Bir ülke vardı insanların sevapları katılmıştı mevsimlerin hamuruna. Hep bereketli özgürlükler doğacaktı güneş gibi göğünden.
Köklerinin vardığı derinliklerde mana bulacaktık, değer katacaktık günlerimize Haziran uzunluğunda bir gün gibi… Bir saadet mayalanacaktı hayallere… Bu hayallerin sultanı bir şehri müjdeleyecekti geleceğe…
“Kostantiniye mutlaka fetholunacaktır, onu fethedecek kumandan ne güzel kumandandır, onu fethedecek asker ne güzel askerdir”
Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni diyecekti bu kutlu söze meftun bir adam…
Tereddüdüne “tasa etme Kostantiniye’yi alacaksın” diyen bir Akşemsettin olacaktı. Elinde Padişah II. Muradın verdiği kızılcık sopası ile Mehmet diye seslenen bir Molla Gürani onu her zaman tetikte tutacak ve zafere hazırlayacaktı.
Abdestsiz emzirmeyen, tek şikayetinde “Hocanın vurduğu yerde gül biter” diyen bir anne fethi müjdeleyen ninnilerle beşiğini sallayacaktı.
BİR MÜBAREK SAAT VE KUTLU GÜN İÇRE BİR SABAH
1431 yılı yazında evvela güneş tutuldu ve en azametli hali korku ve dehşet içinde Kostantiniye’den seyredildi. Ortalık öyle zifiri karanlık oldu ki, gün ortasında yıldızlar göründü semada. Arkasından pek muhteşem bir kuyruklu yıldız doğdu, kuyruğu doğu ufkunun üstünde başı gök kubbesine doğru, sabah ezanı vaktinde Kostantiniye ve civarındaki memleketlerin semasını bir hafta kadar değerli taşlarla donatılmış bir sorguç halinde süsledi…
EY KUTLU VAADİN ŞEHRİ KOSTANTİNAPOLİS:
Ay güneşe dokunduğunda bir aşk olacak.
Kararttığın göğüne gökler bir yıldız doğuracak,
Güneşin geldiği yerden gelecek ışığın,umutlar doğacak
Ve batacak yeisler güneşin battığı yerden
Karanlığa yıldızlar dökerek...
O yıl ve ertesi yıl koyunlar keçiler ikiz yavruladı, ineklerin yavruları hep dişi oldu ve atların yavruları erkek oldu. Tarlalarda başakların taneleri iri ve dolgun oldu, bağ ve bahçelerde ağaçlar meyvelerle donandı.
Yine o yıl Anadolu’da ve Rumeli’de doğan çocukların çoğu oğlandı.
NE GÜZEL ASKERLER
1432 yılı Martının 29.-30.gecesi, bir Pazar gününün seher vaktinde bir baba seccadesinin başında Kur’an okuyordu. Sure-i Muhammed’i bitirmek, sure-i Feth’e başlamak üzereydi. Bir oğlu dünyaya geldiği müjdesini verdiler. Sevinç gözyaşlarıyla dolarak karşıladı:
“Murad’ın bahçesine bir gül-ü Muhammed açtı” dedi.
İki rekat namaz kıldıktan sonra kollarına verilen masumun kulaklarına tekbir ve ezanlarla adını üç kere seslendi; MEHMED, MEHMED, MEHMED…
NE GÜZEL KUMANDAN
Ve biz de sesleniyoruz Ey Peygamberin gülü,
Ey kutlu kumandan,
Yedi tepesinden sesleniyoruz sevgili İstanbul’unun; Fatih Camiinden, Topkapı’dan, Gülhane’den, Eyüp’ten, Süleymaniye’den, Üsküdar’dan…
Sana dualarla sesleniyoruz.
Sen İstanbul’u aldın bir aşk bestesiyle yazdın tarihe.
Rüzgarlar okur surların en tepesinde bu aşk nağmelerini, salınır nazlı nazlı İstanbul’ maziden şimdilere…
Hepimizi biraz biraz alıvermiştir gönlüne. Kaf dağını kıskandıran tepeleri o zaferi anlatır. Güneşin kanatlarına zümrüdi ışıltılar saçtığı İstanbul’un Anka kuşları martılar; çığlık çığlık zamanı devirir, bir varmış bir yokmuş dedirten tarihin soluksuz gezdiği bu diyarda.
Kız kulesi bu masalı anlatır denizlerin dilinden dalga dalga…
Çünkü İstanbul zamandan kopuştur fersah fersah, maziye mekandır sokak sokak. Şarkılar, şiirler söyletir kendini dillendirir nağme nağme, söz söz.
