yağmurla
kokusu alacakaranlığıma karışırken hiç yaşamadığım başlangıçları anımsatıyor bulut yağmurla müjdeleniyor
bak
coşku eksilmişken yeryüzünden
gök aşkın denizle fırtınanın dansındayken
ortam yıldırım baskını
çalakaşıktı ki
hiç yılmamıştı kimlik obur repliğinden
sonra, tüm yayların sivri oklarını kalbine davet ediyordun
tüm okların gerilimini sen
daha uzaklara gidebilmeye kıstas
erk çamur kıvamında idi
meydan okumanın sonucu
sırf limitleri zorlamaya kendine rakip yaratmanın
sonucu bak
ilerle
korkma diyorsam nafile
ihanete cılız bir ıslık gibisin arbedende
çayırlarından toplayabildiğim kadar gelincikle
yaralarıma seni süremem artık
korkma dışımızda bu cehennem
diyorsa sadece B
ak
alışageldiğin o yatakta iç huzuruna kadar gelecek im
diyorsam neler yaşamadık ki
birleşik erk tutkuna da geleceğim b
AK
oysa vur emrini sen vermiştin
bir çay iç benden
aklımın ifritine yaranı yaklaştırma
cevheridir madencilerin şu gökyüzü
onlar, köklerin yüzünü bilse de
derin ihanetlerde cılız darbeleri vurur içlerine
toprak kokan kargaşandan
emrinle vuruldum
kimbilir daha nelerin adıyla esecek rüzgar
hani içim çekmişken içini
kın alınmıştı ya çıkışından
ilerle cankurtar onca trafikte
an herhangibirine
korkma artık
kurtul seslerinden
toprak kokar gökyüzün
çayırlarda yıldız yıldız gelinciklerle
...
kendi volkanımı bastırmayı sözgelimi, gayzerimi tıpalamayı, infilak edip de dışı yakmamaya
içime tüm patlama kinetiğini toplamayı öğreneyim
ki başka çaresi olmamaya
bir çöküş daha ya da kurtuluş
kartalın kanatlarının düşey yüzeyi
o kısır döngüyü spirale döndürme anı, sıçrama tahtası dokum
hissediş, iki zaman arasına sıkışmış bir dem
boğul ya da balığa dönüş, son nefesinin dibinin dibinde o çıkış
ta oralarda oralara da
haydi sıçra
kartalın kanatlarında uçuşuyor yüreğin
bak
söz oyunudur bu
hayır değil, can oyunudur bu
sözüm özümden doğdu, özünle öldü
kaç bin senedir bilmek istersen
isteklerimde sabırsız tohumlar bulunur
ben dediğine yakınken ses
sen diye yankır, uçurum boğulur
söz oyunudur bu
hayır
can oyunu
söz özümden doğdu (üzümden değil)
oyundur bu can, taze şarabı üzme
...
bana sade konuş
su gibi ak nehirlerime
nar gibi ısıt kızıl kar tanelerimi
marhemetle can menzilime
sade dokun bana
tenime sade yürü
yalınlıkla aheste bas toprağıma
yeşil hacmine kalbimin
uslu uslu çisele
sükunet güllerine sus
bahçemin öfke otu hercai istilasında
çıldırmış günlerime şiir
huzur yağdır sus
tozlu kıraç çöllerime tuz
bana öğrettin
şairin sihirli geçişidir aynalar
maksatsız esmek kasımpatı dağlarına
rüzgar yoldaşlığı tarikatı
ve aşk
namütenahi iklimlerinin seferi
nihayete
sonsuzluk kavramının
sona bilinçlenmesi
vadinin genişlemesi
ötesine
anıların peyderpey tekrarına
sonsuz
uyanışa seyir
ki hata
ışıldayan karanlıklar silsilesine
şuur maşalesine yakıt
senle başlangıçları söyleştik
ki bitişlerin arsız dermanıyken bu geveze
bana rüzgara yazabilmeyi öğrettin
ve yaşamayı boşlukta öyle ki
ya kalıyorsa sonraya
biz
ikimize de çok gelen benliklerimiz”
zıtlığın doğasında
varlık ile yokluk
aynı rüyanın farklı yorumları
ya kalıyorsa sonraya
biz
ki sonraya bakınca bulut
önceye de
300 yıl görünüyorsa
sonrası körse daha 300 yeni yıla
ve...bu
kümelenirse bulut, uçarsa yıldızlardan geldiği yere
aynı rüyanın farklı yorumları
varlık ile yokluksa...buğu
zıtlığın doğasında
ikimize de çok gelen
yağmurla ilerle
nasılsa rüzgar dökecek
bir gün eteklerindekini
kelebeklere
yağmurla ilerle
Ömer SerdarKayıt Tarihi : 24.5.2012 01:06:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!