıran insan,kendisinin sadece aynaya maddesinin durumunu gözlemlemek için baktığı sizce aşikâr değil midir? İnsanın yaptığı birçok işte ve davranışta,sürekli bencil politikalarla kendi menfaatini meziyet edinmesi işte bu kötü vesileyle maddeperestliğin şiarı ne kadar manevidir? Ya da haklılıkların azalması,haksız fiilerin çoğalması...
Birçok zamanda; birçok insanın gözyaşına,kahrolmasına,aç yatmasına,hayata dair umutlarına bakılmaksızın kendi mutluluğunun sabit kılınması esasına dayanan davranış acaba maddiyat-maneviyat terazisi'nde,maneviyatı ne kadar ağır olacaktır? Umarım bu Tecaül-i arif size bir şeyleri sezdirmiş,seminerde sorulan sorunun cevabı için bir temel oluşturmuştur.
Soru şuydu: Bir insanı severken en çok neye dikkat edersiniz?
Bu soruyu ilk okuduğunuzda soru cümlesinin yanlış kurulduğu kanaatine varmış olabilirsiniz.Evet,bende ilk başta öyle düşünmüştüm.Ama bence bu soru cümlesi,seminerin tek doğru olan yanlışıydı belkide.Neden mi? Okumaya devam edecek olursan seminerdeki dinleyicilerin "İçi temiz,kalbi güzel güzel olsun"gibi zırva cevapların,nasıl yalan bir edebiyatın ezberlenmiş kelimeleri olduğunu anlarsın.
Dünyada; uzak ve yakın geçmişten bugüne,birçok doktrin ve ideolojiler,insana mutluluğu vaadetmiştir.Ama bu doktrin ve ideolojiler ve insanı düşündüğünü iddia eden bütün görüşler,teoriye pembe kalemle alınsa da uygulamasını karakalem yazmıştır.O soruya verilen cevaplarda tıpkı buna benzer.İşte insan da,teoride güzel ama uygulamada insana zarar veren bu oluşum ve görüşler gibi 'düşüncesi güzel,uygulaması ters" olan bir varlıktır.
Madem sevilecek kişinin nasıl olması gerektiği sorusunun cevabı "kişiliğin güzel ve ahlaklı olması "ise; çocuğunun elinden zorla alınıp,bir başkasına "baba"diyerek büyümesine kahrolan mahzun adam diye bir portre,neden dünyada vardır? Demekki bu kötülükleri yapan ve yapacak potansiyele sahip olan bir kadın portresi vardır.Tam tersi de olabilir,farketmez.Çünkü insanın başladığı ve bittiği nokta aynıdır.
Yazının başında belirttiğim,tanıklığını ifade ettiğim ihanet; kendini beyefendi zanneden bir zavallı tarafından,görünürde zavallı durumuna düşen,aslında dünyası küçük ama yüreği büyük bir hanımefendiye yapılmıştı.Umarım bu ihanet musluğundan akan bir iki damla sizde,seminerdeki cevaplara 'zırva' dememi haklı bir pozisyona getirmiştir.
İnsanlık hızla tektipleşmeye doğru giderken; bizi bir zamanlar dizginleyen inançlarımız ve değerlerimiz daha ne kadar dayanacak onlara olan küslüğümüze,nankörlüğümüze bilmiyorum.
Duruma göre değişen insan türü beraberinde duruma göre değişen cevapları da getirmiştir.O da zaten bir yığın hatalı kişilik silsilesini...
Bilmiyorum; hayatı,kısa ve hızlı cevaplarla geçiştirdiğimiz için mi akar hergün,insanlığın kalbinden birkaç damla kan? Yoksa,birçok kez hayatı gaddarca yargılayıp ta suçladığımız zamanlarda,kendi içimizdeki kötü insanın avukatlığını bırakıp yargıcı olmadık,ondan mı?
Kalbimi göstermeyen bir ayna olmadığı için kızmıyorum.Çünkü içimizi gösterebilen bir ayna olsaydı eğer dışımızı gösteren aynayla bile dost olamazdık.
Geçenlerde bir gazetenin köşe yazısında yazar: Var mı kötülüğe karşı bile iyilikle cevap verebilecek babayiğitler? diye yazısına başlayıp,kötülüğe karşı bile iyilikle cevap verilmesi gerektiğini konu almış ve yazmış da yazmış hezeyanını.
