Peki, ben sustum,
Şimdi sen konuş duraksızca, nefessizce dostum.
Biliyorum,
Çıkışsız bir yolu tutmak değil iş,
O zaman sen söyle,
Havva için neden Âdem etti bunca iğdiş?
Hadi o bir hata, çile doğdu bunda yok bitiş,
Peki, yalan mıydı? ,
Mecnun’un yüreğindeki ağlatan seviş,
Leyla’daki umutkâr bekleyiş…
Peki, Ferhat’a ne demeli,
Nice kazmalar salladı dağların bağrına,
Kalmadı dermanı,
Ağuşlamak için Aslıcan’ı…
Peki, bunları görmedin, diyelim ki bilemedin,
O zaman ya bunları;
Toprağın ellerine düşen yağmuru,
Sabah açan çiçeğin rengârenk ellerini,
Gecenin koynuna uzanan Ay’ın ışıl ışıl gözlerini,
Dağların zirvesine yuva yapan kuşun yalnızlığını,
Ağacın gölgesine sığınan kuzuların sessizliğini,
Kuşların kanatlarındaki baharın soluğunu,
Rüzgârın okşadığı çimlerin uğultusundaki musikiyi,
Güneşin altın saçlarındaki yarınlara ait sevinçleri,
Kışa hazırlanan karıncanın yazın çektiği çileyi,
Gökyüzüne umutla açılan ellerin dualarını da mı
Bilmiyorsun?
Yalan, yalan, yalan
Bunlar değil, içlerindeki sevda değil,
Düştüğün kör eden karanlıktır asıl yalan.
İkbale dokunmuş gibi durmak olsaydı her şey
Âdem varmazdı yasak meyvenin sırrına,
Ferhat sevda işçisini oynamazdı Kaf dağında,
Mecnun ağlamazdı suya hasret çöller gibi.
Tanrı tahtını yıkardı belki de
Ne sen olurdun ne de ben…
Susmak mı tercihin
Yoksa keyif sigarasına benzettiğin bu suskun mu?
Yalan, yalan, yalan
Bunlar değil, içlerindeki değil,
Düştüğün kör eden karanlıktır asıl yalan…
Kayıt Tarihi : 19.12.2008 15:51:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!