Haliç’e bağlanan zincir gibidir gönül bağın,
Gemileri karadan bile yürütür aşkın.
İstanbul …
O sevdasını içine gömmüştür…
Bir hüzün tüllendirir, bazı bazı buğulanır gözleri yitirdiklerine ağıt yakar.
Dolu dolu olur gamlıdır, avuçları semadadır minare minare…
Dualar vardır dilinde…
Gerdanını pırıltılarla bir kapar, bir açar sabahlara akşamlara ve işveli yüzü dönüktür hep o sevdaya…
Aşkını alevlendirir, vuslat günü 29 Mayıslarda…
O, Peygamber için alınan bir şehr-i Stanbul’dur.
Ve seslenir: Ya ben İstanbul’u alırım Ya İstanbul beni diyen o sebeb-i hayatına
RUHUN ŞAD OLSUN EY GÜZEL KUMANDAN
****************
İstanbul bir gün fetholunacaktır sözüyle kabaran göğüslerin solukları Bizans’ı sallayacak ama yıkamayacaktı. Ol cümlenin aşıkları her biri bir Eyüp Sultan olacak, yolları omuzlayıp taşacak, Bizans’ı yıpratacak ve fethi gününe taşıyacaktı. Bir günü, bir kumandanı bekleyecekti, isimsiz ama mutlu güzel askerleri bekleyecekti.
Ve İstanbul’un toprağında tohum gibi Fatih’i bekleyen bir de Eyüp Sultan olacaktı, Ak Hocanın kerametiyle açacaktı yediveren olup, kokusu gönülleri devşire devşire taşacaktı yedi düvele buram buram…
Yüz İstanbul alacak kadar yürekli baba, Hacı Bayramı Veli’nin Şehzade Mehmed’i işaretiyle, fethi çabuklaştırmak niyetiyle hayatının en verimli çağında, hem de kaç kez saltanattan fedakarca çekilecekti.
Velhasıl bu baba bir sözü miras edip, oğlunun bahtına tahtını bırakacaktı.
Yirmi sekiz kez vurulan Bizans’ın kapısı yirmi dokuzuncusunda yeniçağa açılacaktı.Ve bu kapıdan giren “Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni” diyen bir Fatih olacaktı.
*****************
Gece yatağında, gündüz divanda İstanbul’dan başka bir şey düşünmüyordu. Gözüne uyku girmiyordu. Bir zeka volkanı olan kafasında arzuladığı bir Kostantiniye davası vardı. Peygamber Efendimize izafe edilen söz lacivert üzerine altınla yazılmış muhteşem bir levha halinde gece gündüz gözlerinin önündeydi.
“Kostantiniye mutlaka fetholunacaktır, onu fethedecek kumandan ne güzel kumandan, onu fethedecek askerler ne güzel askerler”
Bu emir kendisi olacaktı.
Maksat “İlay-ı Kelimetullah”, araç “Boğaz Kesen Hisarı”, hedef “Kostantiniye”.
Bir mukaddes ibadet gibi, bir derin vecd içinde çalışıyorlar.
Koca bir kayayı kucaklıyor aşk gücüyle yeniçerilerle, işçilerle, yamaklarla, kalfalarla…
Dedesi Yıldırım Beyazıd’ın yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın tam karşısına zamanı bereketlendirip dört ayda Muhammed ismini nakşederek Peygamber mührünü vurduğu ve “Boğaz kese ve iznimiz olmadan kuş uçurtmaya” deyip adını vereceği Boğaz Kesen Hisarı’nı dikiyor Bizans’ın karşısına…
Herkes benim karşımda titrer, ben onun yanında heyecanlanır titrerim dediği bir gönül erini almıştır ordusuna Fatih…
Ben bu kal’a fethine değil, Akşemseddin gibi bir aziz benim zamanımda olduğuna övünürüm diyerek 21 yaşında müridi olmak isteyip düşmüştür dizlerine. Her defasında reddedilip gözünde yaş dönmüştür. “Bir Türk bir kere söylese kabul edersin de beni neden kabul etmezsin” serzenişine, Ak Hoca “Dervişlik padişahlıktan daha lezzetlidir, bunu tadan padişahlıktan kopar. Bu sebeple memlekette durumlar bozulur. Bu hale sebep olmakla Allah’ın gazabına uğrayarak günahkar oluruz” der.
Şimdi O güzel kumandan hangisidir ve hangisi askerdir? Ama ne fark eder onlar Peygamberin şefaatine davet olunan erlerdir.
