Uzağın tanımını yapması için gönderilmişti belliki... yada yakındaki uzak kavramlarını hiçe sayması için bir fırsat verilmişti de, onu mu kullanıyordu?
İsmi, üç vakte kadar dilde hazır bulunması gereken bir giz sitemiyle parlıyordu. Yani ismini söylemekten hep çekinmiş bir hali vardı. Bilinen sadece görünen kadardı. Peki ya kimdi bu? Bildik bir şeyler için mi buradaydı? Yoksa vasatın üstüne çıkamayacak bir meşgale ile mi yola çıkmıştı? ! ... başına ne haller geleceğini tahmin bile etmeden.
Bilinen sadece görünen kadardı, görmek istediğimiz kadar olamadı hiç bir şey, ona dair olan, her zaman bir açmazın eşiğindeyken duygularım. Aslında bu sorgulamaları yanlızca ben yapıyordum ve suallerimin cevabını, hiç bir zaman bakamadığım gözleri taa kulaklarıma fısıldıyordu.
Çok zaman geçtiğinde anlamıştık; buraya keşmekeş seçimler sonucunda geldiğini... aradığı birşeyler vardı ve bulmak ümidi, yoldaşı olmuş vaziyetteydi.
Konuşmuyordu hiç. Bir zaman sonra kimse ilgilenmedi onunla, ama hiç gocunmuyordu açıkçası. Hatta yanaklarında tek başına kalmışlığın bahtiyarlığına sahid oldum. Korkuyordum... onunla ilişkili olan her şeyden korktum. Beni çeken, gecenin zifirisinden, gündüzün densizliğinden çeken.
Ne bileyim, köylüydük işte sevdiğimiz zaman utanırdık, ele güne karşı mahçup düşmekten kaçınırdık hep. Hep öyle olmuştu. Ama bir yabancı vardı şu an karşımda... göreceli bir kavram... yabancı ben miydim, o muydu? Yoksa mekan mı? Yüreğini görmeliydim onun. Evet tam olarak yapmam gereken buydu. Ama hiç göz göze gelmemiştik. Bir kere olsun...
Gizemliydi, kalem yazmaz, dil söylemez kadar gizemli...
Geceleri ay ve yıldızları izlemeyi severdim. Yakışırlardı birbirlerine, bir yıldızım olurdu, virane, berduş bir yıldız... isim vermezdim ona. Sırf bunun için, köyün en güzel tepesine giderdim her gece. Ay gülümserdi... mutlu olurdum... yıldızlar inci gibi dizilirlerdi... mutlu olurdum... küçük olgularla mutlu olmayı öğrenmiştik. Değerimizin ölçü birimi buydu. O hariç, hiç kimse somurtmuyordu, sımsıcak insanlardı, kalbi geniş, dünyasları dar insanlardı.
Her gece yıldızları izlemeye giderken, evinin önünden geçerdim. Titrek ışık hüzmeleri süzülürdü perdelerden dışarı. Geri döndüğümde ise, sağır bir sessizlik kaplardı perdelerini. Çok zaman böyle geçti. Ama birşeyler kemiriyordu içimi. Sıkılmaya başlamıştım galiba bu saklambaç oyunundan. Bir şeyler hayatımı değiştirmeliydi ama ne? ! .... 'O muydu acaba', sualleri tebelleş olmuştu hislerime. Bir yabancı mı? belki de!
Karar vermiştim, gözlerine bakmalıyıdım. Ancak o zaman inanırdım kendimi kandırmadığıma. Külfeti neyse razıyım, dedim. Hazır değildim ama, yine de kararımı vermiştim...
Bir gün, hiç beklemediğim bir anda, aciziyetimin had safada olduğu bir durumda, hazırlıksızken... karşı karşıya kalmıştım yabancıyla, Allah'ım inanamıyorum... gözlerine bakıyordum, gözlerinin içine. Gülümsemek istedim olmadı, dahada bir tedirgin oldum. Pişmanlık duyuyordum. Onu korkutabilirdim. Gözlerimi kaçırdım birden. Kurtuldum sandım! ...
O günden sonra, yıldızlarımı ziyaret etmedim hiç. Her gece eve kapanıyordum. Kalem ve kağıda küsmüştüm. O'nun gözleri... gördüklerim... hissettiklerim! Kendimi gördüm... Korkuyordu, evet yabancı korkuyordu. Kendinden yılgınlığı, tahmin ettiğimden dahada fazlaydı. Peki ya, O ne yapıyordu şu an. Benim hissettiklerimin aynısı mı? Bilmiyordum ki. Bilmekde istemiyordum...
Yıldızlarımı özlemiştim... değişen duygularım ve artan korkularımla, bir gece yola çıktım. Evinin önünen geçiyordum. Bir tuhaflık vardı. Işıkları yanmıyordu bu sefer. Uyumuştur dedim ve kendimi avuttum. Ama uyumamıştı.
Hani o yıldızların en güzel göründüğü tepe... misafiri vardı o gece... yabancı... oradaydı... geri dönemezdim. Beni fark etmişti çoktan... en uzakları bile sağır edecek, zehir gibi sessizlik bürümüştü... gözlerine bakıyordum, ay ışığı yüzüne vururken, kahretsin ki, yine gülümseyemiyordum.
'Çok beklettin' dedi... konuşmak istedim, ama kelimeler bir bir siliniyordu hafızamdan, o an, oracıkta, tükendiğimi hissettim. Aman Allahım! ... bana yaklaşıyordu. Geri gitmek istiyordum. Gelme diye haykırmak istiyordum. Neden geri dönecektim, neden haykıracaktım bilmiyorum, hatırlayamıyorum... yaklaştı. Rüzgar esmeye başladı ve saçlarını okşuyordu, üşüdüğümü hissettim ilk kez, gözlerim daha bir korkuyla açıldı derken...
Ellerimden tuttu. 'İsmin nedir? ' dedi, titrek bir ses tonuyla 'Tufan' dedim. Anladım ki; yabancı olan bendim, ismim rüzgarın efilliğine karışıp gittiği an. Sustuk, sadece bakıyorduk birbirimizin gözlerine...
Ne yani, bir şeyler mi söylemeliydim şimdi? Konuşma sırası bende miydi? Ne demeliydim bilmiyorum.
Biraz tedirgin, biraz baştan savma; 'Senin ismin nedir? '... 'Ay' dedi...
Uzak diye bir şey yoktu...
Gülümsedim...
Selman Faris KARAKÖSE
(23.09.04 - İstanbul)
Kayıt Tarihi : 17.5.2005 01:18:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Selman Faris Karaköse](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/05/17/yabanci-45.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!