İnsanın en zayıf noktası nedir?
En derin işkencelerde; kendisinden bile vazgeçebileceği anlarda kritik dönemeçlere girmesine sebep olabilme ihtimâli yüksek cümle?
Sevdikleridir. Ailesidir. Kendisine olacak herhangi bir kötü şeye göğüs gerebilir insan, ama sevdiğine yapılacak bir kötülüğe “kâbul” demesi zordur. O yüzden bazı insanlar hiç aile kurmazlar bile.
İşte tam da buradan hareketle yola çıkan bir işkence yarışması düzenlenmiş, bir televizyon kanalında. Katılana olduğu kadar izleyene de işkence olması gereken bu yarışma programı ilgiyle izleniyor olabilir. Bu anlamda her şeyin ölçüsünün reyting değerleri olduğu televizyon dünyasında, bu yarışmanın da getireceği sakıncalar yine gözardı ediliyor olabilir.Yalan makinesine bağlanmış bir yarışmacı ve bakalım “ne diyecek” rolünde heyecanla bekleyen yakını. Yarışmacı bu cendereden alnının akıyla çıkabilirse, kazanılacak paraları bölüşecek olan yakın. Muhtemelen yarışmacının eşi.
Duygularını, özelini satılığa çıkarmış insanlar yani. Pek çok yerde olduğu gibi, körüklendiği gibi dolu dizgin.
Sadece bu yarışmaya katılmış kişilere değil, izleyicilere bile kurulu gizli tuzaklar.
Tuzak sorular…
“Eşinizden hiç kazancınızı gizlediğiniz oldu mu? ”
İzleyen de aynen yarışmadaki gibi, eşinin sorgucusu rolüne girip, “Sahi senin oldu mu? Ne yaptın peki o parayla? ” diyebilir.
“Aileniz, eski sevgiliniz Sevim’le evlenmenize izin vermiş olsaydı onunla mı evli olurdunuz bugün? ”
Eşin büyümüş, yanıtı bekleyen gözleri.
Yarışmacı, “evet” deyince ve bu yanıt yalan makinesine göre “doğru” çıkınca şimdiki eşle birlikte kazanılan paralar, ama eşin yüzünde rahatsız bir bakış.
“Ya Sevim, şimdi size âşık olduğunu söylese, evliliğinizi bitirir misiniz? ”
Bu işten bir maddi çıkarı bile olmayan Sevim’i ne yapmalı? Geçmiş aşkı izleyici önüne getirilirken, ondan da yarışma programının hiçbir sorumluluk almayacağına dair bir yazılı kâğıt alındı mı acaba diye düşünmeden edemiyor insan.
Neyse ki yarışmacı, “hayır” diyor ve açıklıyor peşinden; “evliliğimi bozmazdım, çocuğum var artık, düzenimi kurdum” Ve bu yanıt, yine “yalan makinesine göre” doğru çıkınca şimdiki eşin yüreğine sular serpiliyor. Gururunu geri aldı. Çocuğu ve düzeni uğruna bozulmayacak bir yuvası olduğu bilgisini yani.
“Sorularda bu ne keskin virâjlar” diyorsanız yıllar içinde acısını binbir şekilde çıkarabilecek soruyla henüz tanışmadınız, demektir
“Bir ölüm tehlikesi anında tek şansınız olsa, oğlunuzu mu yoksa eşinizi mi kurtarmayı tercih ederdiniz? ”
“Oğlum” dese eşi nasıl onaracak kendini. “Eşim” dese oğluyla yıllar içinde ilişkisi şekillenirken, dipte bir yerlerde hep bir sancı olarak kalacak olan nasıl bir sorudur bu? Doğrusu bunun yanıtını duymayı yakıştıramadım kendime. İzleyicisi bile olmayı yakıştıramadım daha fazla. Değiştirdim kanalı; karnımda krampımla birlikte elbette.
Ve diyorum ki bunları izleyince; “yalan söyleme hakkı”nı savunabilirim ben artık hayatta.
Evet, yalan söyleme hakkım var benim. Bu yalan oyunların içinde yer almaktansa, yalancı olurum daha iyi. Hem de savuna savuna, göğsümü gere gere yalancı.
“Yalan değil, zaman makinesine bağlayın beni ”diyorum bir de. Nerelere varacak işin sonu gidip görmek ve dönünce size yalan söylemek istiyorum.
Aynur Uluç
Not: Eski sevgili ismi bilerek değiştirilmiştir.
Radikal İki / 13 Nisan 2008
Aynur UluçKayıt Tarihi : 5.4.2008 18:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
SİZİ İYİ Kİ OKUDUM ...
YAZININ HER BİR KÖŞESİNDE İNSANİ DEĞERLERE SIKI SIKI SARILAN BİR DÜŞÜNCENİN UMUT DAMLALARI VARDI...
KUTLARIM....
Para uğruna gizlenmiş yalanlar doğrulansın, açığa çıksın.
Şahsiyet mühim değil.
Sırası gelince söylenmeyecekti, sırası yoktu.
Yarışmada para var, önemli değil.
Kaçar mı şair/yazar Aynur Uluç'un gözleminden.
Bu yazıyı 13 Nisan Pazar günü kahvaltısı sonrasında gazeteyi koklayarak okudum. Yalan yok.
Yağmalamanın da , vahşetin de sonu yok, şirazesinden çıkmaya görsün bikez insan doğası...
üstelik masum görünümlü ve dürüstlük adına bir programcık üstelik anlatılan...
Sağanak altındayken , yanaklardaki damlaların su damlası mı , gözyaşı damlası mı olduğu pek belli olmuyor demişti malum, Cenap Şehabettin
'dorian gray'in portresi'inde resim yok edildikten sonra kalan solgun kadavradan pek farkı olmayan bir adamın yüzüdür artık...'
ahlak dediğimiz olgu kendini yenilemek zorunluluğunu hep taşımıştır, ama bunu uçunu bir noktaya koyup çizdiği çemberin içinden yaptığında, artık objeye bakmak mümkündür ama ya görmek -galiba o pek mümkün değil -
işte sen aynur bu yanınla ahlaksızsın,görüyorsun çünkü...
sözü w.pickett'ten bir alıntıyla kısa kesmekte yarar var
'önce uyum gösterirsiniz,sonra alışkanlık edinirsiniz'
sevgilerimle temel
TÜM YORUMLAR (4)