Saniyeler düşülür fethin tarih yaprağına Akşemsettin fethi başlatır Hak kapısında. Çadırlara sığmaz Ak Hocanın ilticaları, göğe yükseltir avuçlarında hacetini, nasrullah yetişir imdada…
Ne yapacağını bir türlü kestiremeyen Bizans İmparatoruna karşılık, ne yapacağını bilen Osmanlı Padişahı II. Mehmet, hedefi bularak “Geldik Hamdolsun” diyecekti İstanbul’a nazar edip…
Bizans Amirali Grandük ise İstanbul’da Latin serpuşu görmektense Müslüman sarığını görmeyi tercih edecekti.
Ve İstanbul surlarının önünde sarıklar fethi muştulayan birer bayrak olup dalgalanacaktır ya da kefen olup cennete uçuracaktır güzel askerleri…
Fetih kuleleri devrik Bizans’a korku verir burç burç dikilir devleşerek “İstanbul mutlaka fetholunacaktır” dercesine bakar bir çift göz gibi.
Gemiler karadan güzel askerlerle yüzer, denizler yürür, Haliç’e gerilen zincirler biçare gömülür fethin muhteşem derinliğine…
Surlar dayanamaz yıkılır bir kutlu söze dökülen topların azametiyle, bir çağ açılır surların bedeninde…
Bizans İmparatoru moral kazandırmak için Çemberlitaş’a doğru mukaddes yürüyüşü başlatır, rahipler:
Bizanslılar korkmayınız! Müslümanlar daha önce de mukaddes şehri kuşatmış, her seferinde başlarına belalar gelip dönmek zorunda kalmışlardır. Azizler şehrimizi korumuştur, kutsal haç hürmetine şimdi de koruyacaklardır. Buna bütün kalbinizle inanınız ve güveniniz.”
Fakat mukaddes yürüyüş bir noktada tökezler, her ne olmuşsa olmuş, kutsal haç birden yere düşmüştür. Feryatlar yükselir o an kabustan farksızdır Bizans halkı için…
“Artık mahvolduk. Meryem Ana bizden yüz çevirdi. Kutsal haç yere düştü, Bizans Türklerin eline geçecek.”
Meydanda mahvolduk çığlıkları yankılanmaktadır.
Sur dışında ise tekbir sedaları uğuldar: Allahu Ekber!
Allahu Ekber!
Fetih, müstakbel Fatih’in hem özünde hem de sözündedir: “Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni”
Arka saflarda olacağım diye dertlenen bir yeniçeri yüreğini uçurdu kalenin burçlarına. Elinde sancak, meleklerin kanadında gövdesi surlar gibi delik. Padişahı gözleri dolu dolu bağırıyordu: “Ha gayret Ulubatlı Hasan! Allah yardımcın olsun”
Sonunda başardı İstanbul surlarında bayrağımız nazlı nazlı fethi dalgalandırıyordu. Son sözü Allah oldu, Allah Allah nidalarıyla inleyen mekanda...
Az sonra Padişahın yanına getirdiler şehidi. Göz yaşlarını saklamaya lüzum görmeden eğilip Ulubatlı Hasan’ı alnından öptü. “Bizans’ı ben değil sen fethettin, Ulubatlı Hasanım gazan mübarek olsun.”
Vuslat erişmişti, içindeki yangın söneceğine alevlenmiş, Sultan Mehmed’in gözlerinde parlıyordu yıldız gibi.
Ayağındaki fetih tozuyla Bizans imparatorlarının sarayını geziyordu. Mahzene indiğinde İstanbul’un geleceğiyle ilgili soru soran Bizans imparatoruna; İstanbul elden gidecek, diyerek cevap verdiği için zindana atılıp işkence gören bir papazla karşılaştı.
Vuslat anında firakı düşündüren bu papaza şu soruyu sordu:
Bu şehr-i Sitanbul gün olur bizim de elimizden çıkar mı?
Bunun cevabı düşündürücüdür;
“Vakta ki içinizde fesat arta, insanınız kendi menfaatine ramola, emvalini yabancılara satan çoğala ve yabancılardan medet umanlar çoğala, şehir sizden dahi çıka.”
Ve yakar sözlerini Sultan Fatih ahla, diz çöküp ellerini açar yakarır Allah’a;
“Ya Rab, dilerim böyleleri kahrına ve gazabına uğrasın.”