İyiliğe karşı bile kötülük yapılan bir dünyadan çok ta pahalı bir istek değil miydi bu? Yoksa birisinin yazara gerçekleri söylemesi mi gerekiyordu? Bilmem,olabilir.Ama bir yazarın silahı kalemidir.Demirden yapılan silah kötüyü öldürür,ağaçtan ve grafitten yapılan silah ise kötülüğü...
Köşe yazısının mimarı belkide bu Peygamber(s.a.v) davranışıyla çıtayı yüksek tutup; insanlık değerlerinin,ahlak normlarının altında bulunan tek tip model insanı köşe yazısıyla yoğurarak belirli bir seviyeye getirip,maddeperest dünya düzeninde açılması gereken delik için küçük bir çakıl taşıyla yardım etmekti.
Ama biz önce kapıları olmayan eve dönmüş kalplere kapılar yapmalı,soytarılığın zamiri olan çapkınlığı yüzyılın çaresizliği olmaktan çıkarmamız lazım...
Değişim için asla sihirli bir el gelip seni harekete geçirmeyecek.
İçinde olduğun yangını da ne hülyaların ne de hayallerin söndürmedi,söndürmüyor,söndürmeyecek.
Keşkelerin birikmiş,maleseflerin çoğalmış olabilir.Artık bundan sonraki zamanını seni kaybetmekten korkanlara harcamalısın.
Bir zamanlar eskimiş para değerinde olan zamanını,altın gibi yapmalısın.
İçindeki insanın sonu gelmeyen yalnızlığını artık kuru kişiliklerle ve donuk yaşantılarla susturamayacağını da anlamalısın.
Kendini,soytarı gönüllerin mutlak esiri yapmamalı,yanar halde bir mum da olmamalısın.
Mesela çıkılmaz dağlara artık tırmanmayı bırakmalı,ayaklarının altındaki tepeye sahip çıkmalısın.
Kalbinin istekleri için vücudunla kavga etmeyi de bırakmalısın.
Çok başıboş değil biraz dertli olmalısın.Mesela günün belli saatlerinde yaralarını açıp,gözyaşlarına söz hakkı tanımalısın.
O sulu boncuk dostlarının,nasihat bestesini de iyi anlamalısın.
Derdin yoksa şayet gözyaşlarının yeni ezgisinin hatrına mesela şuan yetimhane koridorlarında bir yetimin 'anne'diyişini duymalısın.
Hani senin gözünden sakındıkların vardır belki,geri gelmeyecek birşey için ağlar birgün belki.İşte dünyada bunun örnekleri var olduğu için söndürmemelisin bir kaç dakika, gözyaşlarını. Kurutmamalısın birkaç dakika, kirpiklerini ve alt kirpiklerinin altını.Artık yavaş yavaş harflerin sesine iyice yaklaştır kulaklarını...
Bizler; Bizi yoktan var'eden Bilinçli En Büyük Merhametli'nin kullarıyız.Temelde birer insanız ve hata yapabiliriz.Ama,bu hataların doğru olduğunu zannedip; vicdanlarımızda onay verirsek,yapılan milyonlarca çirkinliği ve haksızlığı olması gereken birşeymiş gibi algılamaya başlar,faciaları kalbimizle duyamaz oluruz.İşte o zaman,olması gerekeni savunurken,olması gerektiği gibi yaşayamaz oluruz.
Dünyada; ihanetler,haksızlıklar,sırtından hançerlenmeler,madde için maneviyatı pazarlayanlar olmasaydı gözyaşının ne olduğunu nerden öğrenirdi insan?
Sevgilerle...
T...Sönmez ablamın acısına ortak olmak için ona hediyemdir
Ağustos 2014
Bu yazı; izinsiz çoğaltılabilir,ikinci ve üçüncü şahıslar tarafından kullanılabilir.
Yazıyı saklamak için aşağıdaki bağlantıdan word dosyası olarak ta indirebilirsiniz:
https://yadi.sk/i/A9PJyIeRgF2Aq
Kayıt Tarihi : 10.5.2015 00:27:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!