Ayasofya’nın önüne gelince atından indi. Patrik ve halk yerlere kapanarak ağladı. Fakat Fatih Sultan Mehmet onlara eliyle susmalarını işaret etti ve Patrik e “Ayağa kalk, ben Sultan Mehmed, sana, arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki bugünden itibaren artık ne hayatınız ne hürriyetiniz hususunda gazabımdan korkmayınız” dedi ve devamında “Galata halkının, bize sair halklar gibi adet ve ibadetlerini serbestçe yapmalarına izin veriyoruz. Dinimizi kabul etmeyenlere karşı asla cebir kullanmayacağız. Galata ahalisine va’dediyoruz. Kendilerini bir köle gibi idare etmeyeceğiz. İçlerinden birini anlaşmazlıkları halletmek üzere seçsinler”
Fatih Sultan Mehmet Han, böylece yürek ülkelerini de fethederek ortaçağ taassubunu kıran, yeniçağı getiren hatta bu çağı bile aşan bir öngörüyle insan hakları bildirgesi sunmuştur tarihe...
Fethi yürütenler Ayasofya’ya doğru ilerlerken bir çiçek uzanıyordu ak sakalından padişah sanılarak Molla Gürani’ye. Kim bilebilirdi ki zaten 21 yaşında genç bir delikanlının yıkılmaz surların sırtını yere getirebileceğini.
Molla Gürani “Padişah O dur” deyince,bir tebessümle, yine yaşının iki katı olgunluğuyla şöyle diyordu:
“Verin verin. Gerçi Padişah benim ama O hocamdır. İstanbul’un manevi Fatihidir, minnet benden ziyade O’na layıktır.”
Fethin ilk adresi, muştunun ilk kanat çırptığı yer, kulu Allah’a yakın eden İstanbul’un ilk evi.
Evet Ayasofya kollarını açmaz mıydı böyle şerefli misafirlerine, tekbirler yağıyor, mabet nurlarla yıkanıyordu ve çağ bu mabette açılıyordu gonca gonca.
Fatih’in dilindeki Allahu Ekber nidasıyla melekler Kabe’den Ayasofya’ya zamanı mekanı delerek kapı açıyordu ve Fatih kıbleye dönüyordu bir ikindi vakti. Çünkü cihanı deviren dimdik başını, secdelere düşürerek yükselmeyi bilmişti O. Ve o kafasında yoğurduğu Peygamber sözüyle şekillendirmişti fethi.
Kentler kuralım kendi bedenlerimiz olsun surlar;
Yüreklerimiz olsun ışıkları,
Satır satır batsın tüm karanlık fikirler kentimizden
Ve doğsun sabahlar müjdelerle.
Bize Hakkı versin, bize muştulasın geleceğin en güzel anlarını.
Bizden yana olsun hayatın en verimli çağı,
Şefkatler yetimlere kucak açsın, gülsün şehrin tüm masum çocukları…
Kanlar kurusun, sokakları yağmurlar okşasın.
Vakitler bu fethi anlatsın dakika dakika.
Şahlan İstanbul bu gün senin günündür,
Bu gün düğün günündür,
Bu gün Peygambere bir selam günüdür,
Bu gün Fatih’e rahmet günüdür,
Bu gün ceddimizle gurur günüdür,
Bu gün dünle şeref bulmuştur,
1453 bu gündür,
Yürek yürek dalgalansın şan şeref, bu gün zafer günüdür,
Bir çağın doğum günüdür,
Burçlarda bayrak bayrak Ulubatlı sesini cihana haykırsın;
İSTANBUL BİZİMDİR
İSTANBUL BİZİMDİR
İSTANBUL BİZİM
İLELEBET BİZDEN ALMASIN RABBİM
Duaları karışsın avuçlardan göklere,
Akşemseddin’in aminleriyle…
NUR YÖRÜK
(NOT : Bu yazmış olduğum metin sinevizyon olarak düşünülmüş, ancak kaynak yetersizliğinden hayata geçirilememiştir.. Bu yarışma vesilesiyle sizlere ulaştırmış olmaktan mutluyum. Elbet takdir sizlerindir.)
Bahriye Nur YörükKayıt Tarihi : 28.4.2005 18:32:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ŞEFKATLER YETİMLERE KUCAK AÇSIN,GÜLSÜN ŞEHRİN TÜM MASUM ÇOCUKLARI...
Okumak,söylemek,dinlemek ne hoş geliyor insanoğluna,
lakin sözde değil özde yaşatmayı gerektirir.Ne mutlu tüm yetimleri,öksüzleri sevgiyle
şefkatle kucaklayabilenlere,kirli hesapların,çıkarların,emellerin peşine düşmeden kendi penceresinden
degil onların penceresinden bakabilenlere...
Okumak,söylemek,dinlemek ne hoş geliyor insanoğluna,
lakin sözde değil özde yaşatmayı gerektirir,ne mutlu tüm yetimleri,öksüzleri sevgiyle şefkatle kucaklayabilenlere,kirli hesapların,çıkarların,emellerin peşine düşmeden kendi penceresinden degil onların penceresinden bakabilenlere
TÜM YORUMLAR (3)